tüm yazılar:

Türkiye kapitalizminin ‘monark’ arayışı: Yüksek kârlar için daha çok baskı – Kansu Yıldırım

Orjinal yazının kaynağıevrensel.net

Marx ve Engels, Alman İdeolojisi adlı eserlerinde egemen sınıfların her yerde başlarında bir ‘monark’ (tek hükümdar) bulunmak üzere örgütlendiğini, dönemin şartları göz önüne alındığında ticaretin ve sanayinin mekansal örgütlenmesi açısından bunun bir zorunluluk olarak ortaya çıktığını belirtirler. Zorunluluğun temel nedeni, özel mülkiyet yapısının, nüfusun ve üretim ölçeğinin gelişmesiyle birlikte siyasal egemenlik biçiminin yeni duruma uyum sağlamasıdır.

Kapitalizmin farklı dönemlerinde, farklı siyasal biçimlerde görülen ‘tekçi’ yapının iki özelliği vardır. Üretimle ve sermaye birikimiyle ilgili ekonomik boyutta, mülkiyetin daha az kişide toplandığı tekelci yapı gelişir ve ulusal sınırları aşarak yaygınlaşır. Sermayenin yoğunlaşmasına paralel ekonomik güç üretim alanıyla sınırlı kalmaz, sermaye sınıfının siyasal egemenliğini sağlayacak çeşitli burjuva temsil ilişkilerinde de somutlaşır.

Çelişkilerin sürekli yeniden üretildiği, krizlere gebe bir parlamenter sistem olabileceği gibi, sermaye sınıfının filtresiz ve aracısız temsil edildiği başkanlık tipleri de yürürlüğe konabilir.

Sermaye her dönemde bir ‘monark’ arayışındadır. Lenin “ikili iktidar” üzerine yazarken “Burjuvazi, burjuvanın tek iktidarından yanadır” diye belirtir. Sermaye, modern demokratik devletin kendisine yük ettiğini düşündüğü “temsil karmaşası”, “gereksiz ve hantal bürokrasi”, “çıkar gruplarının itirazı” gibi, birikimi engelleyecek ve geciktirecek her faktöre karşı kesintisiz ve sürtünmesiz bir iktidar arama eğilimindedir.

Dünyanın ve Orta Doğu’nun içinde bulunduğu savaş konjonktürünü, jeopolitik denge durumundaki değişimleri ve Küresel Kuzey ekonomilerindeki durgunluk işaretlerini aynı çerçeveye yerleştirdiğimizde sermaye sınıflarının ‘monark’ arayışının nedenlerini daha iyi anlayabiliriz. Nitekim Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un geçtiğimiz günlerde sarf ettiği “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı olmaya ihtiyacı yoktur ama Türkiye’nin bir kez daha Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ihtiyacı vardır” sözlerinde de bu arayış dile getirilir.

Dünya Bankasının küresel ekonomik beklentiler hakkındaki son raporunda yılın başında beklenen küresel gayrisafi yurt içi hasılar (GSYİH) büyüme oranının neredeyse yarım puan düşerek yüzde 2.3’e gerileyeceği, bunun da küresel durgunluklar dışında son 17 yılın en zayıf performansı olduğu belirtiliyor. Türkiye’nin de aralarında olduğu gelişmekte olan ekonomilerdeki büyüme 30 yıldır üst üste düşüş eğilimindeyken, 2000’lerde ortalama yüzde 5.9’dan 2010’larda yüzde 5.1’e ve 2020’lerde yüzde 3.7’ye gerileme söz konusudur.

Uluslararası kapitalist sisteme kılcal damarlarına kadar bağlı halde bulunan Türkiye kapitalizmi de dışsal faktörlerden doğrudan etkilenmektedir. Çeşitli veri setleri üzerinden gidişatı izleyebiliriz.

İstanbul Sanayi Odasının (İSO) düzenli olarak yayımladığı “satın alma müdürleri endeksi” (PMI) haziran sonuçlarına göre endeks (46.7 puanla) son sekiz ayın en düşük değerini aldı. İmalat sektörünün faaliyet koşulları nisan 2024’ten itibaren kesintisiz bozulma eğiliminde olup, 10 sektörde (tekstil, giyim ve deri, ana metal sanayii, makine ve metal ürünler, elektronik, ağaç ve kağıt, kimya ve plastik) üretim hacmi, 8 sektörde de istihdam daraldı.

Şirket hareketlerine ilişkin diğer bir veri Sanayi Bakanlığının yatırım teşvik bültenlerinde görülebilir. Teşvik istatistiklerine göre 2025 yılının ilk çeyreğinde 2 bin 703 teşvik belgesi düzenlenirken, 2024 yılının ilk çeyreğinde bu rakam 3 bin 201, 2023 yılında 4 bin 49’du. Öngörülen sabit yatırım tutarları da benzer şekilde geriledi. 2023 yılının ilk çeyreğindeki sabit yatırım tutarı 468 milyar 261 milyon TL’den, 2024 yılının ilk çeyreğinde 311 milyar 651 milyon TL’ye, 2025 yılının ilk çeyreğinde 189 milyar 190 milyon TL’ye düştü. Teşvik belgelerinin adet ve sabit yatırım tutarı cinsinden azalışı, Şimşek programının iç talebi dondurma ve parasal sıkılaştırma politikalarının sonucudur. Teşviklerin bölgesel dağılımında birinci bölge ile diğer bölgeler arasındaki farkın her yıl açılması ise Türkiye’deki sosyoekonomik eşitsizliğin her yıl derinleştiğini gösteren başka bir veridir.

