Bugün biz “yetişkinlerin” en çok bocaladığı sahne, gözaltına alınan gençlerin neden gülüyor olduğu. Bu soruya verecek mantıklı bir yanıtımız olmayabilir. Olmasın da zaten. Çünkü tek bir fotoğraf karesi, sistemin yazamadığı en uzun cümlenin yerine geçti: Neşe özgürlüktür.

Önce fotoğrafa bakın: Camları buğulu bir otobüs, elleriyle kalp yapan, zafer işareti gösteren, iki başparmağıyla “her şey yolunda” demeye çalışan gençler, yetmemiş üzerine de kocaman gülümseyerek gazetecilere poz vermişler. Herhangi bir okul gezisinden dönen öğrenciler değil, 1 Mayıs’ta Taksim’e gitmek isterken gözaltına alınan gençler… Gülmek serbest mi memur bey?
Ve bu fotoğrafa bakıyoruz; hani şu “tik-tok şaka kuşağı” dediğimiz, metroda ördek videosu izleyip, kendi kendine gülüyor diye küçümsediğimiz gençlerle göze geliyoruz, değil mi? Şimdi nezaret camından gözümüzün içine bakarak gülümsüyorlar. Bu kadar gözaltı, bu kadar korku, bu kadar tehdit ama mutlu görünüyorlar değil mi? Neşenin ta kendisi. Gözaltında olmalarına rağmen elleriyle kalp yapanlar, kameralara gülümseyenler, kelepçeye rağmen poz vermeyi unutmayanlar… Bir refleks değil; bir karakter, bir isyan, bir dünya görüşü. Çünkü onlardaki neşe, iktidarın asla ele geçiremeyeceği bir şey. Yasaya tabi değil. Protokolü yok. Kural ihlaline girmiyor.
Biz, sesli, çok, abartılı, yerli yersiz, olur olmaz gülmenin ayıp sayıldığı son nesiliz, kahkaha atmak “hafiflik”, yüksek sesle gülmek “terbiyesizlik”, sokakta sebepsiz gülmek “deli işi” sayılırdı, yani ben arkadaşlarım tarafından “o kadar gülme, herkes sana bakıyor” diye uyarıldığımı çok bilirim ve şimdi karşımızda kendi gözaltı fotoğrafına sırıtarak poz veren bir kuşak durunca, ister istemez tuhaf bir şey izliyormuş gibi oluyorum.
Oysa belki de işin aslı şu: evet, gelecekleri belirsiz ama bir mizahları var, gülecek eğlenecek enerjileri, çokça umutları var. Ve bizden çok farklı olarak poz verme yetenekleri var, biri kamerayı çevirdiğinde gülümseyip şahane pozlar veriyorlar. Mesela bizim eski fotoğrafların hepsi çöpe atılabilir, bin kare çekilmiş- bir kareyi anca tutturmuşuz. O kadar bile yok! İşte sadece bu yüzden bile tehlikeliler. Resmen “bakmayı” biliyorlar. Resmen neye baktıracaklarını, nereye bakmaları gerektiğini, neyin anlamlı, neyin anlamsız olduğunu acayip iyi biliyorlar. İşte bu yüzden sistem onları susturmaya çalışıyor ama mizahın kralını yakalamışlar. Belki bu; kamusal bir protesto biçimleri. Belki kafayı yememek için de gülüyorlardır, neşeliler, rahatlar. Olabilir. Freud ne demiş: Gülmek, bastırılmış enerjinin boşaltılmasıdır. Gülmek, boğulmamak için başvurdukları hayatta kalma hareketi de olabilir. O bile ise, çok şık hareket.
