16 Ekim 2025, Perşembe
19.8 C
Lefkoşa
yazılarKıbrıs iktibasDigomo’daki Ev - Maria Siakalli

Digomo’daki Ev – Maria Siakalli

Orjinal yazının kaynağıozgurgazetekibris.com

Birkaç ay önce anneannemi kaybettiğimizde, çocukları onun kırk yedi yıl boyunca yaşadığı evi satmaya karar verdiler.

Bunca yıldan sonra ya onun evi ya da onların evi dememi beklerdiniz muhtemelen.

Ama hayır, Arediou köyündeki o ev, neredeyse yarım asır sonra bile ve sıfırdan inşa etmelerine rağmen onlar için bir ikamet yerinden başka bir şey olamadı.

Halbuki, ben o evde doğdum, dört yaşıma kadar o evde yaşadım. Halbuki, ben, kardeşim ve kuzenlerim çocukluğumuzun en güzel günlerini o evde geçirdik. Halbuki, o ev anneannemizin ve dedemizin eviydi. Bizim ailemizin eviydi.

Meğer, bizim asıl evimiz hiç görmediğimiz, hiç gitmediğimiz Digomo’daymış.

Bizim gerçek aile evimiz tek bir gün bile geçirmediğimiz o evmiş.

Tüm çocukluğumuz boyunca bize o evle ilgili o kadar çok hikaye anlatıldı ki onu hayal etmemek mümkün değildi. Hatta annem bize onun planını bile çizmişti.

Her odanın nerede olduğunu biliyorduk; bahçesini, anneannemin hellim yaptığı arka odayı, komşu evleri bile biliyorduk.

Sanki ailenin arasında hiç söze dökülmeyen ama herkesin uyması gereken bir anlaşma vardı; Digomo’daki eve haksızlık olmasın diye Arediou’daki evi aile evi olarak benimsemeyecektik.

İşte bu yüzden şimdi annem ve kardeşleri hiç tereddüt etmeden evi satmaya karar verdiler.

Peki ya ben? Ne hissetmeliyim?

Digomo’daki evi ilk kez yirmi üç yaşındayken gördüm. Barikatların açılmasından iki gün sonra.

Ben, annem, anneannem ve dayımla birlikte gitmiştik. İlk defa o ailenin bir üyesi değil sanki yabancısıymışım gibi hissettim. Asıl memlekete, asıl eve gittik ama o ev beni tanımıyor, o ev benim anılarımı taşımıyor.

Kapıyı çaldığımızda bir kadın açtı. Bize hem korku hem öfkeyle bakıyordu.

Hani normal şartlarda böyle bir karşılaşmadan sonra kaçıp gidersin ya. Gidemeyiz.

Ailemizin evinin önündeyiz.
İçine girmeliyiz.

Sanırım zaten hiçbir zaman dönmeyeceğimizi biliyorduk.

O evin ailemizin yeni üyelerinin güzel günlerinin mekanı olamayacağını. Çok sonradan öğrendiğim bir terime göre, o ev bir “ganimet eviydi” artık. Benim ailemin evi birilerine bir ödül olarak verilmişti.

Onlar o evi ailemin onu sevdiği kadar sevebildi mi acaba?

Kadın, 1975 yılında eve girdiklerinde evin bir kısmının bombardıman nedeniyle yıkılmış halde bulup onu yeniden inşa ettiklerini anlattı.

Bir kısmı gerçekten bize ait” dermiş gibi.

Ardından annemin odasına girmesi için izin istedim kadından. Hayır şaka değil bu. Annem odasını görmek istedi ve bunun için izin istedik.

Bahçeye çıktığımızda annem farkına varmadan sanki zıplayarak yürüyor durmadan konuşuyordu. Ben ise paralize oldum. Bütün bunlar çok fazla geldi. Evimize dönmek istiyordum.

Ama hani evimize gelmiştik. Bahçedeki odaya da girebildik. Kadın da yanımızdan ayrılmıyordu tabii. O ana kadar tek bir kelime bile etmeyen anneannem “bu benim kazan” dedi.

Gerçekten de bir zamanlar hellim yaptığı kazanmış. Kadın da onayladı.