Türkiye kapitalizmi açısından diğer bir kritik sorun; sanayi, tarım, hizmetler ve vergilerin ekonomik büyümeye katkısında sanayi sektörünün katma değerinin ivme kaybetmesidir. Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığının rakamlarına göre 2024 yılının ikinci çeyreğinden itibaren sanayi sektörü küçülerek (yüzde 1.8) büyümeye negatif yönlü katkı sunmaktadır. 2025 yılının ilk çeyreğinde de aynı eğilim kalıcılaşarak sanayi sektörünün katma değeri yüzde 1.8 azalmıştır.

İSO 500 verileri de kâr hacmi ve kâr oranlarının düşüşünü, sermaye birikimindeki gerilemeyi gösteren başka bir tablo ortaya koyuyor. İktisatçı Erhan Bilgin’in Evrensel için yaptığı analize göre, 500 firmanın “net aktifler”i (sabit sermaye, para sermaye, arazi, bina ve gayrimenkul kıymetlerden oluşan varlıklar) 2024 yılında son 20 yılın en düşük seviyesine (yüzde 23 oranında azalarak) inmiştir. Artı değerden en fazla payı alan sanayi sermayesinin kâr oranları 2023’te yüzde 45 ve 2024’te yüzde 24 oranında gerilemiştir.

Küresel konjonktürün etkisiyle dış pazarlarda yaşanan durgunluk, savaşlar ve diplomatik gerilimlerden kaynaklı küresel ticaretteki ve lojistikteki sorunlar, iç pazarda Şimşek programının etkisiyle birikim temposundaki düşüş, sermaye sınıflarını siyasi, ekonomik ve toplumsal “istikrar” arayışına yönelten en önemli faktördür. Liberallerin “otokrasi”, “sultanlık”, “seçimli otoriterlik” gibi akademik isimlendirme oyunlarının aksine, siyasal rejime mevcut karakterini kazandıran etken, devlet biçimindeki değişimdir.

Türkiye büyük burjuvazisinin büyük bir kanadı -küresel hegemonya bunalımının arttığı bir evrede- kâr oranlarındaki düşüş seyrini tersine çevirmek ve dış pazarlara rekabete girerken arkasını daha güçlü bir devlet aygıtına yaslamak için diktatoryal devlet biçimine ihtiyaç duyuyor: Lenin’in en yalın şekilde ifade ettiği üzere “burjuvazinin tek iktidarı” yani “burjuva diktatoryası.” Kısa ve orta vadede yeni bir üretim paradigmasına geçecek siyasi iradenin ve kaynakların bulunmaması büyük burjuvazinin önemli bir bölümünü emek odaklı siyasi tedbirlere yöneltiyor. Dışa bağımlı bir ekonomik yapıdan ötürü gerekli olan sıcak parayı çekmek ve sermaye birikimini garantilemek için emek maliyetlerinin düşürülmesi, ücretlerin baskılanması, çalışma sürelerinin uzatılmasına yönelik planlar devreye sokuluyor.

1- Küresel tedarik zincirlerinde yakın coğrafyada rekabet halinde olduğumuz ülkelerle karşılaştırdığımızda, haftalık çalışma saatleri Mısır’da 43, Tunus ve Bulgaristan’ta 40, Çekya’da 39, Romanya’da 41 saat iken Türkiye’de 47 saattir.

2- İSO 500 listelerinde iş gücü verimliliği 2024 yılında yüzde 16 oranında azalarak 42 yıllık tarihinin en alt seviyesine gerilemiş olsa da, yine küresel tedarik zincirlerindeki rakip ülkelerle kıyasladığımızda en yüksek oran Türkiye’dedir. 2022 verilerine göre Mısır’da 46 bin 401, Tunus’ta 36 bin 139, Bulgaristan’da 53 bin 527, Çekya’da 84 bin 129, Romanya’da 75 bin 895 puan olan iş gücü verimliliği Türkiye’de 90 bin 493 puan olarak hesaplanmıştır.

3- Brüt yıllık kazançlardan kişisel gelir vergileri ve çalışanların sosyal güvenlik katkıları düşüldükten sonra kalan geliri temsil eden net kazançlar üzerinden bakınca Türkiye Avrupa ülkeleri arasında son sıralardadır. İtalya (24 bin 797 avro), İspanya (24 bin 571 avro) ve Yunanistan (18 bin 709 avro) gibi Güney Avrupa ülkeleri ve Romanya (12 bin 655 avro), Bulgaristan (11 bin 74 avro) ve Macaristan (13 bin 883 avro) gibi Doğu Avrupa ülkeleri ile Türkiye (11 bin 440 avro) en düşük net kazanca sahiptir.

Türkiye kapitalizminin yüksek kâr sıçramasını kısa ve orta vadede emek maliyetlerini düşürerek elde etme çabası son dönemde artan işçi eylemlerine ve grevlere yol açmıştır. Grev yasaklarının, direnişlere yönelik baskıların, grevlerdeki işçileri toplum önünde hedef göstermenin artışındaki temel neden, yüksek kâr sıçramasının maliyetini emekten çıkaran politikaları engelleyecek sınıf iradesini ortadan kaldırmaktır. Liberallerin topluma empoze etmeye çalıştığının aksine burjuvazi “daha iyi bir demokrasi” arayışında değildir.

“Constitutional Dictatorship” Kitabının Yazarı Clinton Rossiter’in belirttiği üzere “Anormal zamanlarda demokrasi olmaz, hukuk kaosa uygulanamaz”. Sermaye açısından krizdeki bir parlamenter demokrasi yerine, düzen ve istikrar arayışına cevap veren bir diktatörlük yeğdir. ‘Monark’ arayışında olma sebepleri de budur.

Yeniçağ'da yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar Yeniçağ Gazetesinin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.

Son Yazılar

spot_img

Son eklenenler

spot_img