Yalnızca futbolla ilgili değil, gerek “kayıplar” konusunda, gerekse eğitim-kültür alanında da faaliyetleriyle de tanınan Kıbrıs’ın güneyinden Omonya Aşşa Derneği, 1964’te “kayıp” edilen Vadilili Ali Hüseyin Genç’in akibeti hakkında Aşşalılar’a (Paşaköy) çağrıda bulunarak, bilgi sahiplerinin konuşmasını istedi.
Omonya Aşşa Derneği’nin sosyal medya sayfasında önceki gün (9 Haziran 2025, Pazartesi) “kayıp” Ali Hüseyin Genç’in fotoğrafıyla birlikte yayımlanan çağrıda özetle şöyle denildi:

*** Fotoğraftaki şahıs, Vadili’den bir Kıbrıslıtürk olan Ali Hüseyin Genç’tir. 11 Mayıs 1964’te’arabasıyla Aşşa’dan geçerken tutuklanmış ve o günden beridir kayıptır.
*** Anlatılanlara göre, bazı Aşşalılar tarafından tutuklanmış ve birkaç gün boyunca Aşşa’nın İlkokulu’nda tutulmuştur. Bir noktada Aşşalılar tarafından Vadili Polis Karakolu’na götürülmüş ve burada “kayıp” olmuştur.
*** Edinilen bilgilere göre, 1964 yılında Vadili Polis Karakolu’nda görevli olan bir polis, onu infaz ettiğini itiraf etmiş, bunu emirler üzerine yaptığını söylemiştir.
*** Bazı Aşşalılar’ın Ali Hüseyin Genç’in arabasını yıllarca kullandıkları yönünde anlatılanlar, oldukça dikkat çekicidir.
*** Aşşa, 83 Kıbrıslırum “kayıp” şahsın olduğu bir köydür. Bizler kayıp şahıların akibetinin belirlenmesini, kimliklendirilmesini ve kalıntılarının ailelerine verilmesini talep ettik ve talep etmeye devam ediyoruz. Böylece hem ölenler, hem de onların yakınları rahatlayabilecektir.
*** Aynı nedenle Omonya Aşşa, Ali Hüseyin Genç’in akibeti hakkında bilgi sahibi olanlardan bu bilgileri Kayıplar Komitesi’yle paylaşması çağrısında bulunuyoruz, böylece ondan geride kalanların bulunarak yakınlarına verilebilecektir.
VADİLİ’NİN “KAYIPLARI”NI 16 SENE ÖNCE YAZMIŞTIK…
11 Mayıs 1964’te Lefkoşa’dan Vadili’ye kendi arabasıyla dönmekte olduğu esnada Aşşa’dan (Paşaköy) geçerken kaçırılarak “kayıp” edilen Ali Hüseyin Genç’in hikayesini 16 sene önce bu sayfalarda kaleme almıştık.. 29-30 Ekim 2009 tarihlerinde bu sayfalarda yayımlanan röportajımızda, Ali Hüseyin Genç’in sevgili eşi Fatma Genç ile sevgili oğlu Hasan Genç bize konuşmuştu… Hem Fatma Genç, hem de oğlu Hasan Genç vefat ettiler… Ali Hüseyin Genç’in üç oğlu, Hüseyin, Altan ve Orhan Genç Londra’da yaşıyor, oğlu Turgay Genç ise Kıbrıs’ta bulunuyor…
26 Ocak 1964’te Stroncilo-Vadili arasında bir yerde “kayıp” edilen Vadilili Hasan Osman Desteban’ın öyküsünü de bu sayfalarda Ekim 2009’da yayımlamıştık. Ve Vadili’den 1974’te “kayıp” edilen Mihalis Pekri’nin öyküsünü de aynı dizi çerçevesinde kaleme alıp yayımlamıştık…
OLASI GÖMÜ YERLERİ…
Ali Hüseyin Genç’in sevgili oğlu Hüseyin Genç bizi arayarak 2013 yılında iki olası gömü yerini bize ve Kayıplar Komitesi’nin o dönemki yetkililerine göstermişti. 12 Kasım 2013’te Aşşa’da (Paşaköy) bu iki olası gömü yerinde incelemeler yapmıştık…
Kayıplar Komitesi, “kayıp” Ali Hüseyin Genç için bu şekilde okurlarımızdan ve başka şahitlerden topladığı bilgiler çerçevesinde toplam sekiz kazı yürüttü ancak Genç’in gömü yerini bulamadı. Bu nedenle Omonya Aşşa Derneği’nin Kıbrıslırum Aşşalılar’a çağrısı, bizce önemli. Belki bu konuda insanlar artık ürkekliklerini ve korkularını atıp konuşabilirler… Omonya Aşşa Derneği’yle geçmiş yıllarda “kayıplar” konusunda çeşitli etkinlikler yaptık ve Aşşalılar’a Ali Hüseyin Genç dahil her iki toplumdan “kayıplar”ın öykülerini aktardık, sorularını yanıtladık…

NELER YAZMIŞTIK?
