26 Ağustos 2025, Salı
26.8 C
Lefkoşa
Kıbrıs iktibasLevent AtikoğluZamanaşımına uğramayan bellek: tapu mu, koku mu? - Levent Atikoğlu

Zamanaşımına uğramayan bellek: tapu mu, koku mu? – Levent Atikoğlu

Bir eşya, bir ev, bir toprak parçası… Ne zaman “bizim” olur? Ne zaman “bize ait” sayılır? Tapusunu alınca mı? Yıllar geçince mi? Yoksa bir hatıra bıraktığımızda mı?

Bugün “mülkiyet” dediğimiz şey, çoğunlukla yasal belgelerle, süreyle ya da kullanım hakkıyla tanımlanıyor. Hukuk, “zamanaşımı” adını verdiği işgüzar bir kavramla geçmişi sınırlıyor. Diyor ki: “Belli bir süre içinde hak talep etmezsen, o hakkı kaybedersin.”

Peki ya insan belleği böyle çalışmıyorsa? Zaman geçtikçe hatıralar derinleşiyorsa?

Varoşa’da terk edilmiş mahalleler en büyük utanç örneklerinden biridir bu topraklarda.

Çok yakıcıdır.

Peki ya; iki adım ötenizde, çocukluğunuzun geçtiği bir mahallede bulunan evinizde bir imzayla talan edilen ama belleğinizden kaybolamayan kokular, ve çocukluğunuz?

Perdeler hâlâ asılıdır, tabaklar rafta, koltukların üstünde örtüler durur. Ama insan yoktur orada. O evde doğmuş, büyümüş, âşık olmuş, kayıplar yaşamış, hatta uzuvlarını kaybetmiş olanlar artık “gitmiş”tir. Gitmek zorunda bırakılmış, kovulmuş, yerinden edilmiştir. Ve zaman geçtikçe hukuk der ki: “zamanaşımı doldu.”

Peki ya duyguların, aidiyetin, hatıraların zamanaşımı olur mu?

Sahip olmakla ait olmak farklı şeylerdir. Sahip olduklarımız tapu ister; ait olduklarımızsa bir bakışla, bir koku ya da çocukluk anısıyla geri gelir.

Evinden ayrılmak zorunda kalan biri, yanında tapusunu değil; çekmecedeki eski bir mektubu, mutfak masasının köşesindeki oyuğu hatırlar.

Çünkü mülk değil, hatıra yaşar.

Zamanaşımı hukuki olabilir. Ama ahlaki ya da etik değildir hiçbir zaman.

Peki ya bir cinayet ya da telafi edilmemiş bir ihmal? Hangi zamanaşımı unutturabilir bunları?

Tarih boyunca yaşanan zorunlu göçler, savaşlar, sürgünler yalnızca insanları değil, hafızaları da yerinden etti. Bugün Avrupa müzelerinde sergilenen yüzlerce heykel, kutsal obje — birçoğu ait olduğu topraklardan koparılarak alındı. Onların üzerindeki iz, yalnızca zamanın değil; aynı zamanda koparılmışlığın, kesilmiş bağların izidir.

Ve ne kadar yıl geçerse geçsin, o mülkiyetin gerçek sahibini unutmak mümkün değildir.

Çünkü bazı şeylerde “öncesi”, her zaman geçerlidir.

Zamanaşımı çoğu zaman yalnızca adaletsizliği parlatır.

Sanat bu duyguyu en iyi anlatan alanlardan biridir. Tino Sehgal’in eserlerinde fiziksel bir nesne yoktur. İzleyici yalnızca o anda gerçekleşen bir performansa tanıklık eder — konuşmalar, karşılaşmalar, etkileşimler… Performans bittiğinde geriye hiçbir şey kalmaz.

Ama yaşananlar iz bırakır.

Çünkü sanatın özü, sahip olmakta değil; şahit olmakta yatar.

Doris Salcedo’nun Tate Modern’in zeminine kazıdığı devasa çatlak bir de… Fiziksel olarak kapatılmış olsa da o yarık zihinde yaşamaya devam eder. Çünkü bazı yaralar bedene değil, belleğe nükseder.

Metamodernizm ne bütünüyle umutsuzdur ne de safça umutlu. Arada durur ama bilinçlidir.

