15 Eylül 2025, Pazartesi
27.8 C
Lefkoşa
yazılarKıbrıs iktibasDigomo’daki Ev - Maria Siakalli

Digomo’daki Ev – Maria Siakalli

Orjinal yazının kaynağıozgurgazetekibris.com

Birkaç ay önce anneannemi kaybettiğimizde, çocukları onun kırk yedi yıl boyunca yaşadığı evi satmaya karar verdiler.

Bunca yıldan sonra ya onun evi ya da onların evi dememi beklerdiniz muhtemelen.

Ama hayır, Arediou köyündeki o ev, neredeyse yarım asır sonra bile ve sıfırdan inşa etmelerine rağmen onlar için bir ikamet yerinden başka bir şey olamadı.

Halbuki, ben o evde doğdum, dört yaşıma kadar o evde yaşadım. Halbuki, ben, kardeşim ve kuzenlerim çocukluğumuzun en güzel günlerini o evde geçirdik. Halbuki, o ev anneannemizin ve dedemizin eviydi. Bizim ailemizin eviydi.

Meğer, bizim asıl evimiz hiç görmediğimiz, hiç gitmediğimiz Digomo’daymış.

Bizim gerçek aile evimiz tek bir gün bile geçirmediğimiz o evmiş.

Tüm çocukluğumuz boyunca bize o evle ilgili o kadar çok hikaye anlatıldı ki onu hayal etmemek mümkün değildi. Hatta annem bize onun planını bile çizmişti.

Her odanın nerede olduğunu biliyorduk; bahçesini, anneannemin hellim yaptığı arka odayı, komşu evleri bile biliyorduk.

Sanki ailenin arasında hiç söze dökülmeyen ama herkesin uyması gereken bir anlaşma vardı; Digomo’daki eve haksızlık olmasın diye Arediou’daki evi aile evi olarak benimsemeyecektik.

İşte bu yüzden şimdi annem ve kardeşleri hiç tereddüt etmeden evi satmaya karar verdiler.

Peki ya ben? Ne hissetmeliyim?

Digomo’daki evi ilk kez yirmi üç yaşındayken gördüm. Barikatların açılmasından iki gün sonra.

Ben, annem, anneannem ve dayımla birlikte gitmiştik. İlk defa o ailenin bir üyesi değil sanki yabancısıymışım gibi hissettim. Asıl memlekete, asıl eve gittik ama o ev beni tanımıyor, o ev benim anılarımı taşımıyor.

Kapıyı çaldığımızda bir kadın açtı. Bize hem korku hem öfkeyle bakıyordu.

Hani normal şartlarda böyle bir karşılaşmadan sonra kaçıp gidersin ya. Gidemeyiz.

Ailemizin evinin önündeyiz.
İçine girmeliyiz.

Sanırım zaten hiçbir zaman dönmeyeceğimizi biliyorduk.

O evin ailemizin yeni üyelerinin güzel günlerinin mekanı olamayacağını. Çok sonradan öğrendiğim bir terime göre, o ev bir “ganimet eviydi” artık. Benim ailemin evi birilerine bir ödül olarak verilmişti.

Onlar o evi ailemin onu sevdiği kadar sevebildi mi acaba?

Kadın, 1975 yılında eve girdiklerinde evin bir kısmının bombardıman nedeniyle yıkılmış halde bulup onu yeniden inşa ettiklerini anlattı.

Bir kısmı gerçekten bize ait” dermiş gibi.

Ardından annemin odasına girmesi için izin istedim kadından. Hayır şaka değil bu. Annem odasını görmek istedi ve bunun için izin istedik.

Bahçeye çıktığımızda annem farkına varmadan sanki zıplayarak yürüyor durmadan konuşuyordu. Ben ise paralize oldum. Bütün bunlar çok fazla geldi. Evimize dönmek istiyordum.

Ama hani evimize gelmiştik. Bahçedeki odaya da girebildik. Kadın da yanımızdan ayrılmıyordu tabii. O ana kadar tek bir kelime bile etmeyen anneannem “bu benim kazan” dedi.

Gerçekten de bir zamanlar hellim yaptığı kazanmış. Kadın da onayladı.

