tüm yazılar:

Kıbrıs’ta Barış Mücadelesi ve Çevre-İklim Krizi – Niyazi Kızılyürek

Orjinal yazının kaynağıyeniduzen.com

İklim krizi veya doğanın tahribatı, günümüz dünyasının karşı karşıya geldiği en önemli sorunlardan biridir. Doğayı, insanın dışında, insana hizmet eden bir araç olarak gören ve ekonomik gelişme ve de kâr hırsıyla tahrip eden yaklaşımlar sonucunda bugünlere geldiğimiz aşikâr! Modernite ve sanayileşmeyle birlikte yükselen hâkim anlayışa göre, doğa ve doğanın sunduğu bütün kaynakları pervasızca tüketmek mübahtır. Sadece kapitalist ülkeler değil, reel-sosyalist ülkeler de doğayı insanın dışında bir araç olarak gördüler ve kalkınma ve kâr politikalarına alet ettiler. Oysa, Doğa ve İnsan toplulukları aynı bütünün, aynı ekosistemin parçalarıdır. İnsanın kendini doğanın dışında sayması, doğaya hükmetmeye yönelmesi ve doğayı kendisi için kullanışlı bir nesne olarak görmesi, bugün yaşadığımız iklim krizi ve çevre felaketinin esas nedenlerindendir.

İnsanlığın bu gerçeği kavraması zaman aldı. Açıkçası, geç kaldık. Buna rağmen neo-liberal ekonomi politikaları ve maksimalist kalkınma anlayışı maalesef bütün hızıyla devam ediyor.

Karbondioksit, metan gibi sera gazları, dünyayı sararak ısının dışarı kaçmasını önlüyor ve bu durum atmosferin dengesini bozarak iklim değişikliğine yol açıyor. Sera gazlarının sürekli artmasının temelinde, yüksek oranda fabrikalaşma, doğayı gözetmeyen sanayi faaliyetleri, sürdürülebilirlikle desteklenmeyen atık yönetim sistemleri gibi birçok kritik faktör vardır. Dünya nüfusunun hızlı artması, çevreci anlayıştan uzak tüketim alışkanlıkları, yenilenebilir kaynakların tercih edilmemesi ve doğal kaynakların geri dönülmez şekilde tahrip edilmesi, günümüzde iklim krizine karşı ülkelerin global ölçekte çözüm planı yapmalarını gerektirecek kadar kritik bir noktaya gelmiştir. Açıkçası, sürdürülebilir bir anlayışla üretip tüketmekten uzaktayız…

Bu gidişata karşı giderek yükselen Çevreci ve Ekoloji Hareketlerin varlığı ve duyarlılık yaratmaları son derece önemlidir. Fosil yakıtların kullanılmasını sınırlandırmak, ormansızlaştırmaya karşı önlemler almak için verilen mücadele kısmen de olsa sonuç almaya yarıyor. Avrupa Birliği, Yeşil-Mutabakat (Green Deal) için düğmeye basmış bulunuyor. Dünyanın pek çok yerinde iklim krizinin aşılması için girişimler yapılıyor. Fakat kâr hırsına dayalı “Ego-Santrizm” yerine acil olarak ortak yarar anlayışına dayalı “Eko-Santrizmi” ön plana çıkaramazsak, daha büyük felaketlere sürüklenmemiz kaçınılmaz olacaktır.

