Hak savunusu ertelenmez, ertelendiğinde anlamını kaybeder. Haftalar önce, bu mesele daha ilk patlak verdiğinde yapılması gerekenler belliydi: Derhal tepki göstermek, insanları eyleme çağırmak, ihlalleri gündeme taşımak, pratik çözümler getirmek ve beş Kıbrıslı Rum’un insan ve sağlık haklarını ivedilikle savunmak.
Ancak olması gereken olmadı. Günler, haftalar geçti; hak ihlali devam ederken sessizlik hâkim oldu. Bugün ise elimizde, içten gelmeyen, samimiyet taşımayan, yalnızca “üzerimize düşeni yaptık” demek için hazırlanmış bildiriler hep beraber anlaşılmış gibi ardı ardına doldurmaya başladı sosyal medya sahnelerini… Ya da üstten bir onay geldi belki de..
Üstelik bu bildiriler, hep aynı kalıplarla, aynı üslupla süslenmiş: “Endişeliyiz.” “Kabul edilemez.” ve benzeri şekillerde… Ama endişe ve kabul etmeme hâli neden üzerinden bu kadar geçtikten sonra veriliyor? Sebebini açıklayabilir misiniz?
Neden bu insanlar ölmeye ramak kala yapılıyor bu bildiriler? Neyi beklediniz? Geçiştirme, gecikme, erteleme değil de nedir bu?
Sanki endişe etmek, hak ihlallerini ortadan kaldıracakmış gibi bir de endişeli olduğunuzu söylüyorsunuz… Oysa bu noktada artık kimsenin endişenize ihtiyacı yok; ihtiyaç duyulan şey somut dayanışmaydı, güçlü bir sesti, gecikmeden yükseltilmiş bir çağrıydı, ve iş halletmeydi olması gereken.. Ama yapamazdınız değil mi? Biliyoruz… Ertelenmiş, göstermelik bildiriler değil…
Neden şimdi? Peki neden bu açıklamalar haftalar sonra, gündemin artık başka mevzularla dağılmaya yüz tuttuğu bir zamanda yapılmaya başlandı? Bunun makul bir izahı olabilir mi? Aktif savaşın ortasında değiliz. Olağanüstü hâl altında değiliz. Tepki göstermeye engel olacak bir durum da yoktu (!)
Tek engel, alışılmış suskunluk, reflekslerin körelmiş olması, hesapların ve çekincelerin öne çıkmasıydı. Daha çarpıcı olan şu: Bugün görüyoruz ki örgütler, siyasiler, kurumlar adeta aynı anda bildiri yayımlamaya başladı. Bu tesadüf değil. Demek ki herkes bir işaret bekliyordu. Bir otorite onay verdi ya da toplumdan gelen tepkiler (!) artık görmezden gelinemeyecek kadar büyüdü.
Yani kimse içinden geldiği için konuşmadı; konuşmak zorunda kaldığı için konuştu. Kendiliğinden olmayan bir toplum hâli içerisinde ilerliyoruz yine yani… Bu manzara bize acı ama tanıdık bir gerçeği hatırlatıyor: Bizim toplumumuzda çok az şey kendiliğinden yapılır. Doğal bir vicdan, anlık bir hak savunusu, sahici bir dayanışma refleksi neredeyse yoktur.
İnsan hakları ihlali, sağlık hakkının çiğnenmesi, yaşam hakkına müdahale… Bunların hiçbiri karşısında doğrudan, hızlı, seri ve sahici bir tepki yükselmez.
Önce tereddüt edilir, beklenir, hesap yapılır. Kim ne diyecek, hangi çıkarlar zedelenecek, hangi dengeler bozulacak diye düşünülür. Sonra bir emir, bir işaret ya da artan toplumsal baskı sayesinde harekete geçilir.
İşte bu yüzden bu son bildiriler de sahici değil. Çünkü doğal bir vicdanın değil, mecburiyetin sonucunda ortaya çıktılar. Geç kalmış oldukları için etkisiz ve inandırıcılıktan da yoksundurlar.
Hesap kitap siyasetiyle hak savunuculuğu, hasta ve insan hakkı işi yapılmaz. Buradaki sorun yalnızca bir olaya özgü değil; yapısal bir alışkanlığın yansımasıdır. Bizde hak savunuculuğu bile hesap kitapla yapılır:
“Şimdi ses çıkarırsam ne olur, sonra başıma iş açılır mı, kime yaranırım, kimi karşıma alırım?” diye düşünülür.
Bu yaklaşım, hakları savunmayı bir yükümlülükten ziyade bir risk analizi hâline getiriyor. Oysa insan hakları hiçbir onaya, hiçbir “tamam artık konuşabilirsiniz” işaretine tabi değildir. İnsan haklarını savunmak için izin beklenmez. Gecikmiş söz, sahici değildir. Bugün yayımlanan bildiriler, belki kâğıt üzerinde birer açıklamadır ama toplumsal vicdanda karşılığı yoktur. Çünkü gerçek dayanışma ve hak savunusu anında ortaya çıkar. Geciktikçe etkisini yitirir, anlamını kaybeder. Zorunluluktan söylenen sözler, ancak vicdanı rahatlatmaya yarar ya da bir çıkar vardır izlenimi verir; mağdurun yarasına merhem olmaz.
Ve işte bu yüzden, bu toplumda atılması gereken asıl adım, hak savunusunu doğal bir refleks hâline getirmektir. İnsanların acısı karşısında susmak değil, düşünmeden, haftalarca beklemeden; anında dayanışmak gerekir. Çünkü unutmayalım: Gecikmiş vicdan, aslında gerçek vicdan değildir…