Barthes, bir fotoğrafın gerçeği yansıtmadığını, aksine gerçeği yeniden ürettiğini söyler.Bu yeniden üretim, kodlar aracılığıyla gerçekleşir: Giysi, yüz ifadesi, mekan, ışık, hiyerarşi…
Erdoğan’ın ABD ziyareti pek de umduğu gibi geçmedi. Fidan’ın Kaan uçakları ile ilgili “herkesin bildiği sır”ları ifşa etmesi, Tom Barrack’ın meşruiyet açıklamaları, Erdoğan’ın yol kenarında Trump’ın konvoyunun geçişini beklemesi, Trump’ın müstehzi hileli seçim “geyik”leri… hiçbiri “dünya lideri”mizin (!) PR’ını köpürtecek fotoğraflar değillerdi. TBMM’nin açılış seremonisi ve akabindeki kokteyl, ‘asrın lideri’nin -küresel olmasa da kütlesel bir lider olduğunu- CHP hariç tüm muhalefet liderlerinin önünde el pençe divan durduklarını dosta düşmana gösterebileceği bir enstalasyona (yerleştirme sanatına) dönüştürülme imkanı verdi.
Hadi biraz da bu açıdan bakalım!
Roland Barthes, Rhetoric of the Image (1964) makalesinde hiçbir fotoğrafın doğal olmadığını söyler. Ona göre her fotoğraf “bir anlam örgütlenmesi”dir. Barthes, fotoğrafı/görüneni iki katmanda çözümler: denotative (görünen) katman ve connotative katman (görünenden çıkarılan kültürel anlam.)
TBMM’deki Erdoğan ve muhalefet liderleri fotoğrafında görünen (denotative) şey basittir: Bir grup siyasetçi aynı karede poz vermekte, hürmet ve hayranlıkla Erdoğan’ı dinlemektedirler.Aynı fotoğrafın konotatif düzeyde bir “birlik”, bir “yumuşama”, “devletin kapsayıcılığı”, hatta “muhalefetin rızası” gibi çağrışımlar ürettiği de açıktır.
Barthes bu noktada anchorage (sabitleme) kavramını devreye sokar: Bir görüntü, başlık ya da altyazı tarafından tek bir anlama sabitlenir. Cumhurbaşkanlığının fotoğrafı “liderlerle buluşma” başlığıyla servis etmesi tam da bu sabitlemedir; fotoğrafın çok anlamlılığını daraltır, izleyiciyi belli bir yoruma yönlendirir: “Siyasi barış” ve Erdoğan’ın etrafında kenetlenme.
Barthes, bir fotoğrafın gerçeği yansıtmadığını, aksine gerçeği yeniden ürettiğini söyler.Bu yeniden üretim, kodlar aracılığıyla gerçekleşir: Giysi, yüz ifadesi, mekan, ışık, hiyerarşi…TBMM fotoğrafındaki kodlar da bu açıdan dikkat çekicidir: Erdoğan ortada, Meclisin görkemli mermer zemini altında, bayrak ve devlet amblemi fondadır. Yanında farklı ideolojik yönlerden gelen liderler vardır. Bu kompozisyon, “devletin merkezinde Erdoğan, çevresinde rıza üretimi” biçiminde okunabilir. Nitekim Barthes’a göre bu bir mitoloji üretimidir -sıradan bir görüntüye tarihsel anlam yüklenir ve o anlam doğal görünür. Bu karede de “birlik” miti üretilir.
Aktörlerin rızası
DEM Parti yetkililerinin, çözüm sürecinde sadece Erdoğan’ı değil Bahçeli’yi de önemsedikleri, süreci devam ettirebilmek adına her iki liderle çözüm odaklı görüşmeler sürdürdükleri, üzüm ve bağcı dikotomisinde gözlerini sadece üzüme diktikleri âşikar; bunun için de DEM Parti yetkililerini eleştirmek değil tebrik etmek gerekir diye düşünüyorum. DEVA ve Gelecek Partilerinin konumları ise biraz daha farklı. Her iki parti “tabela partisi” olmaya doğru hızla koştuklarının farkındalar. Gelecek seçimlerde her iki partinin barajı geçmeleri imkansız; TBMM’ye giremedikleri takdirde silinip gidecekleri ise ayan beyan. Yüz ifadeleri, Müsavat Dervişoğlu ile Fatih Erbakan’ın CHP’yle beraber hareket eder görünmemek adına, zevahiri kurtarmak maksadıyla orada bulunduklarını söylüyor bize. Lakin fotoğraf kareleri, Erdoğan’ın önünde el pençe divan duran Erbakan ve Dervişoğlu ile adeta lunaparkta keyif çatan Gelecek ve DEVA ergen(lider)lerini gösteriyor. Özgür Özel’in bu fotoğrafta olmaması ise ne hikmetse “milli irade”ye ve TBMM’ye saygısızlık olarak kodlanıyor. Dönüp bir daha Barthes’in fotoğrafın denotative/connotative anlamları üzerine yazdıklarına bakmak zamanıdır.
