Sadece son haftaki gelişmeler ve hafta sonuna girerken, hyapılan sabah baskınlarıyla gözaltına alınan belediye başkanları olları dahi, Türkiyede gidişatın iyi olmadığını anlamaya yetip artıyor. Devamına dalarsanız: gösterilen gerekçeler, resmi duruşların adeta ayuka çıkan itirafçı sözleriyle de konunun tekil değil sistemsel halini yansıtmaktadır. Buna karşın ikidebir işbirlikçilerimizin Türkiyeye gitme veya ordan buraya gelişlerle olıuşan teslimiyet ağı da geleişmelerin öyle Kıbrısın da dışında brakılacağının mümkün olmadığının basit görsel hareketleridir. Ama gelingörün ki bizim koltukçuların ikidebir “Türkiyenin sayesinde veya desteğindeki” yağ çekmenin de üstündeki laflarına rağmen, orada olan gelişmeler nedense buradaki en basit güncel medya mahşetlerinde yoktur. Öylesi algı sisi yaratıldı ki gün gelip burdaki karanlık kirli ilişkilerde şu tutum da karşılık buluyor: türkiye neden müdahale etmiyor: buradaki olanları Türkiyeye bilse denilmektedir. Daha da teslimiyet duruşu, buraya vali atanıp herşeyin çözülme olasılığının da kabul eden önemli kesimler olmasıdır.
Tüm bunlar eksikliklerin, kirli ilişkilerin ortaklaşa üretiği kültürel siyasal gerçekliktir. Hele de onca Türkiyeleşmemize karşın, ikidebir teşekkür etme ve sayyesinde lütuflara rağmen, oradkaki gidişat konusunda yorum dahi yapılamama sansürleşme tutsaklığında olmamızdır.
****
Sadece bir haftaya bakın. Öyle derinlemesine değil sadece resmi eksenli haber olnlarla öngörüleştirin. Göreceksiniz ki gerçekten gidişat öyle basit tehlike değil, çok daha önemli geri dönülemeyecek yaralar aşmaktadır. Hafta girişinde CHP davasıyla ivme yükseldi. Parti hakında açılan dava sözkonusuydu. Direk anayasal hüküm gibi YSK kararlarının kesin olduğu, mahkemelerin buna yönelik karar alamayacağı durumuna rağmen, CHP kurultay davası başlıyordu. Karar veya sürekleştirme şekileri de öngörüldü. Hukuki yönden bir şey olmadığı ama siyasalaşan yargıdaki gerçeklikle, olmaması gerekenlerin olası şansları da endişeyle konuşuldu. Partiye kayim atamasından tutun, benzer önemli sonuçlar normalmışcasına seçenek şeklinde konuşturuldu. Bir de davanın sonu değil de gündemde tutularak yayılma ikilemi tahminleri de epey oldu. Tabi Kılıçtaroğlu yine kılıcını kurtarıp devletçi ruhiyesi ile hazır olduğunu da utanmadan açıkladı. Hani hep iyi insan lafazanlığının politik gerçeklikteki iflasını kanıtladı. Kişilikten çoK siyasal duruşun önemli olma ilkesi yaşatıldı.
Neyse, belli ki eylüle ertelemekle mahkeme konunun ggündemde kalmasını ve dilendiği anda ısıtılması için sürece sokuldu.
Ama tartışmalar devam ediyordu. Hele ikili hukuk uygulamaları, sistemin kaçınılmaz acı batan çuvaldızı gibiydi. Bir yanda en keskin küfürler, kocaman yalanlar söylenirken bir şey yapılmaz hat da ihbar sayılıp tutuklamalr yapılıyor. Öteyanda siz söylemesenizde yapmasanızda, bir ihbar, şikayet üzerine söylemediğinizi, yapmadığınızıyapdı gibi tutuklama davranışları sürdü.