Bundan tam 16 sene önce, rahmetlik Fatma Genç ve rahmetlik oğlu Hasan Genç’le yaptığımız ve bu sayfalarda 28-29 Ekim 2009’da yayımlanmış olan röportajımız özetle şöyleydi:
“Vadilili “kayıp” Ali Hüseyin Genç’in eşi Fatma Genç anlatıyor…
“Kayıp” Ali Genç’in öyküsü…
Fatma Genç, 78 yaşında… Vadilili… Ayşe ile Hasan Hilmi’nin kızı. Onun babası da rençberlik yapar, arpa buğday ekermiş… “Bahçemiz vardı, bahçe çevirirdik, pamuk ekerdik” diye anlatıyor Fatma Hanım…
Fatma Genç’in eşi Ali Hüseyin Genç “kayıp”… 11 Mayıs 1964’te Lefkoşa’dan Vadili’ye giderken, Lefkoşa-Mağusa yolunda “kayıp” edilmiş. AV178 plakalı Peugeot marka arabasıyla Aşşa’daki benzin istasyonundan kaçırıldığı sanılıyor… Bu kaçırılıp “kayıp” edilme hikayesinin ardında bir trafik kazasının yattığı da söyleniyor… Anlatılanlara göre (bunların doğru olup olmadığını bilmiyoruz), Ali Genç “kayıp” olmadan bir süre önce bir trafik kazası yapmış ve bu kazada Aşşalı (Paşaköy) bir Kıbrıslırum kız ölmüş. Söylentilere göre, Ali Genç, Aşşa’daki benzin istasyonundan kaçırıldıktan sonra, ölen kızın ailesine verilmiş. Ancak bu hikayenin ne kadar doğru olduğu kuşkulu çünkü “kayıp” olduğu tarih, daha pek çok Kıbrıslıtürk’ün “kayıp” edildiği tarihle aynı: 11 Mayıs 1964. Hatırlayacaksınız, bu tarihte, Kıbrıslırum polis kumandanı Pantelitis’in oğlu, yanındaki Yunanlı subaylarla birlikte Mağusa surlariçine girmiş ve bu gruptan öldürülenler olunca, “intikam” alınsın diye, yollardan pek çok Kıbrıslıtürk alınarak “kayıp” edilmişti… Kısacası, Ali Genç’in neden “kayıp” edildiğini kesin olarak bilmiyoruz… Ancak büyük olasılık 11 Mayıs 1964’te “kayıp” edilen Kıbrıslıtürkler’le aynı nedenden ötürü “kayıp” edilmiş olabilir… Trafik kazası ise, insanların düşünüp de bağlantı kurmuş olduğu bir olaydan öte bir anlam ifade etmeyebilir… Ancak Aşşalı Kıbrıslırum okurlarımız konuşursa, o gün Aşşa’da (Paşaköy) tam olarak ne olduğunu öğrenebileceğiz belki…
Vadilili “kayıp” Ali Hüseyin Genç’le ilgili olarak sevgili eşi Fatma Genç’le röportajımız şöyle:
SORU: Kaç kardeştiniz?
