Genelde basit gerçeklerle hareket edecek olursak: Önce, eğer bir yerde sorun varsa, başlangıç sorunun varlığını kabullenmekle yapılması gerekir. Siz konuyu bilmeden, hele de sorun oluşturduğunu anlamadan, olayda arıza olduğunu da bilemezsiniz. Bilmediğiniz ve hele yok saydığınız bir eksende, sorunu çözme önerileriniz de ciddiyetten uzaktır.
Diyelim ki sorunun farkındasınız. Adını da biliyorsunuz gibidir. Fakat baktığınızda sorunu fark etseniz de olayın nedenlerinden epey uzaksınız. Öyle ki sorunu irdelerken bambaşka şeylerden söz edilmektedir. Dahası da var: Bazen sorun net. Önünüzde de belgeler ile anlaşmalar mevcuttur. Fakat siz çoğu zaman var olan olgularla değil de resmî duruş ile duygusal katkılı sorunsallaştırma peşindesiniz. O zaman da sorunu bilir gibi olurken, nedenlerini ise onca kanıta karşın olmayan yerden aramak gibi tuhaf düşünce ağına düşüyorsunuz.
Yukarıda birkaç örnekle, basit şekliyle sorun üzerinden kavrayışları özetledim. Elbet sonuçta sorunu doğru bilenler de var ama çözüm de yok. Başka enstrümanlarla değişik kurallarla konu dolaşıma getirilmektedir. En son nokta da bu olsun: Sorunu bilmek iyidir ama sadece bilirsiniz. Nedenleri doğru kavramak ile çıkış yöntemine de sahipsiniz. Yine de eksik kalınıyor. Çünkü siz salt sorunu bilmek değil de çözmek istiyorsanız, önce doğru yerlere taşları koymak gerekir. Devamında da yol almak şart. Yani; değiştirmek için önce bilmek ama tamamlamak için de örgütlü güç olmanız gerekir. O zaman da sorun etrafında kapmaca oynayan yapılardan biri olursunuz. Salt bilmek ise bir yere gelir de anlamsızlaşacağına tanık olup moral kırıklığına dek gelirsiniz.
*****
Buraya kadar size bir şeyler anlatmaya çalıştım. Doğrusu, basit olgulardır. Elbet ezber öğretine takılmayıp algılarla donatılmadıysanız kavramak kolaydır. Şimdi de güncel iki pratikle konuyu daha da genişletelim.
Bir sorun vardır. Kabul edildiğini düşünelim. İş bunu durduracak veya sıçrama yapılacak sınıra doğru da geliniyor. O zaman örgütlü olan ve zamanında hamlesini yapan avantajlıdır. Konuyu tanımlamadan tutun, çözme programına dek etkin hâlde yerini alır. Unutmayın, sorun vardır. Sorunu kabul etsek dahi, onun geleceği oluşan örgütlü güçlerin orantısıyla alakalıdır. Doğru olan değil de güçlü olup hamle yapanın konuyu değiştirme olanağı vardır.
Onun için, örneğin görüşmeye oturuluyorsa, masaya konulan görüşleri birlikte incelemek önemlidir. Sorunu tanımlarken kullanılan ifadelere dikkat etmek şart. İşte size somut örnek: Türkiye’de bugünlerde bir sorun çözüm veya başka isimle hem konuşturuluyor hem de görüşmeler oluyor. Bunun anlamı şu: Mutlaka bir şeyler yerinden oynayacak. Katılan taraflara bunu zorlayan koşulları yan yana koyunca da artık siyasal çıkarlar nedeniyle olduğu yerde durmak biraz zor. Yine de soruna yapılan hamlelerle anlaşılma bambaşka makas açığında. Bir kere kimisi net şekliyle “Kürt meselesi” deyip ona göre söylem geliştiriyor. Devlet kesiminin ağırlıklı kanatları ise olaya “Kürt sorunu” değil, “terörü bitirme” argümanıyla propagandalaştırıyor. Bu farklılık elbet çözümlemede de yansımaktan kaçamaz. Konuya Kürt sorunu olarak bakmayan, artı kendi gelecek siyasal hesaplarının ağırlıkta olduğu düşüncelerin inkâr edilmez durumu sonucu konu, Kürt değil “terör sorunu” indirgemesine gelir. O da önerilerde silah bırakma gibi örgütsel sonlandırma hedefi hâline gelir. Zaten MHP ve AKP önerilerinde hep terörün sonlanması temel eksendir. PKK’yi bitirme amaçlıdırlar. Bir de hem içte oy devşirme veya en azından tarafsızlaştırma niyetleri açıktır. Dışta da Kürt kartıyla ama Kürt konusu olmadan nüfuz alanı geliştirme vardır. Dikkat edin: Bazı tartışılan konu var; gelecek hazırlıklı uygulamalardan söz edilir. Devlet ekseni eder de içinde Kürt sorununa açılım falan yok. Oysa olayın temelinde Kürt sorunu vardır. Siz Kürt sorunsuz ama Öcalan eksenli PKK dönüşümlü durumdan söz etmektesiniz.
Bir de Kıbrıs yelpazesine geçelim: Daha başlarken adanın bağımsızlığı ve iki halkın veya toplumun bir arada yaşamaları lafları olur. Gerçekler ile söylenenler bambaşka. Bambaşka söylemli koşulda da gelecek o kuşkulu yanlış bilgilerle başlar. En basitine bakalım: “Garantörlük” denilir. Epey alengirlilik vardır. Garantörlüğün Kıbrıs toprağı ve Cumhuriyet için konulduğu yazılı olarak net. Ama hâlâ sanki Türklerle sınırlı olduğu vurgulanır. Devamı denilirken de ilk yok edilmek istenen kurum Cumhuriyet oluyor. Cumhuriyetin garantörlüğü kullanımda Cumhuriyeti yok etme silahına dönüştürülüp en doğru olduğu söylenmektedir. Tabii masada olduğu söylenen federasyon gibi kavramların istenilenlerle ne kadar uyuştuğu da başka bir anormallikler ağı olarak örüldü.
Ama verdiğim iki örnek de herkesin kendine göre piyasalaştığı da önemli. Üstelik çözümselleşme de ona göre şekillenmektedir. Hâlbuki ne dedik son ilkede: Masaya oturanın söylediği, istediği önemlidir. Bu da hiç gözetilmez. Federal veya Kürt sorunu değil, sadece devletsel devamlılık için talepler vardır. Resmî ideolojilerin din, etnik gibi tabusal sembollerle durum şekillendirilmektedir. Ama ne sorun çözülür ne de konu anlaşılma gibi bir kolaylık vardır. Ama öylesi kelimelerle süslenir ki kör düğüme dönüşür. Son dönemin tartışılan Kürt ve Kıbrıs gerçeğinde bunlar oluyor. Hele de her taraf kendi dilini de kullanınca, “barış” ile “terör” denilen kavramlar yan yana gelip çakışıyor. Üstelik tam da yasaların uygulanmadığı bir dönemde “yasallık” da damıtılarak yapılmaktadır.


