tüm yazılar:

AKP’nin Kıbrıs Krizi – Yonca Özdemir

Orjinal yazının kaynağıbirgun.net

Son günlerde Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin gerilmiş olduğu doğru. 2023’ten beri güya bir Türk-Yunan normalleşme süreci vardı. Ancak iki ülkenin başında da milliyetçi söylemlere sahip liderler bulunduğu üzere, gerilimlerin şaşırtıcı olmadığını düşünüyorum. Tabii kimi zaman bu gerilim normalden daha fazla yükselebiliyor. Sıcak bir çatışma olmasa da birkaç olay üst üste geldiği üzere, şu anda da gerilimli bir dönemde olduğumuzu söyleyebiliriz.

DENİZ SINIRLARI HARİTASI

Olaylardan en sonuncusu ile başlayalım: Yunanistan’ın Avrupa Birliği (AB) mevzuatı gereğince kabul ettiği “mekânsal deniz planlamasının” Ege ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin tezleri ile çatışan ve dolayısıyla Türkiye’nin kabul etmediği yeni haritalar oluşturması. Bu yeni haritalara göre, Ege Denizi’nde Yunan adalarına 12 deniz mili olacak şekilde bir yetki alanı tanınmıştır ve böylece Ege Denizi’nin yüzde 70’inden fazlası Yunanistan hâkimiyetine geçmektedir. Kulağa oldukça cüretkâr gelse de bu yeni bir durum değil. Yunanistan, halihazırda 6 mil olarak uyguladığı karasularını her fırsatta 12 mile çıkarmak istemekte ve dönem dönem bu mesele Türkiye ile Yunanistan arasında gerilim yaratmaktadır. 1995 yılında yine bu konu gündeme geldiğinde Türkiye bunu “savaş nedeni” olarak ilan etmişti. Yani Yunanistan daha önce de çeşitli siyasi açıklamalar, haritalar ya da planlar ile 12 mil hedefini gündeme getirmiş ama hiçbir zaman hayata geçirememiştir. Dolayısıyla, kanımca ortada çok da panik olacak bir durum yok. Yunanistan her zamanki maksimalist tutumuna devam etmekte ve Ege Denizi’ndeki yetki alanlarıyla ilgili Türkiye ile anlaşma yapmaktan kaçınmaktadır.

İşin hukuksal boyutuna girersek, Yunanistan 1982 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf olduğundan beri bu sözleşmede yer alan 12 mil üst sınırının “doğal hakkı” olduğunu iddia etmekte. Türkiye ise bu anlaşmaya taraf değil ve Ege Denizi’nde kendi anakarasına çok yakın Yunan adalarının bulunduğunu ve dünyadaki diğer örneklerde görüldüğü gibi sorunun Türkiye ve Yunanistan arasında yapılacak adil bir anlaşma yoluyla çözülmesi gerektiğini savunuyor. Nitekim, bahse konu BM sözleşmesi Yunanistan’ın iddia ettiği gibi ülkelere otomatik olarak 12 mil hakkı vermemekte, ancak şartlar uygunsa yetkileri 12 mile kadar uzatma müsaadesi vermektedir.

Tabii Yunanistan’ın Akdeniz haritaları gibi Türkiye’nin Mavi Vatan haritalarının da abartılı olduğunu vurgulamam lazım. İkisi de çözülmesi için diplomatik etkileşim gerektiren çatışan ulusal çıkarları temsil ediyorlar.

ELEKTRİK KABLOSU

Bu harita olayıyla bağlantılı olarak nisan ayının başlarında bir de elektrik bağlantısı projesi krizi çıkmıştı. İsrail’in yardımıyla Yunanistan-Kıbrıs arasında kurulması planlanan ve “Great Sea Interconnector” (GSI) diye bilinen bu 1,9 milyar avroluk proje Avrupa’nın elektrik iletim ağlarını Kıbrıs’a bağlayacak ve daha sonra Akdeniz üzerinden İsrail’e uzanacak. GSI, İsrail’in tam desteği ve Avrupa Birliği’nin mali desteğiyle Kıbrıs’ın enerji güvenliği için stratejik bir proje olarak görülüyor. Proje için yapılan deniz araştırmaları ise Türkiye’den tepki aldı. Projenin deniz araştırmaları için bir Navtex’in (seyrüsefer uyarısı) yayınlanması, Ankara’dan gelen artan söylemlerle daha da karmaşık hale gelen durumun hassasiyeti sebebiyle şimdilik ertelendi.