FATMA GENÇ: Kalabalıktık… On kardeştik. Altı kız, dört oğlan. Ben ikinci… Biz okumadık, okuma da bilmeyik, küçükler okusun diye ova işine giderdik, çalışırdık…
SORU: Siz işlerdiniz ki küçükler okusun…
FATMA GENÇ: Evet…
SORU: Ali Hüseyin Genç eşinizdi, o da Vadilili’ydi…
FATMA GENÇ: Evet, komşuydular. Evvel biz birbirimizi görmezdik, annemiz babamız mehel görürdü. Öyleydi… Biz yedi sene nişanlı kaldıydık, kaynatamız öldüydü diye… Ev yaparlardı, evler yarıbuçuktu, onarttılar evleri. Yedi seneden sonra evlendik. 1955-56’ydı evlendiğimizde, 1957’de oğlum Hüseyin’i doğurdum.
SORU: Ali Genç ne iş yapardı?
FATMA GENÇ: Dükkanı vardı, hayvan yemi satardı, önce köydeydi dükkanı, sonra Lefkoşa’da da dükkan açtıydı. Selimiye Camisi’nin yanında dükkanı vardı… Gider gelirdi Lefkoşa’ya…
SORU: Bir trafik kazası yaptıydı ve Aşşalı bir kız çocuğu bu trafik kazasında öldüydü…
FATMA GENÇ: O kazayı kardeşi yaptıydı, ruhsatı yoktu diye kendi üstüne aldı, kendi gitti. Kardeşi Cahit Genç… O yaptıydı da kendi üstüne aldıydı ruhsatı yoktur diye. Paşaköylü (Aşşa) bir kız öldüydü. Çeşmelerden su alırlardı evvelden dışarıdan. Nasıl olduysa basmış cirayı, ölmüş yere düşünca. Benimki kendi üstüne aldı, kendi bastı diye. Onu tuttular… Rumlar aldı, göstermedi bize bir daha…
SORU: O gün nere giderdi? Lefkoşa’ya dükkana mı giderdi?
FATMA GENÇ: Hayır, Lefkoşa’da dükkana gittiydi, dönüşte aldılar kendini. Mağusa’da hadise çıktıydı şu, öldürdülerdi o gün… O hadiseyi duyunca, geri geldi, geri gelirken aldı Rumlar kendini işte. Bir daha göstermediler. Paşaköy’de (Aşşa) aldılar diye duyduyduk. Köyün Rumları’na söylediler da… Bizim bir Şöför Mustafa vardı, o bildirdiydi Rumlar’a, “Yavaştır, bu adamı göyverin da bir şey yapmayın…”
Göyvermediydiler…
SORU: O zaman siz ne yaptıydınız? Kaç çocuğunuz vardı o zaman?
FATMA GENÇ: Beş tane… En küçüğü on aylığdı, Orhan… En büyüğü Hüseyin, yedi yaşındaydı. Bir ara geçindiydik, yardım bağladılardı… Yardım etmedilerdi, kocamızdan vardı biraz paramız içeride. Dışarıda alacakları da vardı. Cahit yemdir şeydir, onların paralarını alırdı ve verirdi bize işte… Te o para bağlansın da gelsin, idare ettiydik işte…
SORU: Dükkanlarını naptıydınız?
FATMA GENÇ: Dükkanlarına Cahit bakardı, alışırdı o, gider gelirdi, yemdir şeydir, oraya buraya, köylere… Cahit götürürdü, bilirdi, ne kadar alacağı vardı dışarıda Cahit bilirdi. Kimi verdi, kimi vermedi o alacaklıların…
SORU: Neler duyduydunuz?
