Home Kıbrıs iktibas Neşe Yaşın İnsanlık devrimi – Neşe Yaşın

İnsanlık devrimi – Neşe Yaşın

0
Reklamlar

Öylesi bir döneme tanık oluyoruz ki kötü, yalan, sahte, zulüm ve şu an aklıma gelmeyen bazı başka olumsuzluklar adeta norm haline gelmiş. Bir yanda Filistin dehşetini yaratan Netenyahu vahşeti, Amerika’da Trump farsı, Putin ve Erdoğan’ın sınır tanımaz pervasızlıkları diğer yanda. Ne yapsan fayda etmiyor duygusu güçlü bir biçimde hissediliyor. İyilik cephesi her yolu denese de çözüm yok hissi egemen. Sokaklar dolup taşıyor, uluslararası hukukun kapısı çalınıyor, imzalar toplanıyor, yetmedi gemilere binilip kapıya dayanılıyor, yollara düşülüyor, sınırlar zorlanıyor. Olmuyor, olmuyor. Kötülük ne kadar çirkinleşirsem o kadar kazanırım mantığı içinde adeta. Bu Kıbrıs’a da sirayet etmiş durumda. Büyük bir aymazlıkla tutuklanıyor insanlar. Öylesi büyük bir adaletsizlik ki nutku tutuluyor insanın.

İnsan yalnızca insana karşı yapmıyor bunu. Kendisini egemen kıldığı yerkürede bitkiyi, ağacı, denizi, nehri, börtü böceği mahvetmek için elinden geleni yapıyor. Bir yıkım, obez bir aymazlık, hodkamlık çağı bu.

Gözle görülü bu kötülük neden geriletemiyor. Bu liderlerin tümü seçimle iş başına gelmişler sonuç olarak. Sorgulanması gereken seçim sistemlerinin garabeti, seçim kampanyalarındaki manipülatif kötülük ve göz boyamalar belki de. Belki de kirlenmiş, kirletilmiş, ideolojik aygıtlar tarafında manifaktüre edilmiş insanlık esas sorun. Yapay zekâ alametine binmiş son sürat kıyamete giden bir dünya mı yoksa şahit olduğumuz?

Enseyi karartmamak gerek elbette. Eylem içinde olmak iyimser yapar insanı. Direnmek, daha çok direnmek, sahtenin ipliğini pazara çıkarmak önemli. Hayatın her alanına sirayet etmiş şiddet, inkâr ve sevgisizliği küçük birimlerimizden, mikro kozmoslarımızdan başlayarak alt etmeliyiz belki de. Global ya da ülkesel meseleleri eleştirirken bazı adaletsizlik modellerini kendi küçük dünyalarımız içinde kopyaladığımızın farkına varmıyoruz kimi zaman. Özlediğimiz dünya uzak belki ama ütopyamız durduğu yerden ışığını saçar bize, bazı ilkeler ve değerler önerir. Arkadaşlarımıza, çevremize, komşularımıza, hemşerilerimize, ağaca, hayvana, çiçeğe nasıl davranıyoruz örneğin. Küçük birimlerimiz içinde adil miyiz, başkalarının esenliğini düşünüyor muyuz? Bütün bunlar çok önemli. Adalet duygusu bireyde başlıyor. Kolektif için talep edilen adalette bireysel bir değer ve davranış biçimi de olabilmeli.

Bunca umursamazlık içinde karbon ayak izini küçültme meselesini çok abartan bir genç kadının hikayesine şahit olmuştum yıllar önce Berlin’de. Bir çeşit eksantriklik, meczupluk, obsesyon gibi gelmişti ilk bakışta, biraz öyleydi belki de… Mesele bütün bunların kitlesel pratikler haline gelebilmesi, bir seferberlik halinde dünyanın gidişatına sahip çıkabilmek. Eskiden kendi evinin önünü süpürmek klişesi vardı çünkü insanlar önü süpürülebilecek evlerde yaşıyorlardı; bir süredir işitilmiyor bu çünkü artık başka bir yer dünya. İnsan kendi içini temizleyebilir, kötülükten, adaletsizlikten arındırabilir ama. Bunun bazı yöntemleri var.

Kendi evimizle, bahçemizle, içimizle ilgilensek ne olacak diyebilirsiniz. Her an tepemize bombalar yağabilir ya da bir yangında, insan eliyle getirilmiş felakette her şeyimizi kaybedebiliriz. Her an bireysel özgürlüğümüz elimizden alınabilir. Bir kolektif içinde mücadele etmekten başka çare yok. İşte zurnanın zırt dediği yer burası. Kolektifler içinde var olmayı becermiyoruz. Kavga ediyoruz oralarda, hırslarımız, hınçlarımız, bireysel hesaplarımız galip geliyor. Çatışma kültürü iliklerimize kadar sirayet etmiş durumda. Küresel adaletsizliklerin bir bölümü kendi içimizde de var. Hiyerarşik algılar, gizli ırkçılık ve ayrımcılıklar, ötekileştirmeler, adaletsizlikler kendi içimizde öncelikle. Hepimiz örselenmişiz, insan olabilmenin doğal zaafları içindeyiz belki ama bunları sorgulayıp değiştirecek zekâ ve birikime de sahibiz.

İşte hendek işte deve zamanları değil artık bu. Hendekleri nasıl aşabileceğimizi çoktan keşfetmişiz. Bilimsel bulguların hızı baş döndürücü. Sorun şu ki tarih boyunca her bilimsel buluş hem iyilik hem de kötülük için kullanılagelmiş. O zaman esas sorun insanın içini düzeltmede. Bunun için yola çıkan dinler kötülük ve sahteliğin örgütleyicisi olabilmişler. Kurtarıcı ne derken yine aynı şey geliyor aklıma. Entelektüel düşüncenin en üst sınırından hareket edebilen sanat. Bizi iliklerimize kadar titretebilecek, içimizdeki güzeli ve adaleti tetikleyebilecek sanatın gücü. Esir düşmüş, yenilmiş, pazara entegre olmuş sanatçı değil sözünü ettiğim; yeni bir insanlık devrimini gerçekleştirebilecek olan.

No comments

Yorumunuzu ekleyinCevabı iptal et

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Exit mobile version