Çevrecilik (Envoironmentalism) ile Ekoloji (Ecologism)

Bu noktada Çevrecilikle (Envoironmentalism) Ekoloji (Ecologism) arasında bazı önemli farklar olduğunu söyleyelim. Çevrecilik, bazı onarıcı ve iyileştirici önlem ve değerleri gündeme taşıyor ama yıllardan beri yapıla gelen İnsan-Doğa ayırımını, hatta karşıtlığını pek sorgulamıyor. İnsan ile Doğanın iç içeliği dikkate alınmıyor. Ekoloji ise, insan-dışı-doğa ile insan topluluklarının ilişkilerini radikal biçimde gözden geçirme ve değiştirme çabası içindedir. Doğa ile insanı bütüncül bir eko-sistemin parçaları olarak görüyor ve mevcut üretim ve tüketim alışkanlıklarını sorgulamaya açıyor. Biri reformcu, diğeri daha köktenci olan bu hareketlerin etkili olabilmeleri elbette önemlidir. Fakat hükümetler ve ekonomi sektörleri üzerinde baskı kurabilmek için farkındalık kadar, belli bir bilgi donanımına da ihtiyaç vardır. Yasaklayıcı yaklaşımlarla sonuç alamayacağımıza göre, ya da böyle bir yola baş vurmayı tercih edemeyeceğimize göre, elimizdeki tek imkân demokratik müzakeredir (deliberation). Bu bağlamda Çevreci Sivil Toplum Kuruluşlarının (STK), baskı gruplarının, hükümetler ve sanayi ve teknoloji kuruluşlarıyla birlikte yer alacağı demokratik müzakere süreçlerinde etkili olabilmeleri için belli bir bilgi donanımına ihtiyaç vardır. Bu yüzden, yurttaşların eğitilmesine büyük önem vermelidir.

“Çevreci-Yurttaşlık” (Envoiromnetal Citizenship)

Bunun için, global düzeyde milli eğitim sistemlerinde yeni bir yurttaşlık anlayışına alan açmak gerekiyor. “Çevreci-Yurttaşlık” (Envoiromnetal Citizenship) -buna Yeşil Yurttaşlık da diyoruz- kavramı mutlaka müfredata alınmalıdır. Çevreci-Yurttaşlık, insan-doğa ayrımına son veren, ekosistemin ve doğanın korunmasını ön plana çıkaran, bireysel hakların ötesinde, kamu yararını dikkate alıp toplumsal sorumluluk taşıyan ve sürdürülebilir bir toplumsal formasyon talep eden yurttaşların yetiştirilmesini amaç edinmelidir. Yeri geldiğinde bilinçli ve aktif yurttaşlar olarak protesto hareketlerine katılacak, yeri geldiğinde de hükümetler ve özel sektörle demokratik müzakerede yer alabilecek kadar bilgi sahibi olan yurttaşlara ihtiyaç vardır.  

Savaş ve Doğa Tahribatı

Barış mücadelesi ile çevre/ekolojik duyarlılığının en açık biçimde iç içe geçtiği alanlardan biri de savaş karşıtlığıdır. Barış mücadelesinin savaş karşıtlığı ile başladığını biliyoruz ama savaş karşıtı olmak yetmez. Sözde “barış dönemlerinin” savaşa hazırlık olarak görülmesine karşı çıkmak gerekiyor. Çünkü, genellikle yapılan budur! İnsanlığın tarihinde savaşlara son vererek kalıcı barışı hâkim kılmak, en eski uğraşlardan biridir ve bu erdemli çabayı sonuna kadar sürdürmekten başka çare yoktur.  Savaşlar sadece insan topluluklarına zarar vermezler. İnsanın da parçası olduğu doğayı da tahrip ederler.  İçinden geçtiğimiz iklim krizinde savaşların ekosistem üstündeki tahribatı korkunç boyutlara ulaşmış olmasına karşın bu konu pek konuşulmuyor. Öyle ki, sıfır karbon salınımının konuşulduğu bir dönemde Ukrayna savaşının sadece ilk yılında atmosfere 150 milyon ton karbon salındı. Gazze’deki savaşın ilk 60 gününde, kömür kullanarak elektrik üreten 70 fabrikanın üreteceği kadar karbon salındı. Bu rakamları gönlümüzce uzatabiliriz. Kesin olan şudur ki, savaşlar çevreyi ve ekosistemi pervasızca tahrip ediyor.

“Coğrafyayı bölebilirsiniz ama doğayı bölemezsiniz!”