Gerçek mülkiyet, bir başkasının geçmişi üzerine inşa edilenle değil; başkasının geçmişine değebilmekle mümkündür.

Mesele sahip olmak değil; belleğin değerini çoğaltabilmektir.

Ve artık mülkiyet yalnızca yasal bir hak değil, etik bir sorumluluktur.

Bugün sorulması gereken asıl soru şu:

Bir şeye gerçekten ait olmanın yolu nedir?

Eğer hatıralar bir mülkiyet biçimiyse, eğer bir toprakla kurduğumuz bağ yasal belgelerden çok anılarla örülüyorsa, o zaman “sahiplik” kavramı yeniden tanımlanmalıdır.

Zamanaşımı bir dava dosyasını kapatabilir. Ama yarım kalmış bir hikâyeyi silemez.

Bellek, son nefese kadar geri gelir. Siz gitmeseniz bile, o sizi takip eder.

İsimler yeniden hatırlanır. Bir televizyon, bir örtü, bir oyuncak… Eşyalar konuşur. Toprak geçmişi fısıldar.

İstediğiniz kadar değiştirin: pencereyi kapı yapın, bahçeye oda ekleyin…

Hatıraların etik bağı hep yerli yerindedir.

Bazı şeyler satılamaz. Ganimet olamaz. Unutulamaz.

Bazı şeylere yalnızca ait olunur.

Ve o aidiyet ne zamanaşımına uğrar, ne de değerini yitirir…

Diğer yazıları

Yalanlarla uzlaşı – Levent Atikoğlu

Yalan, bizim adada güneşten bile daha yakıcıdır. Sabahları gazetelerde, akşamları...

Adaletin yüzleri: linç kültürü, güven krizi, deliren deliller – Levent Atikoğlu

Çocuklara yönelik cinsel istismar iddiaları, toplumun en hassas yarasına...

Paranın olduğu yerde herkes kahramandır – Levent Atikoğlu

Çocuk istismarı vakaları, kârlılık hesabına göre ele alınıyorsa; adalet...

Verinin kalbi, tanıklığın gücü: bir röportajdan doğan olasılıklar – Levent Atikoğlu

Bazen bir raporun en değerli bölümü, soğuk istatistik tablolarında...

Kurtarıcı dediklerimizden kurtulduğumuz gün doğacak güneş – Levent Atikoğlu

Bize hep aynı yalanı söylediler: “Bir kurtarıcı gelecek.” Bu...
3,220BeğenenlerBeğen
631TakipçilerTakip Et
4,052TakipçilerTakip Et
598AboneAbone Ol

Son eklenenler

Amerika içlerine girerken – Özkan Yıkıcı

Genelikle, Amerikanın dış politikasıyla fazla ilgileniriz. Önemi şu: sistemin...

Belirsizlikler ve provokasyonlar ülkesi Kıbrıs… – Sevgül Uludağ

Şubat 1964’te tezgahlanan bir provokasyonla Aysozomeno (Arpalık) köyünde kan...

İsrail masasında HTŞ’ye Rus ruleti – Fehim Taştekin

Suriyeli siyasi aktörlerin 1930’larda Siyonist Yahudilerle başlayıp İsraillilerle devam...

İşte bütün mesele bu… – Yonca Özdemir

Tam Kıbrıs’tan yeni ayrılmışken, seçimlerde de yaklaşıyorken, akademik değil...

Yalanlarla uzlaşı – Levent Atikoğlu

Yalan, bizim adada güneşten bile daha yakıcıdır. Sabahları gazetelerde, akşamları...

Yargı Kararlarının Eleştirilmesi ve Eleştirinin Sınırları – Latif Aran

İfade özgürlüğü, temel hak ve özgürlüklerin “anası” olarak nitelendirilir...

Kısır döngümüzde, seçim dönemine girerken – Özkan Yıkıcı

Her seçim sürecine girerken, şu veya bu şekilde ayni...

Bolivya’da sol iktidar sona seriyor: Darbeciler hesap sorabilir – Kavel Alpaslan

Latin Amerika ülkesi Bolivya, uzun yıllardır sol bir hükümet ile...

Canlı yayın