Anneannem yanıma götürmek istiyorum dedi. Ben içimden bu kazanı Arediou’daki eve götürsek orası yuvaya dönüşebilir mi diye düşünürken, kadın yüksek sesle “hayır götüremezsin” dedi.

Israr etmenin bir faydası olmadığı aşikârdı. Hatta bizim artık orada istenmediğimiz de.

Digomo’daki eve tekrar yıllar sonra dedem vefa ettikten sonra onunla orada vedalaşmaya gittim. Artık evin çatısında büyük bir Türk bayrağı vardı. Bir daha gitmemeye karar verdim. İstemediğimden değil. Ama içimdeki ev yarası yeterince derindir ve o yarayı deşmeye devam edersem beni benden alıp yerime öfkeden gözü dönmüş bir insanı koyabilmesinden korkuyorum.

Geçen gün çok ünlü bir Kıbrıslı Türk gazetecinin “Rumların kuru tuzu” ifadesini kullandığını duydum kendi kulaklarımla. Ah bir bilse içimizdeki hiç kapanmayan yaraları, hiç dinmeyen fırtınaları. Ah bir anlayabilse bir evin sadece maddi değerinin olmadığını. Ah bir anlatabilsem içimdeki hiç geçmeyen bir eve bağlanma korkusunu…

Tarih bana bir ev borçlusun.
Asırlık zeytin ağaçları,
siyah beyaz fotoğrafları olan,
başka bir evin özlemini çekmeyen bir ev.
Tarih bana bir ev borçlusun.

Diğer yazıları

“Aşk içinde mahpusane” – Filiz Uzun

“AŞK İÇİNDE MAHPUSHANE” Nazım Hikmet’in Sevdası ve Kavgası. Yaşar...

Sessizliğin tarihi: Port of Famagusta’ davasından bugüne – Engin Kara

Bir süre önce sosyal medyada karşıma emekliye ayrılmış bazı...

Devlet içinde ‘suç’ örgütü: ‘Usta’ ve çırağın karanlık düzeni – Ertuğrul Senova

Bazı bilgiler vardır, ya resmi makamlarca ya da ismini...

Kıbrıs’ta işlenmiş olan suçlarla ilgili ‘evet, ama’ denilemez… – Mihalis Mihail

Kıbrıslırum araştırmacı yazar Mihalis Mihail, Kıbrıs’ta yakın tarihimizde işlenmiş...

Yargı Kararlarının Eleştirilmesi ve Eleştirinin Sınırları – Latif Aran

İfade özgürlüğü, temel hak ve özgürlüklerin “anası” olarak nitelendirilir...
3,220BeğenenlerBeğen
631TakipçilerTakip Et
4,055TakipçilerTakip Et
598AboneAbone Ol

Son eklenenler

Darbecilere af yok – Ertan Erol

Brezilya Anayasa Mahkemesi geçtiğimiz hafta Eski Devlet Başkanı Jair...

Sınırsız küstahlığın sınırları; acziyetin sınırsızlığı – Fehim Taştekin

7 Ekim 2023’ten bu yana sahnelenen güç oyunları, bölgesel...

Güncel Nepal’den, K. Kıbrıs hatırasına – Özkan Yıkıcı

Son hafta içinde, alışılmamış bir ülke adı sık sık...

“Aşk içinde mahpusane” – Filiz Uzun

“AŞK İÇİNDE MAHPUSHANE” Nazım Hikmet’in Sevdası ve Kavgası. Yaşar...

Demograsi, Devled Kapitalizmi, TC ve KKTC – Halil Karapaşaoğlu

“KKTC artık her şeyiyle, Türkiye’deki uygulamalar neyse, bunları uygulama...

“Tek ulus iki devlet” şiarı ve “milli marş” tartışması – Niyazi Kızılyürek

Geçtiğimiz haftalarda Avrupa Basketbol Şampiyonası vesilesiyle Kıbrıs Cumhuriyeti’nin milli...

Neden ‘Orta Doğu’ dememeliyiz? – Kavel Alpaslan

Uzaktan coğrafi bir kavrammış gibi görünen ancak yaklaştığınızda sömürgeci/oryantalist...

Canlı yayın