Gelelim Kıbrıs’ta barış mücadelesi ve çevre konusuna…

Kıbrıs, tel örgülerle ikiye bölünmüş bir ülkedir. De-facto bölünmüşlük elli yıldan beri, Kıbrıs Uyuşmazlığı da altmış yıldan beri devam ediyor. Yani, adamız tam altmış yıldır barışı arıyor…

Bütün bu zamanlar boyunca çevre felaketi yaşadığımız ortadadır! İklim krizinden etkilendiğimiz ve ciddi enerji krizi ile karşı karşıya olduğumuz kesindir! Bu noktada bir saptama yapalım: Coğrafyayı bölebilirsiniz ama doğayı bölemezsiniz!

Sel baskını, yangınlar, depremler, pandemi, çevre kirliliği, su kirliliği, enerji sorunu gibi kritik

meseleler tel örgülere takılıp kalmazlar. Maalesef, siyasi elitler körler ve sağırları oynuyorlar. Bu alanlarda iş birliği yapacaklarına, pandemi döneminde gördüğümüz gibi, birbirlerine sırtlarını dönüyorlar. Hatırlayacaksınız, Covid döneminde ilk yaptıkları, geçit noktalarını kapatmak olmuştu! Yenilenebilir kaynaklara yönelip enerji krizine karşı birlikte önlem almak için hiçbir girişim yapmadıkları gibi, Avrupa Birliği’nin bu konudaki girişimlerine karşı isteksiz davranıyorlar.

İş birliği yapmak bir yana, son yıllarda enerji sorununu jeo-politik antagonizm gibi tehlikeli bir noktaya taşıdılar.

Jeo-Politik Antagonizm ve Kıbrıs Coğrafyasının İşlevselleştirilmesi

Kıbrıs’ı ortak yurt, doğasını da hepimizin parçası olduğu bir ekosistem olarak görmekten uzak olan milliyetçi siyasetler sonucunda ülkenin coğrafyası askeri ve jeo-politik antagonizmin alanına dönüştü.  Adanın güneyi ile kuzeyi karşıt güçlerin jeo-politik çıkarlarına hizmet eden mevziler haline getirildi. Son yıllarda bu jeo-politik antagonizm enerji alanına da yansıtıldı.

Kanımca, bu son derece tehlikeli bir gidişattır. Nitekim, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yönetenlerin Kıbrıs’ın deniz alanlarında bulunan doğal gaz yataklarını Yunanistan ve İsrail ile iş birliği halinde değerlendirmek istemesi, Türkiye’nin tepkisine yol açtı ve bu alanda başlayan tartışma, şiddet tehdidi de içeren karmaşık bir hal aldı. Öyle bir noktaya gelindi ki, geçen yıllar içinde hiç kimse doğal gaz çıkaramadı, kullanamadı… Avrupa Birliği’nde Yeşil Mutabakat çerçevesinde 2050 yılında doğal gaz kullanımının son bulacağı düşünülürse, bu alandaki antagonizmin bir an önce terk edilmesi sağduyulu bir davranış olacaktır. Enerji açısından izole bir ada olan Kıbrıs’ın elektrik bağlantıları kurması da oldukça tartışmalıdır. Adanın kuzeyinin Türkiye ile, güneyinin de Avrupa Birliği ile elektrik bağlantısı kurmaya çalışması yeni gerilimlere gebedir. Nitekim, “Great See Interconetor” projesi son haftalarda Kıbrıs Rum toplumunda yoğun tartışmalara yol açtı. Kıbrıs’ın güneyinin Yunanistan üzerinden Avrupa Birliği ile, diğer taraftan da İsrail ile elektrik bağlantısı kurmasını öngören proje, “Jeo-Politik riski yüksek” bir proje olarak adlandırılmaktadır.

Burada sözü edilen “jeo-politik risk”, Türkiye’nin projeye olası müdahalesidir. Açıkçası, Türkiye’nin projeyi engellemesi kast edilmektedir. Kısacası, yeni bir gerilime doğru yol almaktayız.