Türkiye, bu projeye karşı muhalefetini defalarca dile getirdi. Türk Savunma Bakanlığı planlanan faaliyetleri “provokatif” olarak nitelendiriyor ve Yunanistan ile Kıbrıs’ı Türkiye’nin izni olmadan ilerlemekle suçluyor. Türkiye, geçici Libya hükümeti ile imzalanan deniz bölgeleri hakkındaki bir muhtıraya dayanarak, bu elektrik projesinin haklarını ihlal ettiğini iddia ediyor. Yunanistan ise Türkiye’nin Libya ile yaptığı muhtırayı geçersiz görüyor. Yunanistan Türkiye’nin muhalefetine rağmen Kıbrıs’a elektrik bağlantısına devam etmekte kararlı görünüyor, ancak Türkiye’nin artan baskısı altında araştırma operasyonlarına yeniden başlama takvimini gizli tutuyor. Yayınlanan “mekânsal deniz planlaması” haritaları da bu konuyla bağlantılı gözüküyor. Yani bu elektrik projesi konusu da Doğu Akdeniz’de yeni gerginlikler yaratıyor ve gerginlikler yaratmaya da devam edeceğe benziyor.

KIBRIS-TÜRKİ CUMHURİYETLER

Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın Güney Kıbrıs’ı resmen tanıyıp Kıbrıs Cumhuriyeti’ne elçi atamaları olayı var. Biliyorsunuz Türkiye’nin yoğun baskıları ile KKTC 2022 yılında Türk Devletleri Örgütüne gözlemci üye yapılmıştı. Türkiye’nin bu ülkelerin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC’yi) tanımaları için 2-3 yıldır sürdürdüğü çabalar da var. “İki-devletli çözüm” diye KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın Türkiye desteğiyle ısrar ettiği politika kapsamında KKTC’nin Türk Devletleri Örgütüne gözlemci üye yapılması büyük bir başarı olarak lanse edilmişti. Hatta Azerbaycan’ın KKTC’yi resmen tanıyacağı da söyleniyordu. Beklenenin tam tersi bir gelişme olarak üç Türki cumhuriyetin KKTC’yi tanımayıp Güney Kıbrıs ile ilişkilerini geliştirmesi Türkiye için büyük bir hayal kırıklığı oldu. Özellikle Türkiye’nin 2020’den itibaren izlediği Kıbrıs politikası açısından bakarsak bu gelişmeyi gerçekten tam bir “fiyasko” ve “stratejik başarısızlık” olarak nitelemek mümkün.

Duruma Türki cumhuriyetler açısından baktığımızda ise bu devletlerin Batıyla ilişkilerini geliştirme çabasında olduklarını ve kendi çıkarlarını düşünerek pozisyon aldıklarını görüyoruz. Jeopolitik konumları sonucu yoğun Rusya ve Çin baskısı altındayken ve dünyada dengeler yerinden oynarken KKTC’yi tanıyıp Batı’dan uzaklaşmak riskini almaya niyetleri yok. Aksine AB’ye yaklaşmak için Kıbrıs Cumhuriyeti ile ilişkileri geliştirmeyi seçiyorlar. Özellikle Kazakistan ve Güney Kıbrıs arasındaki ilişkiler zaten bir süredir gelişiyordu. O yüzden bu kararları çok da sürpriz olmadı. Bu karar ancak KKTC için sürpriz olmuş olabilir.

Neden?

Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin pek çok alanda bu şekilde Türkiye’nin aleyhine atağa geçmiş olması tabii ki bir tesadüf değil. Sorun, Trump hükümetinin ABD-Avrupa ilişkilerine vurduğu darbe ile birden savunmasız hale gelen Avrupa’nın yeni savunma işbirlikleri araması çabaları içinde Türkiye’yle olası işbirliklerinin gündeme gelmesi ve Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de bu olasılığa karşı çeşitli karşı hamleler yapıyor olması.

Son aylarda AB düzeyinde, artık ABD tarafına güvenmenin mümkün olmadığı konusunda bir farkındalık oluştu. Türkiye bildiğiniz üzere bir NATO müttefiki ve üstelik savunma alanında, bilhassa asker ve tank gücü konusunda Amerika’dan sonra NATO’da bir numaralı ülke. Üstelik Türkiye son yıllarda savunma sanayi atılımlarıyla da özellikle insansız hava aracı (İHA) ve donanma gemisi üretimi alanlarında, öne çıkıyor. Konum olarak da hem Ukrayna’ya hem de Ortadoğu’ya yakın olduğunu düşünürseniz, Avrupa’nın güvenliğini Türkiye’den ayrı düşünmek imkânsız. Nitekim Avrupalılar da Trump şokunu atlatmaya başlar başlamaz Türkiye’yi tekrar hatırladılar. Türkiye, önce Ukrayna’nın güvenliği ve Avrupa’nın geniş kapsamlı savunma tutumunun ele alındığı 2 Mart’ta Londra’da yapılan büyük zirveye davet edildi. Türkiye, 20-21 Mart’ta Brüksel’de yapılan AB liderler zirvesine de davet edildi. Bu da “Acaba AB-Türkiye ilişkileri düzeliyor mu?” tartışmalarını başlattı. Ancak günümüz koşullarında bu gelişmelerin devamı ne kadar gelir, emin değilim.

