Küresel güçlerin, dünyayı yeni baştan şekillendirdiği günlerden geçiyoruz.
Donald Trump’ın tanımlaması ile “siyasetçi görünümü altındaki figüranlar” ve onların güdümündeki medya tarafından sürekli propaganda bombardımanına tutulan geniş kitleler, bu gelişmelerin farkında bile değillerdir.
Orta Doğu coğrafyası medeniyetlerin ve dinlerin ortaya çıkmasında çok önemli bir yere sahiptir.
Tarih boyunca devam eden çıkar savaşlarının en önemlileri yine bu bölgede gerçekleşmiş olup, günümüzde de devam etmektedir.
Bölgedeki enerji kaynaklarının varlığı, emperyalizmin ilgisini çektiğinden, XIX. Yüzyıl sonundan itibaren, Osmanlı Devleti içinde yaşayan etnik topluluklar birbirine düşürülerek, bölgede sınırları cetvelle çizilen devletler yaratılmıştır.
Emperyalizmin hizmetindeki kukla yöneticiler tarafından idare edilen bu ülkeler, II. Dünya Savaşı’ndan sonra yükselen Arap milliyetçiliğine, Sovyetler Birliği’nin destek vermesi ile asker kökenli otoriter yöneticilerin idaresine geçmiştir.
ABD önderliğindeki NATO ülkeleri ile Sovyetler Birliği önderliğindeki Varşova Paktı arasındaki dengeler içinde varlığını devam ettiren bu devletler, 1948 yılında Filistin’de kurulan İsrail Devleti ile yıpratıcı bir mücadeleye giriştiler.
ABD bölgedeki varlığını NATO üyesi Türkiye, işbirlikçi Arap devletleri ve İsrail ile sürdürmeye devam ederken, her sıkıştığında yaptırdığı askeri darbelerle istediğini yönetime getirdi.
El altından kurdurduğu terör yapılanmaları ile önce Lübnan’ı etnik olarak bölüp yönetimsiz bıraktı. Ardından
Sovyetler Birliği’nin işgal ettiği Afganistan’da “Taliban” örgütünü devreye soktu. Türkiye’de, Kürt bağımsızlık hareketi, Kürdistan İşçi Partisi’ne (PKK) el altından destek vererek, sahneye çıkardı.
İran’da yönetimi kaybetme tehlikesi olan İran Şah’ı yerine, Paris’te koruması altındaki Ayetollah Houmeyni’yi İran’ın başına getirerek, yükselen sol hareketi yok ettirdi.
İran ve Irak’ı savaştırarak, Irak’a bol bol silah sattı. Ardından “Irak’ta kitle imha silahı var” yalanı ile bir milyondan fazla insanın ölümüne neden olan Irak işgalini gerçekleştirerek, ülkeyi üç parçaya böldü.
Libya’da desteklediği terörist grupları devreye koyarak, iç savaş çıkarıp, Muammer Gaddafi’yi katlederek, Libya’yı iki parçaya böldü.
Türkiye’de eğitip silahlandırdığı terörist radikal İslamcıları Suriye’ye gönderip iç savaş çıkararak, milyonlarca insanın ölmesine, evinden yerinden olmasına sebep oldu. Suriye’yi iki parçaya bölerek ülkenin resmi yönetimini radikal İslamcı teröristlerin idaresine verdi.
Hamas örgütünü İsrail’e kurdurtarak, Filistin hareketini ikiye böldü. Batı Şeria ve Kudüs ABD yanlısı Mahmut Abbas’ın idaresine verilirken, Gazze Şeridi Hamas’ın idaresine bırakıldı.
İki yıl önce Hamas’ın İsrail’e saldırısı bahane edilerek, 70 bin Filistinlinin ölümüne ve Gazze’nin yıkımına sebep olan soykırım yaşandı.
