Home Kıbrıs iktibas Pınar Taş Çocukluğumuzun Renkleri, Yakılan Köyler ve Bölünmüş Adalar – Pınar Taş

Çocukluğumuzun Renkleri, Yakılan Köyler ve Bölünmüş Adalar – Pınar Taş

0
Reklamlar

Bazen hala soruyorlar; “Kürtleri ikinci sınıf hissettiren nedir?”Oysa cevabı uzaklarda aramaya gerek yok.

Ben daha ilkokul dördüncü sınıftayken yaşadım ilk kırılmayı. Resim sergisinde çimler yeşildi, çiçeğin göbeği sarıydı, yaprakları kırmızıydı. Çocuk zihnimle renklerin uyumunu değil, özgürlüğünü seçmiştim. Kaymakam resmime baktı, anlamak istemedi. Önümde yırttı ve çöpe attı. Bir çocuğun düşleri, bir halkın varlığı gibi hoyratça kenara atılabiliyordu. Ama mesele bir resmin yırtılışı değildi. Mesele, hayatlarımızın baştan sona yırtılabilir sayfalar olarak görülmesiydi.

90’larda köyler yakıldı, aileler darmadağın edildi. Ben çocukken, daha üçüncü sınıftayken, annem ameliyat masasında yatarken aynı odada Vartinis Katliamı’ndan kurtulan bir ailenin yakınını dinledim. En küçüğü yedi yaşında bir çocuk, kurtulsun diye pencereden atılmıştı. O küçük bedeni, yeniden alevlerin içine fırlatmıştı. Yedi kişilik bir aile, pencerenin önünde birbirine sarılı halde kül olmuştu. İnsanlık da o külün içinde savruldu.

Yıllar geçti, dava zamanaşımına uğradı. Hiçbir fail ceza almadı. Çocuk resimleri yırtılırken alkışlayanlar, köyleri yakanlara göz yumdu. Ve bugün hala soruyorlar.. “Neden kendinizi ikinci sınıf hissediyorsunuz?” Aslında cevap çok basit. Çünkü bizim hikayelerimiz hep yarıda bırakıldı, adaletin kapısının önünden geçemedik…

Biz hala, çocukluğumuzun renklerini geri istiyoruz. Çünkü biliyoruz ki o renkler yalnızca resimlerde değil, hayatlarımızda da özgürce var olabildiğinde bu topraklarda gerçek anlamda eşitlikten söz edilebilecek.

Ve sonra yollar beni Kıbrıs’a getirdi. Sanıyordum ki ada deniziyle, tarihiyle, kadim kültürüyle başka bir hikayenin kapısını aralayacak. Oysa gördüm ki senaryolar hiç değişmiyor. Bu kez yakılan köylerin yerini bölünmüş şehirler, zorla silinmiş hafızaların yerini kayıpların suskunluğu almıştı. Burada da aynı sahne, inkarın uzun gölgesi, adaletin sürekli ertelenişi, kimliklerin görünmez kılınışı. Demek ki mesele coğrafya değilmiş.

Mesele, inkarla beslenen aynı zihniyetin farklı topraklarda farklı kılıklar altında yeniden sahneye çıkmasıymış. Bir yerde renkler yasaklandığında, başka bir yerde sınırlar tel örgülerle kalınlaşıyor. Bir halkın sesi susturulduğunda, bir diğerinin coğrafyası paramparça ediliyor.

Bugün hala, ister Amed’ de bir çocuğun resminde olsun, ister Lefkoşa’nın ara sokaklarında, yasaklanan, yırtılan, bölünen her şey aslında bize aynı hakikati fısıldıyor…

Adalet gelmeden, hiçbirimiz tam anlamıyla özgür değiliz…

No comments

Yorumunuzu ekleyinCevabı iptal et

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Exit mobile version