20 Eylül 2025, Cumartesi
25.8 C
Lefkoşa
yazılariktibasEvli Evine… - Aksu Bora

Evli Evine… – Aksu Bora

Orjinal yazının kaynağıbirikimdergisi.com

Küçük İncelikler

Hani kalabalık bir salonda koltukların arasından geçerken siz,

insanlar ayaklarını toplar ki geçesiniz,

Bunu düşünüyorum nicedir.

Yabancılar “çok yaşa” der hâlâ biri hapşırdığında,

hıyarcıklı veba günlerinden kalma bir hatıra.

“Ölme” diyoruzdur aslında.

Hani bazen limonlarınız dökülür alışveriş torbanızdan da

Koşuverir birileri toplamanız için yardıma.

Çoğu zaman birbirimize zarar verelim istemeyiz

Kahvemiz fincanda sıcak verilsin isteriz

Verene teşekkür eder, gülümseriz; o da gülümsesin dileriz.

Hani garson bir kase sıcak çorbayı koyarken önümüze,

afiyet olsun der,

hani kırmızı kamyonetin şoförü geçelim diye yol verir.

Birbirimizden öyle az şey var ki artık hepimizde.

Ne kadar uzağız şimdi

Kabileden ve kamp ateşinden.

Geri kalan bir bu kısacık etkileşim anları.

Peki ya kutsalın hakiki mekânı bunlarsa,

“Gelin, oturun yerime,”

“Geçin, önden buyrun,”

“Şapkanıza bayıldım”

filan derken hep birlikte inşa ettiğimiz o geçici tapınaklarsa?

(Danusha Lameris, Small Kindness. Çeviren: Nuray Önoğlu)

“Bir toplumu toplum yapan şey nedir?” sorusu geçerliliğini değil ama popülerliğini yitirmiş görünüyor. Toplum olmaktan çok hayatta kalmayla uğraştığımız için belki. Bir yandan da, bu ikisini birbirinden ayrı düşünemiyorum, ne de olsa, türümüzün doğası bu: topluluk halinde yaşıyoruz. Ki, zaten toplulukların herhangi bir varlık problemi yok gibi görünüyor; hatta toplumu bir arada tutan bağlar gevşedikçe topluluklarınki pekişip güçleniyor. O kadar güçleniyor ki, içinden çıkmayı hayal bile edemiyorsunuz, hem nereye çıkacaksınız? Evli evine, köylü köyüne.

Ama işte, “evi olmayan sıçan deliğine” gitmesin diye, topluluktan fazlasına ihtiyacımız var: topluma. Tabii evliler ve köylüler için de çıkacak bir yer olması, hayatta kalmaktan biraz daha fazlasını yapma imkânı bulabilmek için elzem bu.

Toplumu toplum yapan şeyin ölmekte olanları yalnız bırakmamak olduğunu yazmıştı Alphonso Lingis. “İnsanları ister hastanelerde olsun ister köprü altlarında tek başlarına ölmeye terk eden bir toplumun kendisini kökten yıktığını düşünmeye başladım ben kendi hesabıma.” Geçtiğimiz hafta yanan ormanları, hayvanları, evleri, evsiz kalan ve “kendi imkânları”yla bu felaketle baş etmeye çalışan insanları gördüğümde, üzüldüğüm kadar utandım da. Tıpkı İliç cinayetinde, tıpkı depremde olduğu gibi. Kendi imkânlarıyla baş başa kalmasalar da ortak imkânlarımızı seferber edebilsek, bu felaketler cinayete dönüşmezdi. Ortak imkânlarımız, yani devlet kurumları. İşlemeyen, delik deşik olmuş kurumlar.

Covid 19 salgını dünyayı kasıp kavurmaktayken yazılan Bakım Manifestosu, şu cümleyle başlıyordu: “İçinde yaşadığımız dünya, umursamazlığın hüküm sürdüğü bir dünyadır.” Herkesin kendi imkânlarıyla çabalamak zorunda kalması, bu umursamazlığın cisimleşmiş hali. Herkes öyle ince ayarlı yaşamak zorunda ki, kafasını kaldırıp yanındakine bakamıyor. Muhtemel felaketle kendi imkânlarınla başa çıkmak zorunda kalacağını bilirken başka ne yapabilirsin? Bu ince ayarda yeterince uzun yaşadığında, umursamazlık sıradanlaşıyor: her koyun…

Bir yandan da yangın yerlerine koşan gönüllüler, barınaktaki köpekleri kurtarmak için seferber olanlar, itfaiyecilere su ve ayran taşıyan kuryeler var. İnce ayarları boşverip felakete el uzatanlar. Umursamazlığın hükümranlığına kafa tutuyorlar yaptıklarıyla.

