ABD Başkanı Donald Trump, son günlerde rüzgâr ve güneş enerjisine saldırılarını sıklaştırdı. Bir yandan bu teknolojileri pahalı ve tehlikeli gösteren komplo teorilerini paylaşıyor bir yandan da nükleer ve fosil yakıtlarla (petrol, kömür ve gaz) çalışan santralları övüyor.
Nedir Trump’ın hesabı? Ya da nükleer ve kömür kaynaklı elektrik üretiminin ABD’de arttığını söyleyen Trump haklı mı? Rakamlar ortada. ABD’nin elektrik üretiminde nükleeri enerjinin payı 2024’te yüzde 18,1’e düştü. Dört yıl önce yüzde 19,7’ydi. Ülkedeki kömürlü termik santrallar 10 yıl önce ürettikleri elektriğin yarısından azını üretiyor. İklim krizine yol açan fosil yakıtlar içinde sadece gazın payı artıyor. Yenilenebilir enerjinin elektrik üretimindeki payı da ABD’de yüzde 21, nükleerden fazla.
Trump’ın iddia ettiği gibi yenilenebilir enerji pahalı mı? Hayır. ABD’deki enerji piyasasına dayanılarak yapılan analizler (Lazard), bugün nükleer santrallarda 1 kilovatsaat elektrik üretmenin maliyetinin en az 14 sent (ABD Doları) olduğunu gösteriyor. Kömür santralları ise nükleerden yarı yarıya ucuz; 7,1 sent. Aynı elektriği rüzgârdan 3,7, güneşten 3,8 sente üretebiliyorsunuz. Türkiye’de rakamlar daha da düşük. Çevreye ve iklime verdiğiniz zarar da kömür ve nükleere göre kıyaslanamayacak derecede az. Trump’ın çirkin bulduğu rüzgâr santrallarına veya güneş panellerine batarya ekleyip, sürekli elektrik üretmenin maliyeti de kilovatsaat başına 4,4 ila 5 sent arasında. Batarya maliyeti bile rüzgâr ve güneşi nükleer ya da kömürden pahalı yapmıyor.
ABD’nin nükleer enerjiyi yeniden canlandırma isteğinin ardında ekonomik gerekçeler yok. Durum daha çok jeopolitik. Küresel nükleer enerji pazarına Rusya ve Çin hâkim. Çin daha çok kendi evinde nükleer reaktör yapsa da Pakistan’dan sonra İngiltere’yle uluslararası pazara da adım attı. Kırklareli’nde yapılmak istenen nükleer santralla da ilgileniyorlar. Rusya ise uluslararası pazarın asıl hâkimi. Hindistan, Mısır, Bangladeş, İran ve Türkiye’de nükleer santral yapıyorlar.
Batı Avrupa ve ABD’li firmalar, Rusya ve Çin’e hem gelir hem de jeopolitik avantaj sağlayan nükleer enerji alanındaki açıklarını kapatmak için “küçük modüler nükleer reaktör-SMR” kavramını ortaya attı. Küçük reaktörler nükleer enerjinin atık, kaza riski ve maliyet gibi hiçbir sorununu çözmüyor. Sadece küçük kapasitedeler ve teoride çok sayıda sipariş aldıklarında daha hızlı ve ucuza mal edilebilecekler. Hesaplar ise tersini söylüyor. Uluslararası Enerji Ajansı’nın SMR’ler için yaptığı analizlerde bile bugün 1 kW’lık kurulu güç için 10 bin dolar yatırım gerektiği, bunun da mevcut büyük nükleer reaktörlere göre iki kat pahalı olduğu belirtiliyor. Maliyeti düşürmenin tek yolu siparişleri delice artırmak ve bunun için Türkiye gibi bu tuzağa düşecek ülkelere ihtiyaçları var. Yatırım finansmanını siparişlerle karşılamak, işler kötü giderse de maliyeti oltaya takılan ülkelere ödetmek istiyorlar.
Dünya Bankası’nı zorladılar ve nükleer enerjiye finansman sağlamam kararını kaldırdılar. Gerçi Dünya Bankası yasağın olmadığı dönemde de nükleer enerjiye sıcak bakmıyordu. Şu ana kadar sadece bir kez, 1959’da İtalya’ya 40 milyon dolar vermişti. Bu defa ise bankanın kredi vereceği ülkeler finansman sorunu çeken Türkiye gibi gelişen ülkeler olacağa benziyor. Çin ve Rusya bu ülkelere önerdiği nükleer santral projelerinde finansmanı da beraberinde getiriyordu ve bu da onlara avantaj sağlıyordu. Dünya Bankası’ndan AB’nin yeşil taksonomisine kadar her türlü finansal aracı Çin ve Rusya’nın oyununu bozmak için seferber ediyorlar.
Pazarlama çalışmasında Amazon, Google gibi dev teknoloji şirketlerini de kullanıyorlar. Bu firmaların nükleer enerji şirketleriyle yaptıkları anlaşmalar ve Rusya korkusu tavan yapan Polonya ve Çekya gibi ülkelerin SMR siparişleri bir dişin kovuğunu doldurmayacak kadar küçük. Öyle de olsa konuyu yakından takip etmeyenlerde “nükleer enerji geri geliyor” algısını yaratmada başarılı oluyor. Halbuki 2024 yılında kurulan elektrik santralarının yüzde 92,5’i yenilenebilir enerji santralları oldu. Gaz ve kömürü de çıkarınca nükleerin etkisiz eleman olduğu görülüyor. Nükleer endüstri de bu durumun farkında. Aslında tek istekleri giderek küçülen sektörü en azından bu seviyede tutacak kadar sipariş almaya çalışmak.
Trump ve arkadaşları enerji alanında tam kontrol istiyor. Büyük santrallar, büyük firmalar; uranyum, gaz ve petrol gibi sınırlı kaynaklar üzerinden yürüyen enerji üretimi onların isteği. Rüzgâr ve güneş gibi dağıtık ve küçük yatırımlara yeşil ışık yakan seçenekler keyiflerini kaçırıyor. ABD’de şu anda yapımı süren nükleer reaktör sayısının “0” olması da ironik tabi. Yazıyla da “sıfır”. Aman Trump duymasın.



