11 Nisan 1965 tarihinde “Teşkilat” tarafından kurulan bir pusuda öldürülen Kostas Mişaulis ve Derviş Ali Kavazoğlu anısına AKEL Yeniden Yakınlaşma Bürosu’nun hazırlamakta olduğu belgesele, biz de araştırmalarımızda öğrendiklerimizi paylaşarak katkıda bulunduk.
Geçtiğimiz günlerde PEO binasında yapılan belgesel film çekimlerine Demokrasi Şehitlerini Yaşatma Derneği Başkanı Burhan Eraslan ve Kıbrıs Türk Barış Derneği’nden Caner Özdevran ile birlikte katıldık ve AKEL Yeniden Yakınlaşma Bürosu sorumlusu, değerli arkadaşımız Elias Dimitriu’nun ve belgeselin yönetmeni Paskalis Papapetru’nun sorularını yanıtladık.
Kısa belgesel filmin, Mişaulis ve Kavazoğlu anısına, ölüm yıldönümlerinde gösterilmesi bekleniyor… Geçmişle yüzleşmeye dair Kıbrıs’tan bu belgesel film girişimini biz de yürekten kutluyoruz ve devamını diliyoruz…
“MİLLİYETÇİLİĞİN ÖKSÜZ BIRAKTIKLARI…”
Derviş Ali Kavazoğlu’nun ve Kostas Mişaulis’in arkadaşları ve ailesiyle 2005 yılında “Milliyetçiliğin Öksüz Bıraktıkları” başlığıyla YENİDÜZEN’de yayımlanan yazı dizimiz çerçevesinde çeşitli röportajlar yapmıştık.
Bu çerçevede Mişaulis’in kızı Stella Mişaulis’in yanısıra, Derviş Ali Kavazoğlu’nu yıllarca evinde saklayan rahmetlik Takis Conis ve yoldaşlarından rahmetlik Mihalis Bumburis, yine Derviş Ali’nin yakın arkadaşlarından Rezvan Konti bize konuşmuş ve daha önce bilinmeyen pek çok ayrıntı ortaya çıkmıştı. Derviş Ali Kavazoğlu’nun yoldaşlarından Kamil Tuncel de bize pek çok ayrıntı vermişti. Kavazoğlu’nun kızkardeşleri Şerife Maniler ve oğlu Soner Maniler ile Münevver Ertuğrul da ilk kez “Milliyetçiliğin Öksüz Bıraktıkları” yazı dizimizde bize konuşmuşlar ve röportajları geniş yankı yaratmıştı...
İKİ KIZKARDEŞİN ANLATTIKLARI…
20 sene önce, 2005’te yapmış olduğumuz bu değerli röportajları tekrardan yayınlamak ve rahmetlik Şerife Maniler ile rahmetlik Münevver Ertuğrul’un anlattıklarını okurlarımızla bir kez daha paylaşmak istiyoruz… Röportajlarımız şöyle:
“Derviş Ali Kavazoğlu’nun kızkardeşleri ilk kez konuştu: 97 yaşındaki kızkardeşi Şerife Maniler, onu hatırlıyor…
Unutmadı… Ve ölüm emrini vereni affetmedi…
Derviş Ali Kavazoğlu’nun kızkardeşi Şerife Maniler, 97 yaşında… Gözleri görmüyor, bacakları tutmuyor… Tekerlekli sandalyede oturuyor, elinde tahtadan bir değnecik… Sesi fısıltı gibi çıkıyor: Konuşmak onun için çok yorucu… Yüksek sesle oğullarına seslenemeyeceği için, bir şeye ihtiyacı olduğunda, elinde tuttuğu değneciği tekerlekli sandalyeye vuruyor… Sesi duyan oğulları, yanına koşuyor…
“Metropol Süpermarket”in arkasındaki bir sokaktaki bu evde, sevgiyle bakıyor ona oğulları… Konuşmak onun için çok zahmetli ve yorucu olduğundan, sık sık dinleniyor, bu arada oğlu Soner Maniler annesinin elini sevgiyle okşuyor…
97 yaşında ama Derviş Ali Kavazoğlu’nu unutmamış… Ölüm emrini vereni de affetmemiş… Röportajımız sona erip de gitmeden önce ona veda etmek üzere eğilip yanağından öptüğümde, elimi tutup kulağıma fısıldıyor… “Allahından bulsun, Allah onu cezalandıracak!” diye konuşuyor…
Şerife Maniler’i, Derviş Ali Kavazoğlu’nun arkadaşı, yoldaşı Kamil Tuncel’le birlikte ziyarete gidiyoruz. Şerife Maniler’in oğlu Soner Maniler de dayısını çok iyi hatırlıyor… Şerife Maniler, içeriye girdiğimizde Kamil Usta’yı sesinden tanıyor, “Hoşgeldin Kamil!” diyor. 97 yaşında olabilir, gözleri görmeyebilir, ayakları tutmayabilir, konuşmakta zorlanabilir ama bu yaşlı kadının bilinci açık ve net…

Onunla ve oğlu Soner Maniler’le röportajımız şöyle:
Soru: Şerife Maniler, 97 yaşında… Derviş Ali Kavazoğlu’nun kardeşleri arasında en büyükleri… Kaç kardeştiler?