FATMA GENÇ: O zaman o bastığı kızlarını diye yaptılar diye duyduyduk…
SORU: Siz inandı mıydınız öldürüldüğüne yoksa “kayıp”tır diye bekler miydiniz?
FATMA GENÇ: Duyulduydu… Desteban Hasan vardı, o daha önce tutulduydu. Onu öldürdüler dediydiler o zamandan, kan izi buldulardı. Bizimkine öyle bir şey yapmadı, “Rumlar tuttu, yok başka memlekete yolladılar, esir kampına yolladılar, Yunanistan’a yolladılar” derlerdi…
SORU: Çocuklara ne derdiniz siz babalarını sorduklarında?
FATMA GENÇ: Rumlar köyün içinde söylerdi gene… “Rumlar aldı” derdik babalarını… Buraşta gölet vardı, bunlar ufaktı, oynarlardı…
SORU: Ne kadar beklediniz?
FATMA GENÇ: Hep bekledik, gelecek, geri dönsün diye. Kaçını tuttularsa mesela bu Sinde’den yollardan, hep öldürdüler derlerdi. Biz da ümidi kestiydik… Mevlit okuturduk daha sonraları. Arabası da bulunmadıydı, Rumlar aldıydı arabasını. Yatak da vardı içinde, kalacaktı Lefkoşa’da. Sonra duyunca hadiseyi, geri geldiydi, ne araba çıktı meydana, ne bir şey…
HASAN ALİ GENÇ (Ali Genç’in oğlu): 1979’da ben Paşaköylü bir adamın yanında çalışırdım, kot gömlek, montgomery falan dikerdik. Onun yanında çalışırdım ben terzi olarak. Kara Ali isimli yaşlı bir adam vardı, onunla konuştu, birşeyler söylerlerdi. Dövmüşler kendini, sonra vurmuşlar öldürmüşler, o kızın babası… Paşaköy’ün (Aşşa) ovalarında bir kuyuya atmışlar. Bu adam onlarla yaşardı, yaşlı, belki yalan değil… Yani Paşaköy’de bir kuyuya atmışlar ama hangi kuyudur, bilmeyik… Öyle duydum ben da…
SORU: Nasıl biriydi Ali Genç?
FATMA GENÇ: İyi bir insandı, mızırlığı yoktu… Ne yemek olursa yerdi. Magarınayı severdi. Turunç macunu yapardım, yerdi… Kendi alırdı tatlı Lefkoşa’dan, kutuyla getirirdi… Beğendiği tatlılardan getirirdi. Ben tatlı yapmayı bilmezdim, bir simit helvası yapardım. Kaymaklı’dan arsa aldıydı, Lefkoşa’ya ev yapacaktı. “İki yolun arasında, yani güzeldir yeri” derdi. Yapacağdı nice… Sattılardı sonra o arsayı… Gelir-giderdi köye…
SORU: Nasıl geçinebildiydiniz beş çocukla?
FATMA GENÇ: Geçindik işte. Küçükken işe da giderdik Pergama’da, teyzemizin oğlu vardı İsmail, havuç, soğan ekerdi… Köyde birkaç kişi vardı, akrabalarla biz da gider çalışırdık… Okuyanı okuttuk çocukların, okumayını da zanaata koyduyduk. Hasan okumadı, o terzi olduydu, Turgay da okudu. Altan da okumadı, Londra’ya kaçtı. Onda iş kurdu, dört tane kızı var…
SORU: Siz büyürken neler söylerlerdi size?
HASAN GENÇ: İnsan görmeyinca ümit eder, değil? Ama küçük yaşta böyle milliyetçi marşlar duyduğunda, şehitler için, öksüz çocuklar için bir şey söylendiğinde, mesela Atatürk’ün bir şarkısı vardı, “Öksüz çocukları bağrıma bastım” diye, ağırıma giderdi… Babam için ağlardım.
