Kuzey Kıbrıs’ta öldürülen Halil Falyalı’nın finans müdürü Cemil Önal’ın, Bugün Kıbrıs Genel Yay. Yön. Ayşemden Akın’a verdiği röportajın yankıları sürüyor. Sanal bahis ve kumarhaneler üzerinden yürütülen kara para trafiğinin Falyalı’nın ölümünden sonra da devam ettiğini anlatan Önal, Türkiye’den bazı siyasetçi ve devlet görevlilerinin ismini vererek rüşvet aldıklarını iddia etti. Anlattıkları arasında en sansasyonel olanı, Falyalı’nın şantaj için elinde tuttuğu kasetlerin, Türkiye istihbaratı tarafından ele geçirilmek istendiği iddiasıydı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in meclise taşıdığı haber TC gündemini değiştirdi. Bir hafta sonra Dışişleri Bakanlığı’ndan iddiaların ‘gerçek dışı’ olduğu açıklaması geldi. İletişim Başkanlığı ‘asılsız iddialara itibar edilmemesi’ çağrısı yaptı. Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, içinde bolca ‘şerefsiz’ sözcüğünün geçtiği bir açıklama yayınladı. Ancak AKP-MHP ortaklığı, Falyalı’yla bağlantılı rüşvet, şantaj ve kara para iddialarının araştırılmasına ilişkin komisyon kurulmasını öneren Yeni Yol Grubu’nun teklifini reddetti. Altını çizmekte fayda var, muhalefetin “milli davamız KKTC kumar, yasadışı bahis, insan kaçakçılığı, fuhuş ve kara para aklama merkezi hâline getirildi” dediği süreç AKP iktidarıyla başlamadı. Kıbrıs’ın kumarhanelerle doldurulması hemen 74 sonrasına denk düşer.
***
Geçmişten bugüne, Türkiye’de iktidar ve muhalefetin üzerinde ortaklaştığı konu Kıbrıs’ın ‘milli dava, yavru vatan’ olduğudur. Hâlbuki Kıbrıs’ın kara para aklama merkezi haline geldiğine dair iddialar 30 yıldan fazladır konuşulan bir konu. Adadaki nüfusla orantısız sayıda kumarhane ve üniversitesinin neye ve kimlere hizmet ettiği bugünün tartışması değil. Ama Türkiye, iktidarıyla muhalefetiyle, ‘yavru vatan, milli dava, sizi kurtardık’ yazılı ezber metinlerle çizilen bir siyaset yürütmeyi tercih etti. Sırrı Süreyya Önder yıllar önce KKTC’yi Türkiye’nin ‘kalın bağırsağı’ olarak tarif etmişti. Yıkanması için çok su gerek demişti. Kirli düzen yıllardır göre göre devam ettiriliyor. Türkiye’deki muhalefetin daha cesur davranması, kendini devletin resmi politik söyleminden uzaklaştırması gerekir. Örneğin Kuzey Kıbrıs’ta neden nüfus sayımının yapılmadığı sorulmalı, eğer yapılırsa, Anayasa’ya aykırı şekilde vatandaş yapılarak adaya yerleştirilen Türkiyelilerin sayısının Kıbrıslı Türkleri kat be kat geçtiğinin tespit edilebileceği ve bunun da temsiliyet sorununu ortaya çıkarabileceği üzerinde durulmalıdır. Muhalefet, KKTC’nin egemen bir devlet olduğunun dünyaya tanıtımı için yarım asırdır emek verildiğini ve bunu mahvedenin sadece AKP olduğunu düşünüyorsa yanılıyor. Zira adada çözüm olarak sunulan iki ayrı devlet politikasıyla bir arpa boyu yol gidilemedi. Tersine, bu Kuzey Kıbrıs’ı daha yalnız ve Türkiye’ye daha bağımlı hale getirdi. 2006 ve 2021 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’nden gelen Mağusa ve Ercan limanlarının AB ve BM kontrolünde açılması teklifi AKP ve KKTC iktidarı tarafından reddedildi. Doğrudan uçuş ve ticareti başlatabilecek bu teklif, o çok istenen KKTC’nin tanınması yönünde önemli bir adım değil miydi? Hangi gerekçelerle reddedildi ve buna hangi muhalefet itiraz etti?
***
Diğer bir sıcak gündem de Türk Devletleri Teşkilatı’nın üç önemli üyesi Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın, AB ile stratejik ortaklığın geliştirilmesi çerçevesinde, Kıbrıs Cumhuriyeti ile diplomatik ilişkilerini büyükelçi atama seviyesine taşıması oldu. Türk devletleri, KKTC’nin kurulmasını kınayan ve devletlere tanımama çağrısı yapan BM Güvenlik Konseyi’nin 541 ve 550 sayılı kararlarına bağlı kalacaklarını açıkladı. Bunu sadece, AKP dış politikasının başarısızlığı ve ‘kardeş’ ülkelerin ihaneti üzerinden eleştirmek yetersiz kalır. KKTC’nin Türk devletleri tarafından yakın zamanda tanınacağını iddia eden Dışişleri Bakanlığı elbette bunun neden gerçekleştirilemediğini açıklamalı ve konuyu ‘aile içi mesele’ diyerek kapatmamalı. Diğer yandan ana muhalefet de, gerçekleşmesi bizzat Türkiye’nin imzalamış olduğu Garanti Anlaşması ve BM kararları gereği imkânsız olan bu tanıma ve tanıtma işlerinin, Türkiye Dışişleri tarafından halka neden ve nasıl taahhüt edildiğini sorgulamalıydı. Ama bunun yerine klasik ‘milli davamızı sattırmayız’ politikasına sarılarak milliyetçilik yarıştırmayı tercih etti. Muhalefet Kıbrıs konusuna daha büyük bir pencereden bakmayı başarabilseydi eğer, TDT üyelerinin Kıbrıs Cumhuriyeti’ne büyükelçi atamasıyla asıl iflas edenin sadece iktidarın dış politikası değil, toptan Türkiye’nin KKTC politikası olduğunu görebilirdi. Artık muhalefetin ‘şeref’, ‘namus’, ‘satarım’ ‘sattırmam’ sözlerinden daha işe yarar cümleler kurması gerekir. ‘KKTC sonsuza kadar yaşayacak’ deniyor da nasıl? Affedersiniz patlak bağırsakla mı?