Aslında iki olasılık var: Türkiye ve Avrupa arasında kısa vadeli, işlemsel bir ortaklık veya Türkiye’nin Avrupa güvenlik yapısına uzun vadeli entegrasyonu. Görünen o ki AKP hükümeti süresince Avrupa bunlardan en fazla ilkini yapacak. Avrupa Komisyonu, 19 Mart’ta Beyaz Bülten olarak bilinen yeni güvenlik stratejisini duyurdu. Bu strateji, askerî harcamaları ve üretimi artırmanın yanı sıra 2030’a kadar ortak savunma projelerine kaynak tahsis etmeyi de içeriyor. Türkiye aday ülke olarak bu stratejinin bir parçası olabilecekken AB’nin yeni savunma finansmanı mekanizmasının dışında bırakıldı. Dahası Bülten’de, özellikle Kıbrıs sorununun çözümlenmesi ve Doğu Akdeniz bölgesinde istikrarın sağlanması konusunda Türkiye’nin AB öncelikleriyle uyum sağlaması gerektiği vurgulanıyor. Türkiye’nin Avrupa ortak savunma programlarına katılım ihtimali de oybirliği şartı nedeniyle zor. Yani bu Akdeniz ve Kıbrıs şartlarının özellikle de Yunanistan ve Kıbrıs tarafından gündeme getirildiğinden emin olabilirsiniz. Tabii bunlar barışçıl ilişkiler ve barış müzakereleri ile üstesinden gelinemeyecek koşullar değil, fakat AKP politikaları şu anda bu yönde değil.

Aslında Türkiye’nin Avrupa’nın güvenliği için sağlayabileceği çok şey var ve Türkiye bunu büyük bir avantaja çevirebilirdi, fakat bunun için önünde Yunanistan ya da Kıbrıs Cumhuriyeti’nden daha büyük bir engel var, o da güven eksikliği. Türkiye demokratik bir hukuk devleti olsa güven veren bir ülke olur ve şu anda AB nezdinde en büyük şansını yakalamış olabilirdi. Otoriter AKP rejiminin İmamoğlu’nu tutuklayarak ve protesto yapan göstericilere de şiddet uygulayarak kendini tamamen konsolide etmeye çalışması Avrupa’nın Türkiye’ye güven duyabilmesi için büyük bir engel. Zaten kendi içinde otoriterleşen Macaristan ve Slovakya gibi ülkelerle uğraşan Avrupa içine bir tane daha sorunlu ülkeyi sokmaktan hatta o ülke ile yakınlaşmaktan kesinlikle kaçınacaktır. Avrupa için Türkiye’yi bu haliyle Avrupa güvenlik koalisyonuna kabul etmek hukukun üstünlüğünün dramatik şekilde bozulmasını görmezden gelmek demek olur. Bu Türkiye tarzı otoriter rejimler için bir başarı ve nihayetinde Avrupa’nın değerlerine ve ilkelerine zarar vermek demek olacaktır. Nitekim bu son haftalarda Avrupa Türkiye’ye daha mesafeli davranmakta.

KIBRISLILAR SOSYAL MÜHENDİSLİK ÇABALARINA KARŞI AYAKTA

Özetlemem gerekirse, aslında bugünkü istikrarsız dünya düzeninde Türkiye’nin önüne pek çok önemli uluslararası fırsat çıkıyor. Fakat Türkiye bu fırsatları iki sebeple iyi değerlendirememekte. Birincisi, AKP hükümeti kendi gücünü fazlaca abartıp diğer aktörlerin gücünü ve çıkarlarını hesaba katmadan maksimalist planlar yapmakta. Bu maksimalist planlar da uluslararası ilişkilerde tepki çekmekte ve hemen diğer aktörlerce sekteye uğratılmakta. İkincisi, Türkiye otoriter rejimi sebebiyle Avrupa ile yeterli yakın ilişkiler kuramıyor. Bu da Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ne maksimalist tutumlarında ısrar edip bu tutumlarını meşrulaştırma fırsatı veriyor ve zaman zaman da onların, tabiri caizse, Türkiye’ye “gol atmalarına” ortam hazırlıyor.

Son olarak şundan da bahsetmeden geçemeyeceğim: Şu anda Türkiye, desteklediğini ve savunduğunu iddia ettiği KKTC’de bile protesto edilmekte. Okullara başörtü sokulması konusunda bazı Türkiyeli kesimlerin Türkiye elçiliğinin de desteğiyle yarattığı baskı öğretmen sendikaları ve de halkın büyük bir kesimi tarafından tepkiyle karşılanmakta ve her gün eylemler düzenlenmekte. Adada Türkiye destekli tarikatların iyice yayıldığı zaten uzun bir süredir konuşuluyor ve Kıbrıslı Türkler Türkiye’nin bu sosyal mühendislik çabalarına karşı oldukça öfkeli. Ben bunu da ayrı bir diplomatik fiyasko olarak not etmek isterim.

Yeniçağ'da yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar Yeniçağ Gazetesinin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.

Son Yazılar

spot_img

Son eklenenler

spot_img