ABDbaşkanlığı görevini 20 Ocak 2025 tarihinde üstlenen Trump, büyük bir hızla kararnameler imzalamaya başladı ve son dört ay içerisinde toplam 147 kararname imzaladı. Bu sayının ne kadar yüksek olduğunu anlamak için Trump’un önceki başkanlık döneminde (2017-2021) toplam 220 kararname imzaladığını bilmek yeterli.
Bu kararname dalgası, yaklaşmakta olan tehlikeyi küçümseyen veya yeterince kavrayamayan milyonlarca kişiyi hem şaşkına çevirdi hem de korkuttu. Yaklaşmakta olan tehlikeyi görenler ise kararname dalgasının hedef alacağı alanları, konuları ve kesimleri kestirebiliyorlardı. Beklendiği üzere, kararnamelerden biri çocuk ve gençleri hedef aldı. 29 Ocak’ta imzalanan “Eğitimde Radikal Endoktrinasyona Son Verilmesi” başlıklı kararname, anaokulundan başlayarak ilk ve ortaöğretim kurumlarında “Amerikan karşıtı, yıkıcı, zararlı ve yanlış ideolojiler” aşılanmasını engellemeyi hedefliyordu.
Kararname, okulları ve eğitimi bilmeyen ve aslında bilmek de istemeyen kaba sağcı anlayışın tipik bir ürünü. Başka alanlarda da uygulanan, oldukça tanıdık bir stratejiyi içeriyor. Önce bir öcü yaratılması gerek ki, ardından bu büyük tehlikeye karşı “önlemler” alınması gerektiği kolayca kabul ettirilebilsin.
Okullardan ve eğitimden nasıl bir öcü yaratıldığını inceleyelim. Kararname, öğretmenlerin “Amerikan karşıtı, yıkıcı, zararlı ve yanlış ideolojiler aşıladığını” iddia ediyor. Bir diğer deyişle, okullarda öğrencilere aşırı, yani “radikal” fikirler belletiliyor. Eleştirel düşünme, geçmişin sorgulanması, eşitsizlikler ve sosyal adalete ilişkin tartışmalar muhafazakarlar için tanımı gereği aşırı, yani “ideolojik” konular. Bu tür konuların ele alınması “radikal öğretiler” belletilmesi demek.
Kararname, bu radikal öğretilerin önünün alınması için dört önlem gerektiğini belirtiyor. Birincisi, “toplumsal cinsiyet” kavramı okullardan çıkarılmalı. İkincisi, öğrenciler eşitlik ve sosyal adalete ilişkin tartışmalardan uzak tutulmalı. Bu konular kaçınılmaz olarak geçmişin ele alınması; ırkçılık ve kölecilik gibi konuların incelenmesi demek. Bu konuların üzerine gidilmesi, “ayrımcılık ideolojisi” olarak tanımlanıyor.
Üçüncü önlem, okullarda ABD tarihinin birlik ve bütünlük içerisinde ele alınması. Yani, ABD tarihinin “vatanseverlik” üretecek ve yayacak şekilde işlenmesi. Dördüncü ve son önlem ise, okullarda ne öğretileceği üzerinde velilerin -yani ana babaların- söz hakkının güçlendirilmesi.
Kararnamenin yaptırım aracı ise mali destek. Okullara verilecek federal destek, kararnamenin uygulanmasına bağlanıyor. Radikal öğretilerin okullardan nasıl çıkarılacağına ilişkin bir “endoktrinasyonu sonlandırma stratejisi” geliştirilecek ve kamu bütçesinden destek almak isteyen tüm okullar bu stratejiyi yürürlüğe koyacaklar.
Kararnameye karşı çıkan kuruluşların başında tarihçileri temsil eden iki kuruluş var. Bu iki kuruluş yaptıkları ortak açıklamada, kararnamenin dayandığı “dar vatanseverlik ve vatanseverlik eğitimi” anlayışının ABD’nin gerçek tarihini inkara dayandığını saptıyorlar: “Bu ne tarih ne de vatanseverliktir. Geçmişin basit bir şekilde kutlanması, geçmişi basitleştirir; tarihsel düşüncenin merkezinde yer alan bağlam, çatışma, koşullar ve zaman içindeki değişimden yoksun basmakalıp sözlerden oluşan bir geçit törenine dönüştürür.”
Irkçılık karşıtı kuruluşlar da kararnameye özetle şöyle karşı çıkıyorlar: Çok açık ki kararname, yapısal ve köklü ırkçılık ve adaletsizliklerin okullarda tartışılmasını engellemeyi amaçlıyor. ABD’de yapısal eşitsizlikler olduğunu kabul eden ve bunları inceleyen yaklaşımları benimseyen, hukuk ve eşitlik temelli eğitim veren okulları bütçe desteğinden yoksun bırakmayı hedefliyor. Kararname, ABD tarihini beyazların gözünden anlatan tarih anlayışını yeniden dayatıyor.
Tarih yerine efsaneleri, bilim yerine dini dayatan bu anlayış Türkiye’den bakanlar için çok tanıdık. Bu basmakalıp muhafazakar bakış, çocuk ve gençleri her zaman edilgin ve kullanışlı nesneler olarak tanımlıyor.