Çevre/İklim Krizi ve Barış

Kıbrıs’ta çevreci yaklaşım ile barış arayışı bağdaştırılmalıdır.  Avrupa Birliği üyesi bir ülke olan Kıbrıs ivedilikle yenilenebilir kaynaklara yönelmeli ve Yeşil Mutabakatının gerekleri adanın bütününde hayata geçirilmelidir.

Bu noktada Yeşil Mutabakatı ve hedeflerine kısaca göz atalım:

AB, 2050 yılına kadar karbon nötr kıta olmayı hedeflemektedir. Yeşil Mutabakatının kapsamı yedi strateji altında özetlenmiştir:

Biyoçeşitlilik

Halihazırda hassas bir dengeye sahip ekosistemin korunması için gerekli ölçütleri almak.

Tarladan Sofraya

Sürdürülebilir tarım yöntemleri sağlamak.

Temiz Enerji

Fosil enerji kaynaklarına duyulan ihtiyacı minimize ederek, karbon emisyonuna sebebiyet vermeyen doğal enerji kaynaklarını (güneş, jeotermal, dalga, rüzgâr, vb.) kullanmak.

Sürdürülebilir Sanayi

Sürdürülebilir ve çevre dostu üretimi teşvik etmek.

İnşaat ve Renovasyon

İnşaat sektörünü daha sürdürülebilir kılarak, faaliyet kaynaklı karbon emisyonlarını azaltmak.

Sürdürülebilir Hareketlilik

Çevre dostu ve minimum seviyede karbon emisyonuna neden olan ulaşım araçlarının kullanımını teşvik etmek.

Kirliliğin Ortadan Kaldırılması

Kirliliği (hava, su ve toprak) hızlı ve etkili bir şekilde kaldırmak için gerekli önlemleri almak.

Görüleceği gibi, Kıbrıs’ta bütün bu alanlarda hem Avrupa Birliği ile hem de iki toplum arasında işbirliği yapılabilir, yapılmalıdır. Gelgelelim, böyle bir anlayıştan uzağız. Kıbrıs Rum toplumunu yönetenler sık sık AB müktesebatının adanın kuzeyinde askıya alındığı ileri sürülerek bu tür işbirliklerinden kaçınmaktadırlar. Kıbrıslı Türk siyasetçiler de bu türden işbirliklerini “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğini kuzeye yayma” olarak değerlendirip karşı çıkmaktadırlar. Bu argümanların hiçbir geçerliliği yoktur. Kıbrıs’ın AB’ye Katılım Anlaşması’nda Kıbrıs’ın AB üyeliğinden bütün yurttaşların yararlanması gerektiği açıkça belirtilmektedir. Öte yandan Onuncu Protokolde, AB Müktesebatı’nın kuzeyde askıya alınmasının Kıbrıslı Türklerin ekonomik kalkınmasına ve AB ile yakınlaşmalarına zarar veremeyeceğinin altı çizilmiştir. Kısacası, bu alanlarda AB çatısı altında yapılacak işbirliği, iki-toplumu ortak yarar temelinde ve karşılıklı bağımlılık ilişkisi içinde bir araya getirecektir ki, bu da barışın temellerini atmak anlamına gelecektir.

Ortak-Yurttaşlık Jürileri Kurmak!

Siyasi elitlerin ve karar vericilerin bu türden bir iş birliğine ilgi göstermedikleri bir ortamda yurttaşlar girişimine ve STK’lara büyük görevler düşüyor. Kanımca, adanın bütününde faaliyet gösterecek Yurttaşlık Jürileri kurularak çevreci duyarlılıkla barış arayışlarını ileriye taşımak elzemdir. Evet, tam da yapılması gereken budur!

Yeniçağ'da yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar Yeniçağ Gazetesinin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.

Son Yazılar

spot_img

Son eklenenler

spot_img