Bu noktada Susan Sontag’ın On Photography (1977)’de bir fotoğrafın hem estetik hem de bir iktidar teşhiri olduğunu söylediğini hatırlamak gerekiyor. Fotoğraf çekmek, bir şeyi sahiplenmektir. Birini -bir şeyi- fotoğraflamak, onu bir nesneye dönüştürmektir. TBMM’deki fotoğraf da bu iktidar ilişkisini yansıtır: Liderler “Görsel bir düzlemde nesneleşir”, kameranın gözü önünde “Poz verirler”. O pozun sahibi, fotoğrafı çeken kişi değildir sadece; aynı zamanda o kareyi servis eden iktidardır. Nitekim, Sontag’ın ifadesiyle, “Fotoğraf gerçeği göstermez”, ona hükmeder.
Fotoğraflar: Sessizliğin kareleri
Fotoğraflar bazen kelimelerden daha gürültülüdür. Hele ki iktidarın kamerası çekiyorsa, o gürültü çoğu zaman sessizlik kılığına bürünür. Erdoğan’ın TBMM’de ürettirdiği o kare de sessiz bir nutuktur aslında: “Herkes yerini bilsin” demenin görsel biçimi. Fotoğraf, tıpkı iktidar gibi, yalnızca göstermez; gösterdiğini nasıl göreceğimizi de öğretir. Kadrajın merkezine kimin yerleştirileceği, kimin gölgede kalacağı, kimin başını eğip kimin gözlerini dik tutacağı önceden planlanır. Barthes’ın dediği gibi, “Her görüntü, içinde bir ideoloji taşır.” Bu kare de istisna değildir: orada “birlik” imgesiyle yaldızlanan şey, aslında rızanın estetize edilmiş biçimidir.
Fotoğraflar yalnızca görsel belgeler değil, aynı zamanda ideolojik üretim araçlarıdır. Her görüntü, belirli bir toplumsal düzenin meşruiyetini yeniden kurmak için işlev görür. Erdoğan’ın TBMM fotoğrafı, siyasal iktidarın meşruiyet krizine verdiği estetik bir yanıttır; farklı sınıf ve fraksiyonlar arasındaki gerilimi görünmez kılarak “devletin sürekliliği” yanılsamasını üretir. Fotoğraf bu haliyle bir rıza mühendisliği aygıtıdır: Görünürde tarafsız, özünde sınıfsal.
“Birlik” söylemi, toplumsal bir uzlaşmayı değil, egemen blokun kendi iç dengesini yeniden kurma çabasını gizler. Bu fotoğrafta halk yoktur; orada yalnızca iktidarın çevresine dizilmiş siyasal temsilciler yer alırlar. Sınıfsal temsiliyetin yokluğunda, görsel birlik sahneleri halkın dışlandığı bir meşruiyet gösterisine dönüşür. Devletin simgesel merkezinde sergilenen bu fotoğraf, tam da bu nedenle, sermaye düzeninin politik istikrarını tahkim ederken muhalefeti dekoratif bir figüran konumuna iter.
Ama hiçbir kare ebedi değildir. Tarih, fotoğrafları değil, onların arkasındaki üretim ilişkilerini okur. Bugün “devletin birliği” olarak çerçevelenen bu görüntü, yarının siyasal belleğinde “krizin estetize edilmiş biçimi” olarak yerini alacaktır. Çünkü fotoğraflar değişmez belki ama onları okuyan halk değişir ve bir gün, kameranın arkasında kimin durduğunu, kimin sahneyi kurduğunu, kimin ışığı kime tuttuğunu herkes görecektir.
Unutmamak gerekiyor ki, iktidarın objektifi, gerçeği göstermek için değil, kime boyun eğileceğini öğretmek için odak yapar. Nihayetinde tarihin hafızasına kazınacak olan, deklanşörün sesi değil, o karede susturulanların sessizliğidir.
Dayanışmayla, dostça ve hoşça kalın…