Trafik kazasından sonra babamın sinirleri bozulduydu… Ben Cahit amcama sordum bu trafik kazasını, “Öyle bir şey yok, babandı çarpan” dedi. “Beni kıskanırlar, uydururlar” dedi. Dükkan açmış diye kıskanırlarmış. İnsanlar daima birbirini kıskanır, zenginleyinca, para sahibi olunca bazıları kıskanır, çamur atar, iftira atar icabında. Ben inandım, seslenmedim. Allah’ınan canına, değil? Allah yarattı hepimizi, Allah’a hesap vereceyik… Öyledir bu dünya…
Lurucinalı bir berber vardı babamın yanında, gittim, onunla da konuştum. Dedim “Öğreneceğim…” Herkes bir şey söyler. Halalarım bir şey söyler, amcalarım bir şey söyler, diğer akrabalarımız bir şey söyler, kahvedeki insanlar bir şey söyler, babamın arkadaşları falan. Dedim gideceğim buraşta bir berber dükkanı var, soracam. Gittim buldum kendini, konuştum. Dedim “Böyle böyle mesele…”
“Bak oğlum” dedi, senin baban “gitmeyeceyim” dedi. Duydu iki tane zabitin oğullarını öldürdü bizimkiler, Türkler…” Onun üzerine emir verdiler kaç tane Türk bulursanız yolda öldürün, bilhassa erkekleri… Esir almayın, öldürün. Babam bunu duymuş ve bu Lurucinalı adama söylemiş. O adam da babama “Duyan ya, sakın çıkma yola” demiş. “Kal dükkanda yat, Lefkoşa’da al birşeycikler ye, yat oracığa, gitme birkaç gün köye… Çıkarsan yola seni da öldürebilirler…”
Babam da demiş “Çıkmam yahu…” falan… Lefkoşa’da Selimiye Camisi’nin yanında babamın dükkanının yanındaydı bu berber. “Babanın sinirleri bozuktu… Ansızın akşamüstü gider bakarım, dükkan kapalı…”
Öğlen konuşmuşlar, akşamüstü berber bakmış, dükkan kapalı. Yani babam kapattı dükkanı, kaçtı gelsin.
Duyduk ondan sonra tabii, Lefkoşa’dan dönüşte aldılar kendini. Yani bu olayı duyduğu halde çıktı yola geldi. Sinirleri bozuktu diye düşünemedi ya da artık öyle geldi kendine. Yani sinirleri bozuk insan biraz dengesiz hareketler yapar. Çocuklarını, karısını merak etti herhalde. Bu köyde da 2 bine yakın Rum vardı. Bizim Türkler’in nüfusu 700-800 duyarım ben o dönem için. Bu bölgede çok Rum vardı, Paşaköy (Aşşa) hep Rum’du, Lisi var buraşta, Akdoğan derler şimdi, 3-4 bin Rum da onda vardı. Çok Rum vardı bu bölgede, biz Türkler korkardık.
Bilhassa “Teşkilat”ta çalışanlar, Türkiye’de eğitim görmeye giderlerdi, bunlara Rumlar çok düşman giderdi.
Desteban Hasan’ı vurmuşlar, bir dere var orada, yağmur yağdığında su dolar, akar gider… O derenin içinde vurduklarında kendini, kan izleri bulmuşlar, bilmezler akibetini, zannederler ki öldürdüler ve kuyuya attılar. Kimisi öldürdükten sonra yaktılar derler, herkes bir şey söyler. Biz duyduğumuza göre Desteban Hasan öldürülmüş, birkaç ay sonra babam gitti… Ve bunların ikisi da “Teşkilat”ta işleyen insanlar. Bunların ikisi da Türkiye’de eğitim gördüler. Arkadaştılar… Birlikte resimleri vardır.”