Şimdi burada duralım ve verilere bakalım anlamak için: Dünya Mutluluk Raporu’na göre gençler yaşlılardan daha mutsuz; yani Shakespeare’in o meşhur insanın yedi çağı metaforunda çizdiği o hınzır, hayat dolu gençlik evresi artık istatistiklerde düşük serotoninle, geleceksizlikle ve sosyal medya kaynaklı depresyonla eş değer tutuluyor. Yani gençler, yaşlılar gibi… Oxford Üniversitesi’nin yayınladığı verilere göre de gençlerin mutluluk eğrisi düşüşte; sadece Türkiye’de değil, Amerika’da, Avrupa’da da tablo aynı: Yani sorun sadece barınamayan, geçinemeyen, adalete erişemeyen bizim gençlerde değil, küresel bir mutsuzluk var ve adı konmuş: Gençlik yorgunluğu.
TÜİK’in verilerine bakarsan gençlerin yüzde 44,5’i mutlu ama çoook iyi biliyoruz ki bizim istatistikler sadece iyi dilekler ansiklopedilerine girer. Konrad-Adenauer-Stiftung’un yaptığı araştırma daha acı konuşuyor mesela: Türkiye’deki gençlerin yalnızca yüzde 17’si mutlu olduğunu söylüyor ve yüzde 63’ü bu ülkede yaşamak istemiyor.
Hadi şimdi verileri bırakıp, gözümüzün gördüğü gerçeklere geçelim: Madem bu kadar mutsuz ve umutsuzlar, buna rağmen neden sokaklara çıkıyorlar, gözaltına alınıyorlar, sonra da objektife bakıp “iyiyiz, yok bi’ şey” hareketi yapıyorlar? Bunca mutsuzluk arasında bu neşe, nereden çıkıyor?
Belki de artık mutluluk, sahip olduğun şeylerle değil, kaybettiklerine rağmen kaybetmediğin şeylerle ölçülüyor. Mizah mesela. Umut. Arkadaşının omzuna yaslanıp “birlikteyiz” diyebilme hali. Psikolojiye göre mutluluk, sadece bir duygu değil; kaliteli bir yaşamın göstergesi. Ama kaliteli yaşam artık eskisi gibi beş yıldızlı tatiller ya da geniş balkonlu boğaza nazır evler değil, umut ile gerçeklik arasındaki incecik uçurumu yönetme hali. Ve belki de bu çocuklar –evet çocuklar çünkü hala 20’lerinde olanlar da çocuk sayılır benim gözümde– o boşlukta ustalaşmış durumda: Hayatlarından memnun değiller ama o memnuniyetsizlikle barışıklar. Hayalleri gerçeklik duvarına toslamış ama duvarı renklendirmişler. Krizle yaşıyorlar ama krizin içinde bir kahkaha daha atabilecek kadar esneklikleri var. Bence…
Bazen gülmek, iyimserlik değil; ayakta kalma stratejisi değil midir, ayrıca. Bazen mizah, illa eleştiri, kavga da değil ki, en yalın haliyle güzel bir nefes almak. Ve evet, gözaltı pozu veren gençler, aslında “mutlu” oldukları için değil, “mutsuz olmadıkları” için de gülüyorlar. Ne gerek var gerilmeye şu anda? Ben bu fotoğrafa dikkatli bakınca, oğlumun sık sık söylediği bir cümle çınladı kulağımda: “Dert değil, takılma.” Şimdi düşünüyorum da belki de bu cümle, bu kuşağın hayata karşı geliştirdiği en sağlam zırh. Çünkü biz her şeyi büyüterek, her sorunu içimizde kuleler yaparak, her krizden yaralar ala ala yaşadık. Onlar ise tam tersini yapıyor: Demirel’in dediği gibi, meseleleri mesele etmiyorlar. Ağırlığın altına girip ezilmek yerine üzerinden atlıyorlar. Doğru bir iş yaptıkları için gülüyorlar. Anne babalarından korkarak sokakta oldukları için değil, anne babaları evden çıkarken öpüp sarıldıkları, “sakın şiddet olaylarına karışma, bir şey olursa hemen ara” dedikleri için güvenden gülümsüyorlar. İşte o yüzden ailecek eylemdeler.