Soner Maniler: Dört kardeştiler… Biri annem Şerife en büyük… Sonra Hasan Özdemir, Münevver ve Deriş Ali Kavazoğlu…
Soru: Nereliydiniz Şerife teyze?
Şerife Maniler: Mağusa kazası, Peristerona… Alaniçi galiba şimdiki adı…
Soru: Annen, baban ne iş yapardı Şerife teyze?
Şerife Maniler: Annem ev hanımıydı, adı Fatma Münevver’di. Babam Ömer Kavazoğlu’ydu. Alışveriş yapardı, rençberdi. Her işi yapardı. Dükkanı vardı… Babam kazada öldü… At arabası kazası olduydu… Babam öldüğünde ben küçük değildim, büyüktüm. Babam ölünce Kaymaklı’ya geldik. Ev kiraladık…
Kamil Tuncel: Kaymaklı’ya geldiğinde Derviş Ali, okula devam etti. İlkokulu bitirmeden geldiydi… Son senesini Kaymaklı’da okudu…
Şerife Maniler: Okuyacaktı ama para yoktu…
Soner Maniler: Evkaf’a müracaat ettiler ama yardım etmediler okuması için…
Kamil Tuncel: Böylece küçük yaşta babasız kalınca – hem öksüz, hem fakir – mecbur oldu, sanata girdi. İlk seçtiği sanat marangozluk oldu ve bir Rum ustası yanına girdi. Çok üstün bir Rum ustasıydı ve çok kısa sürede Derviş marangozluğu öğrendi. Bu meyanda sendikalarla da tanıştı. İlk açtığı dükkan Asmaaltı’ndaydı, Necati Özkan’ın dükkanlarında. Ve Necati’nin sigara fabrikası yandığında, onun dükkanı da yandı…
Soner Maniler: Otopark var şimdi Asmaaltı’nda… Oradaydı… İkinci dükkanı da Yediler’de, Kardeş Ocağı’ndan içeriye döndüğünüzde, o yolun sonuna doğru… Tabii bu arada yalnızca işiyle ilgili değildi, Kaymaklı’da sosyal etkinlikler de yapardı. Kendi ekranı gençlerle beraber tiyatrolar, gösteriler yapardı. Onların hep fotoğrafları vardı ama…


Soru: Nasıl biriydi Derviş Ali?
Şerife Maniler: Akıllı biriydi, akıllıydı… Çocukları çok severdi, insanları çok severdi… Kızkardeşi çocuklarını çok severdi…
Soner Maniler: O dönem sosyalist devletlerdeki gelişmeleri inceler ve kahvelerde halkı bilinçlendirmeye çalışırdı. Çok etkinlikleri vardı…
Şerife Maniler: Okumayı severdi çok… Beraber kalırdık Kaymaklı’da. Oğlum Ömer, onun çok ahbabıydı…
Soru: Vurulduğunu nasıl duyduydun?
Şerife Maniler: Komşu söylediydi…
Soru: Derviş Ali’yi vuranlar, sizi de tehdit ederler miydi?
Soner Maniler: Büyük kardeşimiz Ömer Maniler’i de vuruyorlardı, onu da tehdit ettiydiler… İskele’de, Larnaka’da vuruyorlardı onu da… Bacanağı “Teşkilat”taydı ve bırakmadı vursunlar… Gazeteye resmini koydu, istifa etti ve ondan sonra bıraktılar peşini…
Kamil Tuncel: Ömer bizim içimizdeydi, bizimle beraberdi… Faaliyetlerimize katılırdı…
Soner Maniler: O günlerde ağabeyim Ömer Maniler ve çok samimi arkadaşı Berber Ahmet Yahya, vurulacaklar listesindeydi. Abim Ömer, Larnaka’ya nişanlısının yanına kaçtı. Berber Ahmet Yahya’yı da, isim vermeyeyim, teşkilattan biri çağırdı, oturdular, içtiler… Sırf geceyarısına kadar oyalasınlar kendini diye, sonra biraz dalgayı aldı, evine götürdüler… Sonra adamlar gelip vurdu Berber Yahya’yı da…
Şerife Maniler: Hem ölümü, hem istifası aynı gazetede çıktıydı…
Soner Maniler: Ertesi gün çıkacaktı istifası gazetede… Bildikleri halde, bir gece önce adamı öldürdüler… Bir sindirme, korku, terör hareketi vardı. Sadece bu değil, adam Rum tarafından maydanoz alırdı veya pırasa alırdı… Barikat da yoktu… Lokmacı’nın orada teşkilatın adamları, tutarlar adamı bir bağ maydanoz aldı diye Rum tarafından, döverlerdi. Bu defa “seçkin”lerin aileleri gidip Rum tarafından İngiliz kumaşı alırken, halk görürdü… Oysa halktan bir maydanoza dayak yerlerdi. Hep bunlar güya “vatan, millet, sakarya” adına ama değil… Bir terör havası estirdiler, sindirdilerdi. 74’ten sonra bu 68 kuşağının Türkiye’den dönmesinden sonra, sol siyasi partilerin kurulmasından sonra tekrar halk bilinçlendi. Nitekim bugün sol partiler iktidardadır. Yani insanları sindirdiler ama bilincin, bilginin gelişmesini önleyemediler. Belki bir zaman aralığı içinde dondurdular ama yine gün ışığına çıktı, gerçekler bunlardır. Gerçekleri, terörle, baskıyla, silahla sindiremezler, ancak geciktirebilirler… Mesela bizim sülaleden kimisi hala daha işsizdir, kimisi de çok geç, seneler sonra iş alabildi. Yani sülaleye baskı her zaman vardı…
Soru: Siz hiç hatırlar mısınız Derviş Ali Kavazoğlu’nu?