Hafta sonuna doğru, Türkiyede tehlike işaretlerine tanıktır. Yapılacak bazı önemli operasyonlar Cuma günü gecesi veya cumartesi sabahı yaplıyor hale sokuluyor. Sermayenin uyarıları ile daha yumuşak müdahale borsa yaşanması adına tatil sürecine girişler tercih edilmeğe başlandı.
Bu hafta sonu da öyle oldu. Bu defa Adanadan Antalyaya yeni belediye başkanları sabah baskınıyla gözaltına alındılar. Peşinden Timur Soykan gazeteci de ayni muameleğe tutuldu. Yeni dalgalar artık doğallaştı. Bahaneler malum. Üstelik itirafçı Ali ihsan bey bilmem kaçıncı itirafıyla nice kişiği tutuklatırma şanpiyonluğuna koşuyor. Daha da düşündürücü olanı, aayni şahsın resmenAKP dönemli kesimlerden de bolca ihale almasıdır.
Suç örgütü lideri olarak tutuklanan, sonra itirafçı olupn nice muhalif kişiği gözaltına aldırtan efendi serbes dolaşıyor. Etkin pişmanlık zırhının örneği olarak çoktan belgelendi.
****
Yaşanan bu gelişmeler, beni hep gençliğimdeki faşizim yükselişindeki Almanyadaki papaz ile sosyaldemokrat vekilin başına gelenleri hatırlatıyor. Nasıl olsa faşist saldırılarda “bana dokunmaz” davranışıyla sesiz kalındı. Sonuçta sıra ona gelince de etrafında kimse kalmadıydı. Bu konular fıkra yapıldı ve faşizim ile suskunluk üzerinden ders verici hale de sokuldu.
Neyazık aynisi Türkiyede de yaşandı. Şimdi de K. Kıbrıs adeta o dönemin Namipya örneğine adaydır. Almanyadakiler Namipyayı ilgilendirmiyorsa da sonuçta orası da soykırıma uğraıydı.
Zamanında belediyelere kayim atanıyordu. Çoğu uydurma gerekçeleriyle idi. Bazı yasalar geçirilirken CHP de oy verdi. Mühürsüz zarfları kabulendi ve sayresi. Oysa bu uygulamalar yavaş yavaş yerleşirken, sıra devletçi Kemalistlere de geleceği uyarıldı. Pek takılmadı. Taki istanbulu vurmasına dek. Şimdi yine bir ikilem var. devlet içi çelişkiler yeni rejime göre evriliyor. Belli ki kolektif emperyalizim bu konuda rahatsız değildir. Hat da uluslarası sermaye de şimdilik memnun. Ama kimisi sanki sermaye ve emperyalizim faşizme karşıymış algısıyla destek verilmeyeceği tehlikesinden hep söz ediyorlardı. Sistemi bilmeme ile sınıfsal gerçeklik, devlet anlayışıyla da körelince, böylesi kolay yanıltma duygularını da neyazık yaratıyor.
Şimdi ikili rota var. bir yanda dünün teröristi Öcalanla bölgesel oyuna ve devlet ekseninde lehlerine hamle aracına çevrildi. Öte yandan da devletin ortağı imiş gibi davranan Kemalist ve benzerlerine de vurulmaktadır. Yeni bloklaşma ile iktidarda kalma siyasetinin kurallarıyla davranılıor. Neyazık yaşananlara rağmen, anayasayı bizat işine göre uorumlama kolaylığı oluşan koşullarda hala anayasa değişimi veya demokratikleşme ile barış kavramları cömertçe kulanılmaktadır. Kürt konusundaki bazı görüşlerimi önceki makaleden okuma şansınız var.*** Kısaca, gidişat tehlikeli. Öyle yeniden bir seçimle kolayca düzelemeyecek şekle çoktan gelindi. Nasip ise Kıbrısa da düşüyor. En basitiyle: ersin tatar seçkisi ve Üstelin koltuğa oturtulması hala akıldasdır. Nasıl bir K. Kıbrısın yanıtını bu tercihlerle birlikte yakalamak kolaydır. Net olan öyle geçiştirilecek gibi değildir. Türkiyede gidişat çok kötü.