Kıbrıs’ın kuzeyi çokkültürlü değildir. Ada genelinde barış dilini, bütünlüğü ve ortak yaşamı bütünleştirmeyen dil ve siyaset inşa edilmedikçe; bu topraklarda farklılıklar değil, çıkarlar üzerine kurulu bir düzen hüküm sürmeye devam edecektir. Ve sizin “insan hakları” savunuculuğunuz da, ne yazık ki, bu çıkar düzeninin bir parçasıdır.
Diaspora Kıbrıs, aslında “daha fazla Kıbrıs”tır. Her hukuksuzluğun, her kaybın, her yerinden edilmenin izini taşır. Evler yalnızca taş ve duvardan ibaret değildir; içinde yaşayanların hikayelerini, kimliklerini, acılarını ve kayıplarını barındırır. Bir yerin geçmişini yok sayarak üzerine yeni yapılar dikmek ve buna “yeni düzen”, “çokkültürlülük”, “insan hakları” ya da “yeni çeşitliliğimiz” adını vermek; hafızayı silmek, savaşın, tecavüzün, istismarın ve adaletsizliğin üzerini örtmek anlamına gelir.
Ne kadar görkemli inşa edilirse edilsin, temeli haksızlığa dayanan her yapı er ya da geç çöker. Çatlar, dağılır ve sonunda gerçeğin ağırlığı altında parçalanır. Mülk gaspıyla, yerel halkların ve kimliklerin üzerine savaş sonrasında yeni kurallar koymak yalnızca ekonomik bir zulüm değil, aynı zamanda insan onurunun, hafızanın ve kimliğin de gaspıdır.
Kıbrıs’ın kuzeyinde “insan hakları” maskesiyle sunulan tüm söylemler, bugüne dek siyasi propaganda malzemesi olarak kullanılmıştır. Geçmişte işlenen suçları örtbas etmeye ve mağdurların adalet hakkını gasp etmeye hizmet etmiştir. Bugünkü söylemler barışı değil, adaletsizliği ve bölünmeyi meşrulaştırmaktadır. Bir de yüzünüze gözünüze fazla gelen, hak etmediğini o maaşlarınızı…
Çıkar zemininde Kuzey’i birleştirmeyi “insan hakkı” olarak lanse eden zihniyete ses çıkaranların sayısı bir elin parmağını geçmiyor. Bugün yapılan siyaset, akıl tutulmasıyla beslenen bir ikiyüzlülük rejimidir. Yıkık bir binanın temeline ne kadar yeni kat katılırsa katılsın, o yapı bir gün çöker, rüzgarla birlikte kanın kokusu, sahnenin bütün dekorunu dağıtır.
Çokkültürlülük, farklı köklerin özgürce nefes alabildiği; eşit hak, adalet ve karşılıklı saygının tesis edildiği bir düzeni tanımlar. Fakat, bunu diğer gelişmiş ülkelerdeki gibi tanımlamak bir yanılsamadır. Kıbrıs’ın kuzeyinde “insan hakları” ve “çokkültürlülük” söylemleriyle sahneye çıkanlar, çoğu zaman bu kavramların içini boşaltmakta ve onları birer propaganda aracına dönüştürmektedir. Kendilerini “birleştirici”, “kapsayıcı” ve “insan hakları savunucusu” olarak tanıtanlar, yanı başlarındaki Kıbrıs’ın güneyini ve orada yaşayan toplumları bütün bu birlik, beraberlik ve kardeşlik söylemlerinin dışında tutar.
Ama aynı zamanda “barış” ve “federal çözüm” talepleriyle sahneye çıkar, “karma evlilikler”den, adı bile telaffuz edilemeyen ve “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi” olarak andıkları Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kimliğini işgal topraklarında vaat ederler. Bu, kendi içinde tutarsız, samimiyetsiz ve manipülatif bir söylemdir.
Kıbrıs’ta yıllardır süren ihanetler, dış müdahaleler, güç devşiren zümreler, taşıma nüfus politikaları ve adaya sinmiş kir, pas, korku ve endişe… Bunların sorumluları bütün bu dilden beslenenlerdir. Kuzey ile sınırlı bir “çokkültürlülük” anlayışıyla insan haklarını savunduğunu iddia edenler, çoğu zaman çıkar hesaplarının, nüfus ve bunun üzerine sundukları insan hakkı savunmalarını sürdürmenin peşindedir. Kirli pazarlıkları, ayrıcalıkları ve kamusal kaynakların yağmalanmasını meşrulaştıran bu sahte söylem, garantörlerin çıkarlarına hizmet eden politikalarla iç içe geçmiştir.
Yarım yüzyıldır yerel halklar mağdur edilirken, Kuzey’de bir zümre haksız yere zenginleşmiş; halkın çoğunluğu pasifleştirilip diaspora olmaya zorlanmış, adayı terk etmişken olmuştur tüm bunlar. Denetimsizlik, sömürü ve sessizlik bu adada sistematik hale getirilmiş, ihanetlerin listesi her yıl biraz daha kabarmıştır.
Bugün Kuzey’de “çokkültürlü” olarak pazarlanan düzen, aslında suçun, kirliliğin ve yozlaşmanın meşrulaştırılmasından ibarettir. “İnsan hakları” maskesiyle bu düzeni savunmak; Kıbrıslı Rumları ve güneyde yaşayan tüm toplumları dışarıda tutarken, yalnızca Kuzey’de sahte bir bütünlük yaratmaya çalışmaktır.
Bu, tam anlamıyla yüzsüzlük ve ikiyüzlülük üzerine inşa edilmiş arsız bir siyasettir. Ve buna sessiz kalan herkes, bu siyaseti yürütenler kadar suçlu ve sorumludur.
Bu adanın kuzeyini bugün çokkültürlü diye lanse etmek, insanların aklıyla oynamakla “eşdeğer”dir. Önce ihanetlerin, çıkarların ve örtbasların hesabı verilmelidir. Sonra, ancak o zaman eşit haklar temelinde gerçek bir ortak yaşam kurulabilir, ve hayır kuzeyi bütünleştirmek mümkün değildir.
Kuzey çokkültürlü değildir; ve “insan hakları” kılıfıyla bunu manipüle etmek, muhalefetin de en az herkes ve herşey gibi en büyük işgüzarlıklarından biridir.



