Erenköy’ün yerleşime açılabileceği fikrini ilk defa Meta Hatay’dan duydum. Bir sohbet esansında Mete, Erenköylü Kıbrıslı Türklerin topraklarına sahip çıkmaları, köylerine yerleşmeleri veya topraklarını işletmeleri fikrini ortaya attı ve böyle bir adım atılırsa, bölgenin trafiğe de açılabileceğini söyledi.
Doğrusu, ben yaratıcı fikrin güven yaratıcı bir önlem olabileceğini düşündüm. Konu üzerinde kafa yormaya karar verdim ve bölgeye bir ziyaret düzenledim. Tabii, Erenköy’e girilemeyeceği için Pirgo köyünde konakladım ve aşağıdaki yazıyı yazdım.
Dillirga’nın Kıbrıslı Türklerin Kolektif Hafızasındaki Yeri Üzerine
Dillirga bölgesinin, özellikle Erenköy’ün yakın Kıbrıs tarihinde hem Kıbrıslı Türkler için, hem de Kıbrıslı Rumlar için apayrı bir yeri vardır.
Kıbrıslı Türkler, Türkiye’den silah getirmeye Erenköylü balıkçılarla başladılar. Adanın kuzey-doğu sahillerinde yer alan köyden kayıklarıyla Türkiye’ye ulaşan Kıbrıslı Türklerin 1956/57 yılında amatörce başlattığı silah sevkiyatı daha sonra profesyonel bir askeri örgütlenmeyle devam etti.
1964 yılında devam eden toplumlararası çatışmalar esansında yurt dışından gelip Erenköy ve Dillirga bölgesinde toplanan öğrencilerle diğer Kıbrıslı Türkler, Kıbrıslı Rumların saldırılarına karşı direndiler ve bölgede birkaç yıl mahsur kaldılar.
Bu, aynı zamanda Kıbrıs Sorunu, “anavatandan beklentiler” ve savaş ve barış konularında tam bir sorgulama dönemi oldu.
Bu deneyimin 1960 sonrası Kıbrıs Türk Solunun oluşumunda önemli bir yeri vardır. Başta Naci Talat, Alpay Durduran, Özker Özgür gibi 1960 sonrası Solun kurucu isimleri ve daha birçok kişi için, Erenköy ve civarında yaşadıkları savaş deneyimi bir dönüm noktası oldu.
Solun, anti-militarizmin ve savaş karşıtlığının yolunu bu deneyimin ışığı/karanlığı altında buldular.
Erenköy savunması, Kıbrıslı Türklerin başka bölgelerde ortaya koydukları direnişe benzemez.
Baf, Limasol ve Larnaka gibi bölgelerde yerel direniş söz konusu iken, Erenköy ve civarında Kıbrıslı Türkler yerel-ötesi geniş bir katılımla kolektif bir direniş sergilediler.
Dillirga’nın Kıbrıslı Rumların Kolektif Hafızasındaki Yeri Üzerine
Dillirga ve Erenköy’ün Kıbrıslı Rumların kolektif hafızasında da ayrı bir yeri vardır. Türkiye’nin 1964 Ağustos’unda bölgede yaptığı yoğun bombardımanda napalım bombalarının hedefi oldular. Bu zor günlerinde Yunanistan’dan bekledikleri desteği görmediler ve “anavatan” konusunu tartışmaya açtılar.
Fakat, 5 Ağustos 1964 tarihinde Makarios’un emri ile bölgeye saldıran Kıbrıslı Rumlar gerçekte o bölgeye neden gönderildiklerini hiçbir zaman tam olarak öğrenemediler. Onlara söylenen, o bölgeden Türklerin adaya silah taşıdığıydı ve “bütün mevzilerin temizlenmesi gerektiğiydi.” Makarios’un emri böyleydi.
Oysa saldırının gerçek amacı, Cenevre’de Türkiye, Yunanistan ve ABD arasında yapılan görüşmeleri berhava etmekti. Bu müzakerelerde Amerikalıların ortaya koyduğu Acheson Planı görüşülüyordu.