Bize mizah dergilerinden gelen bir refleks bu belki: Gülmenin bu iktidarı yaraladığını gördük. Karikatür çizmek de suçtu, gülmek de. Ama şimdi bu refleks, nesil değiştiriyor. Gülmek artık sadece alay değil, aynı zamanda sahiplenme. Bizi dışlayan her şeye karşı içeriden bir kahkaha. Çünkü onlar sistemin kendini en güçlü sandığı anlarda en kırılgan yerini işaret ediyor: Ciddiyeti. Otokrasiler, mizaha tahammül edemez, çünkü güldüğün şey üzerindeki “büyü”yü kaybeder. Ve bir devletin otoritesi, halkını güldüremediği kadar, güldürülmeye katlanamadığı anda çöker.
Biz niye unuttuk her fırsatta gülmeyi gerçekten? Nasıl sindik bu kadar?
Anlam araştırmacılarına göre, bir işin anlamlı olması için üç şeye hizmet etmesi gerekir: İlki, değer taşıması. Yani kişi yaptığı şeye gerçekten değer vermeli. İkincisi, kendini gerçekleştirmesi. O işte kendi sesini, karakterini, bireyselliğini bulabilme meselesi. Ve üçüncüsü, bir amaca hizmet etmesi. Yani sadece kendin için değil, başkaları için, toplum için, dünya için bir anlam taşıması… 1 Mayıs’ta sokaklara çıkan gençler, belki de tüm bu ölçütlerin içinden geçti: Değer verdi, kendilerini ifade etti ve daha büyük bir geleceği savundu. Gözaltına alınmak ya da etiketlenmek bu anlamı ellerinden almayacak, aksine pekiştirecek belli ki. Neden buradasın sorusuna sağlam bir yanıtları var: Buradayım, çünkü burası anlamlı. Yani, gençlerin motivasyonu sadece mevcut duruma karşı bir eleştiri değil, aynı zamanda değerli buldukları bir eylemi gerçekleştirme, kendi varoluşsal pozisyonlarını ifade etme, daha adil bir gelecek beklentilerine yanıt bulma isteklerinden ileri geliyor.
Ve evet, birileri de bakıp ‘deli mi bunlar?’ demiştir. Çünkü kimin neye güleceğine dair toplumsal bir hiyerarşi var: LGS’de ağlaman serbest ama biber gazı yerken gülmen suç. Sınıfta kalırsan üzülme, nasıl olsa geçiririz, ama gözaltına alınırsan ciddi ol. İşte bu ikiyüzlülüğe gülüyorlar. Acı çekerken ağla, baskı görünce sus, şiddet görünce boyun eğ. Ama bizim çocuklar, bu protokolün dosyasına tıklamadan, direkt çöp kutusuna göndermiş bile, bravo.
Ezber bozuyorsunuz çocuklar. Direnişin kitabını baştan yazıyorsunuz.
Ve belki de bu yüzden sizi en beğenmeyenler, en az anlayanlar. Çünkü sizi kendi gençlikleriyle kıyaslıyorlar, kendi bastırılmış kahkahalarıyla, yasaklanmış neşeleriyle, gençliklerini suçlulukla karıştırmış günleriyle. Oysa siz utandırılmadan büyümüş ilk nesilsiniz. Yani biz anne babalarınız vallahi elimizden geleni yaptık. Bu yüzden bir kesim için acayip de korkutucusunuz, onu da bilmeniz lazım, aileler de hala cephede çünkü. Belki sadece kendinizin değil, cephesi ne olursa olsun, herkesin kurtuluşu olacaksınız. Çünkü bu neşeniz bir çağrı, hadi sen de diyen bir hareket.
Uyum sağlamak için çok geç değil. İnadına sahte ciddiyet, artık komik duruyor. Bakın hepimize gülüyorlar.