İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü ve soykırıma dönüşen askeri harekatla ilgili tüm dünyadan tepkiler hızla yükselirken, Türkiye’yi yönetenlerden “söz” den öte bir tepki çıkmamasını, sorgulamak gerektiğini düşünmekteyim.
İsrail Devleti 1948 yılında, Musevilik dinine inanan ve tarihsel süreç içinde önce Babilliler daha sonra da Romalılar tarafından, Filistin’den dünyanın her tarafına sürgün edilen Yahudilerin, XIX. yüzyıl sonunda, Theodor Herzl’in ortaya attığı “Siyonism” fikrine dayalı olarak “tanrının onlara vaat ettiği topraklara” (Filistin) dönmeye başlamaları sonucunda, İngilizlerin de destek vermesi ile kuruldu.
İkinci Dünya Savaşı’nda Avrupa’da yaşanan “Yahudi Soykırımı” ABD başta olmak üzere NATO’yu oluşturan devletler, Filistinli Arapları evinden, yerinden eden Siyonist terör dalgası sonucunda kurulan, bu din devletine sempati ve destekle yaklaşmalarını getirdi.
İsrail Devleti’ni ilk tanıyan ülkelerin başında NATO’ya yeni üye olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti gelmektedir.
Türkiye 1948 sonrası yapılan tüm Arap – İsrail savaşlarında da ABD’de odaklanan Yahudi Lobisi’nin etkisinde, NATO ile beraber hareket ederek, İsrail’e karşı açık tavır almamıştır.
1990’lı yıllar Türkiye – İsrail ilişkilerinde çok önemli gelişmelerin yaşandığı yıllardı. Her zaman İsrail’e en şiddetli şekilde karşı çıkan, dönemin Başbakanı Necmeddin Erbakan, Türkiye – İsrail ortak askeri iş birliği antlaşmalarını imzalamış, mecliste bu konu hiç sorgulanmamıştı.
Aynı yıllarda, İsrailli savaş pilotları Türkiye’de eğitilmeye başlanmış, M48 tankları ile savaş uçaklarının moderinizasyonu projeleri İsrail ile birlikte yürütülmüştü.
Türkiye Genel Kurmay başkanları İsrail’e resmi ziyaretler yapmışlar, hatta Netanyahu ile de özel olarak görüşmeler de gerçekleştirmişlerdir.
1999 yılında İsrail Dışişleri Bakanlığı’nın daveti ile yaptığımız bir ziyarette İsrail’de tarım ve hayvancılık alanlarında eğitim alan yüzlerce Türkiyeli memurun olduğunu görmek bizleri şaşırtmıştı.
Özellikle GAP Projesi ve güneydoğu Anadolu’da tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi için ortak projeler yürütüldüğünü, Suriye sınırında bulunan mayınlı arazilerin, tarım arazisi kazanmak için İsrail’in desteği ile temizlendiğini bu ziyarette öğrendik.
Ne ilginçtir ki, tarım alanı açma gerekçesi ile mayınların temizlenmesi, Suriye savaşından kaçan milyonlarca insanın sınırdan Türkiye’ye tehlikesizce geçişine yaramıştır.
Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) tam da bu dönemde dillendirilmeye başlanmış, AKP kurulmuş, hapisten çıkan ve milletvekili bile seçilmeden, partinin başına geçerek, ABD’ye ziyaret yapan Recep Tayyip Erdoğan, orada Yahudi Lobisi tarafından da kabul edilmişti.
Recep Tayyip Erdoğan burada yaptığı konuşmalarda ve sonrasında “ben BOP’nin eş başkanıyım” söylemleri ile icraatlarının ne doğrultuda olacağını ele vermiştir. Kemalist rejimin ve ordunun tasviye edilmesi, tek adam rejimine geçiş, Irak, Libya ve Suriye’de kökten dinci teröristlere sağlanan destekle bölgede İsrail’e yönelik tehdidin ortadan kaldırılması, ABD kontrolunda yönetimlerin göreve getirilerek bu ülkelerin eyaletlere bölünmesi, Türkiye iktidarının kimin hizmetinde olduğunu ve Türkiye’yi perde arkasından kimin yönettiğini ele vermektedir.
BOP çerçevesinde, küresel güçlerin verdiği görevleri başarı ile yerine getiren Türkiye’deki iktidar, son dönemde rüşvet, yolsuzluk, usulsüzlük batağına daldığından, asli görevlerini aksatmaya başlamıştır.
Türkiye’de yetiştirip, Suriye’ye saldıkları köktendinci teröristleri Suriye’de hükümete getiren Türkiye, bunlar üzerindeki kontrolu kaybederek, Kürtler ile başlattıkları “Barış Süreci’ni” kesintiye uğratmıştır.
İsrail, Suriye iktidarı ile sorunlar yaşamakta, bunu da Türkiye’nin verilen sorumluluğun dışına çıkmasına bağlamaktadır.
PKK’nın silah bırakarak süreci başlatması ile birlikte, başta Selahaddin Demirtaş olmak üzere siyasi tutukluların serbest bırakılması geciktirilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti anayasasında yapılması öngörülen değişikliklerle ilgili somut adımlar hala daha atılamamıştır.
Türk yerine “Türkiyelilik” kavramı somutta hayata geçirilmemiş, eyalet sistemi konusunda ilerleme olmamıştır. İstanbul’u, Dubai gibi bir finans merkezine dönüştürecek ve Rusya’ya karşı Karadeniz’de yeni bir tehdit unsuru yaratacak “Kanal İstanbul Projesi” ile ilgili gelişmeler çok yavaş ilerlemektedir.
Doğu Akdeniz’de oluşturulması planlanan ekonomik iş birliğine dayalı sistemin hayata geçmesi ile ilgili hiçbir gelişme sağlanamamıştır. Azınlıklara, farklı din ve inançlara mensup Türkiye vatandaşlarına haklar verilmesi sürecinde de ilerleme olmamıştır.
ABD-İngiliz merkezli, Yahudi orjinli küresel güçler dediğimiz, dünya siyasetini şekillendiren güçler, Erdoğan – AKP iktidarının son dönemdeki olumsuz icraatlarından ciddi şekilde rahatsızdırlar. Nepal’de yaşanan son olaylar ve Türkiye’de muhalefetin sokaklarda eylem yapması, Erdoğan iktidarına verilen bir mesaj olarak algılanmalıdır.
Erdoğan’ın, Trump ile yapacağı görüşmede bunların yer alacağını kestirmemek, siyaseti okuyamamak demektir. Erdoğan’ın, bu ziyaret öncesi ABD’nin Türkiye’den ithal ettiği bazı malların gümrük vergilerini yüzde 15 artırmasına rağmen, gümrük tarifelerini sıfıra çekme manevrası aslında ne kadar zor durumda olduğunu göstermektedir.
Bu ziyarette, BOP çerçevesinde verilen görevleri yerine getirmek için Erdoğan ek süre talebini öne çıkarmasını beklemekteyim. Bilelim ki, bu ziyaret sonrası Türkiye iktidarında kadro değişikliği ve Kıbrıs’taki seçim sürecini de etkileyecek birtakım değişikliklerin ortaya çıkacağı açıktır.
Bu arada Türkiye ile İsrail savaşa giriyor çığırtkanlığı yapanlara da tavsiyem, iki ülke arasında devam eden ticaret rakamlarına bakıp, bu yazıyı en az üç kez okumalarıdır.