Anneannem yanıma götürmek istiyorum dedi. Ben içimden bu kazanı Arediou’daki eve götürsek orası yuvaya dönüşebilir mi diye düşünürken, kadın yüksek sesle “hayır götüremezsin” dedi.

Israr etmenin bir faydası olmadığı aşikârdı. Hatta bizim artık orada istenmediğimiz de.

Digomo’daki eve tekrar yıllar sonra dedem vefa ettikten sonra onunla orada vedalaşmaya gittim. Artık evin çatısında büyük bir Türk bayrağı vardı. Bir daha gitmemeye karar verdim. İstemediğimden değil. Ama içimdeki ev yarası yeterince derindir ve o yarayı deşmeye devam edersem beni benden alıp yerime öfkeden gözü dönmüş bir insanı koyabilmesinden korkuyorum.

Geçen gün çok ünlü bir Kıbrıslı Türk gazetecinin “Rumların kuru tuzu” ifadesini kullandığını duydum kendi kulaklarımla. Ah bir bilse içimizdeki hiç kapanmayan yaraları, hiç dinmeyen fırtınaları. Ah bir anlayabilse bir evin sadece maddi değerinin olmadığını. Ah bir anlatabilsem içimdeki hiç geçmeyen bir eve bağlanma korkusunu…

Tarih bana bir ev borçlusun.
Asırlık zeytin ağaçları,
siyah beyaz fotoğrafları olan,
başka bir evin özlemini çekmeyen bir ev.
Tarih bana bir ev borçlusun.

Diğer yazıları

Kıbrıs sorununda beş tane politika çelişkisi – Dionissis Dionissiu

Araştırmacı yazar, POLİTİS gazetesi yöneticisi Dionissis Dionissiu, Kıbrıs sorununda...

Son kez hoşçakal – Arda Arıkan

Henüz bir gün önce ona mesaj atmıştım. Uzun zamandır...

Unut unutma kapışması – Cemal Yıldırım

80 li yıllarda, Denktaş bir köy kahvesine gitmiş. Köylülerle...

Kıbrıs sorununun askerileştirilmesinin yarattığı tehlikeler… – Yuannis Tirkidis

(Kıbrıs Ekonomi Toplumu Başkanı ve Kıbrıs Bankası (Bank of...

Gökyüzü ikiye bölünmez – Arda Arıkan

21 Eylül Pazar günü, Uluslararası Barış Günü vesilesiyle Dayanışma...
3,220BeğenenlerBeğen
631TakipçilerTakip Et
4,094TakipçilerTakip Et
598AboneAbone Ol

Son eklenenler

Herkesin beklentisi farklı – Şener Elcil

Küresel güçlerin, dünyayı yeni baştan şekillendirdiği günlerden geçiyoruz. Donald Trump’ın tanımlaması...

Hindistan’ın Ekim Devrimi: Punnapra-Vayalar Ayaklanması – Kavel Alpaslan

Tarihe dair bazı efsaneler, sanki gerçekmiş gibi öyle sık...

Belçika mitinginden Kıbrıs gerçeklerine doğru gelirken – Özkan Yıkıcı

Öncelikle bir konuya deyinecem: dünkü yazımda konu Madagasgardı. Yazının...

Gazze Zirvesi ve Trump’ın yeni Ortadoğu’su – Yusuf Karadaş

ABD Başkanı Trump, Mısır’ın Şarm el-Şeyh kentinde yapılan Gazze...

Şimdide kaçma sırası Madagaskar devlet başkanında – Özkan Yıkıcı

Bazı ülkeler vardır ki haber akışlarında veya başka önemli...

Kapitalist devlete dair kısa not… – Fikret Başkaya

“Hiç düşmanın yok mu? Bu nasıl mümkün oldu? Her...

Almanya, Ukrayna ve militarizm: Tarihsel paralellik – Zafer Taşkın

İki dünya savaşının merkezinde yer alan Almanya, 21. yüzyılda...

Emperyalizm Beylikova’yı seçti – Özge Güneş

Hindistanlı politik iktisatçı Prabhat Patnaik, People’s Democracy’de Haziran 2025’te...

Canlı yayın