Catherine Connolly’nin İrlanda’daki yükselişi yalnızca politik bir kariyerin hikayesi değil; dilin ve söylemin toplumları nasıl dönüştürebileceğinin canlı bir örneğidir. Connolly’nin dili, keskin bir eleştiriden çok birleştirici bir etkiye sahiptir. Hem seçim kampanyalarında hem de göreve geldikten sonra kullandığı ton, ayrıştırıcı bir üstünlük göstergesi değil; her kimliğe, her inanca ve her sese yer açan, gerçekleri çarpıtmadan konuşan kapsayıcı bir davettir. Ve en önemlisi, İrlanda halklarının çıkarlarına hizmet eden bir dildir bu. Ancak bu tür bir kapsayıcılık, yalnızca doğru, tutarlı, müdahalesiz ve çarpıtılmamış bir dil ile mümkündür. Doğru ve resmi olmayan, uydurma bir dil ile ne barış sağlanabilir ne de adalet tesis edilir.
Erhürman’ın her fırsatta “hukuk” ve “hak” sözcükleri telaffuz ediliyor; ama bu söylemler, özellikle karma evlilikler, mülkiyet veya Baf, Limasol, Larnaka üzerindeki hak talepleri gibi konularda, çoğu kez kapsayıcı bir dil olmadan dile getiriliyor. Oysa dil yalnızca bir iletişim aracı olarak değil; adaletin, eşitliğin ve samimiyetin somut, kapsayıcı bir ifadesi olduğunda anlam kazanır. Ne yazık ki, bugün o barış dili Kıbrıs’ın kuzeyinde görev başındaki Cumhurbaşkanında mevcut değildir. Kıbrıs bağlamında dil, tam anlamıyla bir fiyaskoya dönüşmüştür. Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, evet, “KKTC”nin ya da “Kıbrıs’ın kuzeyi”nin değil, garantörü olarak yükümlülüklerini yerine getirmemiş ve bu sorumsuzluğun sonuçlarından doğrudan sorumludur. Garantörlük yetkisi, ülkenin bütünlüğünü ve tüm halklarını korumak için verilmişken; bu yetki suistimal edilmiş, uluslararası hukuk ihlal edilmiş ve Kıbrıs’ta toplumsal yapıyı zedeleyen bir işgal rejimi yaratılmıştır.
Bugün söylem ve terminoloji açık bir çöküş içerisindedir. “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi” gibi doğru olmayan ifadeler, devletin resmi adını telaffuz edememe ve onu dilde görünmez kılma çabasıdır. Bu çelişki, hem “haktan hak çıkarma” hem de o cumhuriyetin pasaportunu ve kimliğini, savaş suçlarının gölgesinde dahi sonradan bu tarihe dahil olmuş kişilere verme vaadiyle birlikte, aynı cumhuriyetin adını ağza alamama gibi absürt bir dil tutarsızlığı doğurmaktadır. Böyle bir söylem, birleşmeye değil, bölünmeye hizmet eder.
Peki bu yaklaşım nereye varacak? Samimiyetle, eğip bükmeden konuşmak herhalde en zor olanı. Hele ki utanma ve hesap verme ihtiyacının ortadan kalktığı; hesap sorulamayan, bedel ödemeden işin içinden sıyrılabilenlerin bu kadar açık biçimde varlık gösterdiği bir düzende… Elbette her şey daha da kolay.
Bizim bilmediğimiz bir gelişme mi var bu dil taktiklerinin arkasında? Çünkü şu anda her şey, umut ve karanlığın iç içe geçtiği bir dil boşluğunda asılı duruyor. Barışa ve birleşmeye dair yapıcı bir dil yok. Kıbrıs’ın kendi dilini konuşamayanlar, başkalarının çıkarlarına hizmet ederek bir beş yıl daha ceplerini doldurmanın peşinde koşabilirler, velhasıl…