Sovyetler Birliği’nin dağılması ile oluşan tek kutuplu dünyada ABD–İngiltere orjinli küresel güçleri temsilen Donald Trump şimdi de barış meleği olarak bölgeyi yeniden şekillendirmek için ortaya çıktı.
Rusya’yı, Suriye’den çıkarıp, bölgede tek hâkim durumuna gelmek için Ukrayna’da savaş çıkaran ABD–İngiltere eksenli güçler, Kafkaslar’da Rusya’nın zayıflamasını fırsat bilerek, Türkiye ve İsrail’in desteği ile Azerbaycan’ın Karabağ’ı ele geçirmesini sağladılar.
Bunun ardından Zengibar Koridor’u ABD’nin kontroluna veren düzenlemeleri içeren antlaşma ile Azebaycan–Ermenistan arasında barış antlaşması imzalanarak bölgedeki gergin ortam bitirildi.
Bölgedeki Kürt sorununu ortadan kaldırmak için, Türkiye’deki Erdoğan–AKP İktidarına “barış süreci” adı altında bir plan açıklattırarak, PKK’nın silah bırakması ile başlayan ve Suriye, kuzey Irak ve Türkiye’yi kapsayan eyaletleşme girişimini başlattılar.
Terörü terörle bitirme tezine dayalı olarak Suriye’de başa getirdikleri radikal dinci teröristlere Suriye’deki terörü bitirme görevi verdiler.
Afganistan’da Taliban’ı terbiye etmek için Pakistan’ı başlarına bela ettiler.
Gazze’de, Hamas’a çıkarttıkları savaş sonunda, İsrail’in 70 bin kişiyi katletmesine ve bölgeyi yıkmasına göz yumup, yardım ettiler.
Ne ilginçtir ki bu yıkıma ve soykırıma yardım edenler, bölgede barış yapmak ve Gazze’yi yeniden yapılandırmak için “barış meleği” kesildiler.
Kıbrıs’ın içinde bulunduğu coğrafya içinde gerçekleşen bu olaylardan bizim etkilenmeyeceğimizi söylemek mümkün değildir.
Etrafımızda yaşanan, yeniden şekillenme sürecinde, Türkiye’nin etki alanına bırakılan adamızın kuzeyinde, Türkiye bizi bu pazarlıklarda kullanmaktadır.
Türkiye’nin alt yönetimi olan ve nüfusu değiştirilen Kıbrıs’ın kuzeyinde yapılacak sözde seçimlerde, Kıbrıslı Türklerin siyasal iradesinin ortaya çıkması mümkün değildir.
Türkiye’nin istemediği bir adayın seçilmesi de mümkün görünmemektedir. Türkiye 1950’li yıllarda, İngilizlerin verdiği siyasal taktikle “taksim” için çalışmaya devam etmektedir.
Seçim süreci boyunca, Kıbrıs Türk toplumu veya Türkçe konuşan Kıbrıslılar yerine “Kıbrıs Türk halkı”, alt yönetim veya Kıbrıs’ın kuzeyi yerine devletin itibarını öne çıkarma, Türkiye işimize karışmasın veya işgalci Türkiye yerine, “Türkiyesiz olmaz” gibi terminolojiler yerleştirilerek, işlenen suçlara uluslararası hukuk dışında kılıf yaratmaya çalışılmaktadır.
İki ayrı devlet söylemi ile de kapalı kapılar ardında, pazarlık payı yükseltilerek, çözüm konusunu ertelemeyi amaçlamaktadırlar.
Seçimlerin bittiği gün, Kıbrıs’ta federal temelde tarafların bugüne kadar uzlaştıkları ve Birleşmiş Milletler’in de yazıya geçirdiği zeminde görüşmeler tekrardan başlayacaktır.
Söz ve yetki bölgemizdeki siyasi figüranlarda değil bölgemizi şekillendiren küresel güçlerdedir. Önemli olan Kıbrıs’ı bir bütün olarak görüp, tüm Kıbrıslıların çıkarlarını öne çıkaracak girişimlerin yanında olmaktır.