Türkiye’ye Karpaz bölgesinde % 4.5 oranında toprak verilerek adanın geri kalan büyük kısmının Yunanistan ile birleşmesini öngören Acheson Planı, Yunan hükümeti ile Makarios arasında derin görüş ayrılığı yaşanmasına yol açmıştı.
Yunanistan başbakanı Yorgos Papandreu “size bir apartman bağışlarlarsa, bir dairesini verebilirsiniz” diyordu ve Acheson Planının kabul edilmesini istiyordu.
Türkiye de öneriye sıcak bakıyordu. Kendisine verilecek toprağın kira değil, egemenlik esasına dayanması koşuluyla planı kabul etmeye hazırdı.
Fakat, Başpiskopos Makarios “Atofia-Enosis”, yani “Pür, Sulandırılmamış Enosis” diyordu ve Türkiye’ye toprak verilmesine karşı çıkıyordu.
Ve Kıbrıslı Rumları o Ağustos günü Dillirga bölgesinde ölmeye ve öldürmeye gönderirken aklında Acheson Planını öldürmek vardı.
Öyle de oldu ve Dillirga saldırısıyla Acheson Planı tarihe karıştı.
2025 Dillirga’sı 1964 Dillirga’sı Değil!
Yukarıda özetle anlattıklarımızdan da anlaşılacağı gibi, bugün askerlerin kontrolünde kapalı bir bölge olan Erenköy Kıbrıslı Türkler açısından bir hafız mekanıdır.
Fakat, 2025 Dillirgası 1964 Dillirgası değil!
Erenköy, 1964’te Kıbrıslı Türklerin denize açılan nadir kapılarından biri idi. Oysa, bugün Türk tarafı adanın neredeyse bütün kuzey sahillerine hükmediyor.
Yunan Cuntasının 15 Temmuz 1974 tarihinde Makarios’a karşı yaptığı darbeden sonra başbakan Bülent Ecevit’in savaştan kaçınılması için ortaya koyduğu öneriler arasında, adanın kuzeyinde denize açılan bir bölgenin Kıbrıslı Türklerin kontrolüne verilmesi de yer alıyordu.
Yunan Cuntası bu öneriyi kabul etseydi, 74 Savaşı belki de olmayacaktı.
Bugün, sadece adanın kuzeyinde denize açılan bir bölge değil, kuzeyin bütün bölgeleri denize açılıyor.
Bu koşullarda Erenköy’ü, içinde yaşam olmayan bir hafız mekanı olarak elde tutmak ne kadar anlamlıdır?
İki toplum arasında güven artırıcı önlemlerin konuşulduğu, bundan da büyük oranda geçit kapılarının açılmasının anlaşıldığı bir dönemde Erenköy’ü Kıbrıslı Türklerin yerleşimine ve trafiğe açmak neden düşünülmesin?
Köyün yanı başındaki Pirgo köyü giderek yerli ve yabancı turistler için bir cazibe merkezine dönüşüyor. Yoğun bir yeşil içinde küçük hoteller, nadide barlar ve restoranlar, doğa içinde sakin bir tatil geçirmek isteyenler için çok güzel bir ortama sunuyor.
Erenköylü Kıbrıslı Türkler bu nimetlerden neden yararlanmasın?
İsteyen Kıbrıslı Türklerin köye yerleşmesiyle hem kendi topraklarına kavuşacaklar, hem de bölgenin trafiğe ve ekonomiye açılması sağlanacak.
Erenköy bir hafıza mekanı olmaya zaten devam edecek. Orasının toplumun kolektif hafızasındaki yerinin silinmesi mümkün değildir.
Fakat, bunun için toprağı bir müzeye çevirmek gerekmez. Dünyanın pek çok yerinde insanların cıvıl cıvıl toplandıkları, tatil yaptıkları hafız mekanları vardır. Başta Normandiya olmak üzere, Avrupa bu tür mekanlarla doludur.
Toprağı insanın hizmetine sunmaktan daha “kutsal” ne olabilir ki?
Hem, Erenköy’ün yerleşime açılması BM Genel Sekreteri nezdinde de takdire şayan bir adım olur. Maria Angela Holguin haklı olarak “Kıbrıslılar geçmişte yaşıyor” diyor.
Bir defa olsun ileriye baksak olmaz mı?