Geçen ayki yazıda görünmeyen emek tartışmasının evin sınırlarını aşan, toplumsalın yapısını ilgilendiren boyutuna işaret etmeye çalışmıştım. Cinsiyete dayalı işbölümünün yarattığı “kadınlık yükü” probleminden fazlası var burada. Yalnızca felaketler zamanında değil, yalnızca evi olmayanların sıçan deliğine gitmesini engellemek için değil, birbirimizi umursamanın, toplum olmanın bir yordamı olarak “görünmeyen emek”. Evimizin, içine hapsolduğumuz topluluğumuzun dışına çıkıp “dünyaya katılmak” için.

Kadınların görünmeyen emeği sayesinde erkeklerin dünyaya katılabildikleri bir zamanda, bunun yalnızca bir “kadın sorunu” olduğunu iddia etmek mümkündü. O zaman da doğru değildi ama şimdi hiç değil. Çalışma, ev, kamusallık, politika… yeniden tarif ediliyor, yeniden biçimleniyor. Yahut belki de biçimini kaybediyor demek lazım. Kendimizi bu yeni biçimsizliklere uydurmaya çalışıyoruz ve yapabildiğimiz şey (o da becerebilirsek), ancak başımızı suyun üzerinde tutmak oluyor. Aslına bakarsanız, erkeklerin “dünyaya katılma” tecrübeleri, dünyayı böyle biçimsiz hale getirdi. Toplumu toplum yapan şeyin ne olduğuna dair verdikleri cevaplar hep yanlıştı. Leviathanmış, ayakkabıcıyla fırıncının işbölümüymüş, totemmiş (yoksa suç ortaklığı mı demeli?).

Toplumu toplum yapan şey, her şeyden önce, birbirini umursamaktır. Bu umursamayı düzenlemek, kalıcı hale getirmek, güvenceye almak. Kimseyi tek başına ölmeye terk etmemek. Kadınların hep yapageldikleri ama tarihin ve politikanın dışında bırakılan şeyler. Kadınlık yükü, bir yandan da kadınlık bilgisi: “yeniden üretim” dediğiniz şey, hayatın ta kendisidir! Dünya beton direklerin, fabrikaların, “tesis”lerin üzerinde durmaz, işte o küçük jestlerin, dikkatlerin, umursamaların üzerinde durur. Yaşanmaya değer bir dünya.

Kazım Kızıl’ın o güzelim fotoğrafında, kendisini engellemeye çalışanları itip yangının içine dalan, atını oradan kurtaran adama baktığımda, ben bunu görüyorum.


Not: Nuray Önoğlu’nun Küçük İncelikler şiirini çevirmesi de böyle bir küçük incelikti. Çok teşekkür ederim.

Diğer yazıları

Kürt meselesini çözmek mi yönetmek mi? – Fatih Polat

Türkiye’de, bir yılını doldurmaya yaklaşan yeni ‘süreç’, PKK’nin fesih...

Darbecilere af yok – Ertan Erol

Brezilya Anayasa Mahkemesi geçtiğimiz hafta Eski Devlet Başkanı Jair...

Nepal eylemleri ne anlama geliyor? – Erkin Öncan

Ülkede hem iktidar hem de muhalefette büyük bir güce...

Yorgun Bir Cumhuriyetin Bitmeyen Krizleri: Fransa’da Ne Oluyor – Selman Saç

Fransız Beşinci Cumhuriyeti, De Gaulle’ün müdahalesiyle kurulan ve diğer...

Savaş siyasi olarak örgütlenmiş kolektif cinayettir – Beyza Üstün

Bu motto ile çağrısı yapılan, Savaş temalı 19. Karaburun Bilim Kongresi...
3,220BeğenenlerBeğen
631TakipçilerTakip Et
4,070TakipçilerTakip Et
598AboneAbone Ol

Son eklenenler

Krizler kaosundan yönelişler: Amerika, Türkiye ve Kıbrıs – Özkan Yıkıcı

Kriz zaten normal olmayıp normal halden anormale geçiş dönemi...

Siyaseti doğru okumak – Şener Elcil

Basında çıkan haberlerin doğruluğunu her zaman sorgulamak gerektiğini “niçin?,...

Kapitalist makina ve radikal kötülüğün simgesi: Devlet – Volkan Yaraşır

“Sosyalizm olmaksızın özgürlük ayrıcalık ve haksızlıktır. Özgürlük olmaksızın sosyalizm...

Garantiler, yalanlar ve gerçekler… – Ulaş Barış

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz gün Katar...

Taşyapı’nın ayağına taş değmez – Gözde Bedeloğlu

2024 yerel seçimlerini, CHP’nin Şişli Belediyesi için aday gösterdiği...

Garantörlük safsatası: çifte standart – Levent Atikoğlu

Kıbrıs’ın göğü, tarih boyunca sancılı bir panorama çizdi: garantörlükler,...

Endonezyayı teğet geçmeyelim – Özkan Yıkıcı

Çoğunuz diyecek ki “nereden çıktı şu Endonezya”.. ama gerçekler...

İspanya’dan İslam konferansına Filistin tutumu kıyası – Özkan Yıkıcı

Epey zamandır, İsrail küstahça bahanelerle, adeta Gazze bölgesibnde bir...

Canlı yayın