PKK, 5-7 Mayıs’ta 12. Kongresini gerçekleştirdiğini duyurdu. İktidar basınında “Terörün kökünün kazındığı” “PKK’ye boyun eğdirildiği” “Erdoğan’ın terörü bitiren lider olduğu” haberlerini okumaya/seyretmeye başlayacağımızı tahmin edebilmek için kahin olmaya gerek yok. Devlet kanadı bu süreci “terörsüz Türkiye” olarak kodlamayı seviyor. Oysa durum hiç de böyle değil
1 Ekim’de Bahçeli ile DEM Parti Meclis grubu arasındaki ayaküstü hasbihal 22 Ekim’de Bahçeli’nin, Öcalan’ın TBMM’ye gelerek “Örgütün lağvedildiğini ilan etmesini” önermesiyle gözleri PKK’ye çevirdi. Nitekim ertesi gün, Ömer Öcalan İmralı’da Abdullah Öcalan ile görüştü. TUSAŞ saldırısı da o gün cereyan etmişti. 30 Ekim’de Erdoğan’da Bahçeli’nin açıklamalarına destek verdi. 2024’ün son günlerinde Suriye’deki rejim değişikliği Kürt sorununa yeni bir boyut daha ekledi. DEM Parti heyetinin ilk İmralı ziyareti de bugünlerde gerçekleştirildi. 2025’in ilk günlerinde DEM Parti, TBMM’deki diğer siyasi partilerle görüşmelere başladı. 27 Şubat’ta Öcalan, “Silah bırakma ve kendini feshetme” çağrısı yaptı. PKK, 1 Mart’tan itibaren geçerli olmak üzere ateşkes ilan etti ve Öcalan’ın çağrısının gereklerine uyacağını açıkladı. 10 Nisan’da Erdoğan, DEM Parti heyetini cumhurbaşkanlığında kabul etti. 26 Nisan’da Suriyeli Kürt partileri Kamışlı’da Kürt Ulusal Konferansı düzenledi. Ve 5-7 Mayıs’ta PKK kongresi toplandı.
12. Kongre Türkiye’yi bir yol ayrımına getirdi. Ya fesih kararının getireceği olumlu iklim bir demokratikleşmeye evrilecek ve Türkiye “Kürt sorunu”nu tartışmaya başlayacak ya da “Terörün kökünü kazıdık” söylemi ile Kürt sorunu tartışılmaz, arkaik bir mevzu haline getirilmeye, Kürt sorununu tartışmaya çalışanlar da “Türkiye’ye yeniden terörü getirmeye çalışanlar” olarak yaftalanmaya başlanacak. Bir başka ifadeyle fesih kararı, Kürt sorununu tartışmaya zemin hazırlayabileceği gibi, bunun önünde engel de olabilir. Her iki sonuca da eşit uzaklıktayız. Hangi yola sapacağımızı en çok da siz, ben yani biz belirleyeceğiz. Biz; Kürt siyasi hareketi, bugün toplumsal muhalefeti az da olsa çekip çevirmeye başlayabilen CHP, tüm sosyalist partiler, sendikal hareket, kadınlar ve sokaktaki gençler.
Cumhur İttifakının kongreyi kendi başarısı olarak kodlayarak konuyu kapatacağı neredeyse kesin. Cumhur koalisyonunun bir demokratikleşme perspektifi yok; hatta, belirtmek gerekiyor ki, bu, onlar için bir eksiklik değil, çok açık bir tercih. İktidarının devamını devlet ve medya imkanlarını hoyratça kullanmak üzerine bina eden bir ittifakın demokratikleşme alternatifini elinin tersiyle itecek olması kendi açısından tutarlı bile denebilir.
Cumhur İttifakı için önemli olan şey Kürt sorununun toplumsal düzlemde çözülmesi değil; hatta PKK’nin silah bırakmasının, feshedilmesinin de kendi başına bir önemi yok. İttifak, bu süreçten kendisine nasıl bir siyasî rant devşirebileceği ile alakadar. İttifak için önemli olan Kürtlerin “de” eşit yurttaş olabilecekleri bir cumhuriyeti kurabilmek değil, daha fazla Kürt’ün oyunu alabilmek; PKK’nin silah bırakması, feshedilmesi değil, “Terörün kökünü kazıyan asrın lideri”nin milliyetçi oyları yeniden konsolide edebilmesi; İttifak için önemli olan Kürt sorununun çözülmesi değil, bir daha bu konunun konuşulmaması; önemli olan PKK’nin feshi değil, PKK’nin feshi ile gündemi İmamoğlu’nun tutuklanması ve üniversitelerdeki boykotlardan “terörsüz Türkiye”ye çevirebilmek. Sözün özü Erdoğan-Bahçeli için önemli olan gelecek seçimler; suyun başında bir dört yıl daha oturabilmek.
Geriye siz ve ben yani “biz” kalıyoruz. Ve eğer biz bir şeyler yapamazsak, eğer biz PKK’nin feshi ile doğan iklimi demokratikleşme taleplerine teyelleyemezsek, eğer biz siyasetin alanını genişletemezsek, eğer biz 19 Mart sonrası güçlenen toplumsal muhalefeti, üniversitelerden yükselen taleplere, üniversitelerden yükselen talepleri Kürt sorununa eklemleyemezsek PKK’nin feshini bırakın Kürt sorununun çözülmesini, Kürt sorununun tartışılmasını bile imkansız hâle getirecektir. Eğer biz bir şeyler yapamazsak Kürt sorunu yine halının altına süpürülecek; bu sorunu tartışmaya çalışanlar terörü canlandırmak isteyenler olarak suçlanacaklardır. Türkiye sağının bu konuda ne kadar mahir ne kadar becerikli olduğunu hatırlamak isteyenlere başbakanlığı döneminde Özal’ın kendisine yönelik her eleştiriyi nasıl “12 Eylül öncesine dönmek” sopasıyla susturmaya çalıştığını hatırlatmak isterim. Hükümete yönelik her eleştiri, Özal’ın ellerinde, Türkiye’yi 12 Eylül öncesine döndürmek isteyenlerin bir fitnesine çevriliveriyordu;12 Eylül öncesi ise anarşi demekti. Özal, böylece, kendisine yönelik her eleştiriyi, hoşuna gitmeyen her sözü, herkesi kolaylıkla anarşiyi körüklemekle, anarşistlikle itham edebiliyordu. Aynı sopanın siyasi sandıktan yine çıkarılacağını, cilalanıp boyanacağını, Erdoğan ve Bahçeli’nin ellerine tutuşturulacağını tahmin edebilmek hiç de zor olmasa gerek.
Devlet her ne kadar Kürt sorununu bir terör sorununa indirgese de PKK’nin ortadan kalkması ile Kürt sorunu bir anda kendiliğinden çözülmeyecektir. Bunun, sorunu konuşabileceğimiz eşsiz, tarihi bir fırsat sunduğu aşikâr; bu kadar. Silahların susması toplumsal barışın ancak yolunu açabilir; yolun sonuna ancak demokratikleşme ile ulaşılabilir.
Dayanışmayla, dostça ve hoşça kalın.