Soner Maniler: Olur mu, hatırlamayayım? Ben 1947 doğumluyum… 1953’te Buzcu Enver’in dükkanı, sendikaydı, daha TEK kulübü yoktu… 1953’te sendika vardı. Babam da kahveciydi onun içinde… Babamın adı Mehmet Salih. Ben de zaten hep bunlarla büyüdüm… Sonra Türk tarafında ayrı sendika kurulunca, baskı geldi bu sendikaya ve bu defa Türk Eğitim Kulübü ismini aldı. O zamandan bu sendikalara tehdit ve baskı başladıydı. Türk Eğitim Kulübü oldu ismi, sonra Zafer Sineması’nın yanına taşındıydı… Orada da babam kahvecilik yapardı, 58’e kadar ben de aralarındaydım.
Soru: O dönem, onların arasında olmak nasıl gelirdi size?
Soner Maniler: Hatırlarım da biz o zaman çok bilinçli değildik… Kahvehaneden çok kulüp, bir aile gibiydi. Herkes birbirini çok severdi. Hatırlarım, toplanır maçlara giderdik çünkü futbol takımı da vardı TEK’in. Ocak’a gittiydik, 1-1 berabere kaldıydık Leymosun’da, 56-57’de. Güzel bir sosyal kurumdu, TEK kulübü… 1 Mayıs 1958’de Türk-Rum işçi bayramını ortak kutladıktan sonra, gecesi faşist güçler TEK kulübüne saldırıp camlarını kırdılar, yakıp yıktılar, eşyaları da hisardan aşağı attılar. Ertesi sabah, kahveci olan babamla birlikte ben oraya gittiğimizde, herşeyin kırık dökük, yakılmış olduğunu gördük. Mahalleden insanlar da bize fena fena bakıyordu. Bunun üzerine içeride kalan eşyamızı bile toplamadan oradan ayrıldık…
Soru: Derviş Ali’yi nasıl hatırlarsınız?
Soner Maniler: Zaten dayımdı, bütün gün yanındaydım… Dükkanına da giderdim, zaten bizde kalırdı. İlk teyzemde kalırdı, sonradan bizde kalırdı 1958’e kadar.
23 Nisan 1958’de şöyle bir olay olduydu: EOKA’cılar bir Rum polis çavuşuna, öldürmek amacıyla Abdi Çavuş Sokağı’nda ateş açtıydılar. O zamanlar EOKA’cılar polislerin hükümetten çekilmesini isterdi. O mahallede oturan polis Nihat, silah seslerini duyup dışarıya çıktı ve Rum polisine ateş eden EOKA’cıyı koşarak Bodamyalı Sokağı’nda yakaladı. EOKA’cı kendine “Biz Rum polisini vurmak istedik, seninle işim yok, bırak gideyim” dedi. Ama polis Nihat onu bırakmadı. Bir başka EOKA’cı oraya geldiğinde, öteki EOKA’cının elinden silahı alıp Nihat’ı vurdu ve Turgut Reis Sokağı’na doğru kaçmaya çalıştı. (Bizim ev de oradaydı). Emine diye bir bayan EOKA’cının arkasına düşüp onu yakaladı. Bağırmaları duyan Abdullah diye bir komşu, gelip Emine’ye yardım etti. Dayım Kavazoğlu da bu esnada bizim eve geliyordu ve bu olaya tanık oldu. Ve bu olaydan sonra da Türk-Rum çatışmaları hafiften başladı. Dayım Kavazoğlu bu olayı gördükten sonra, “Bir gün sıra bana da gelecek” diye bizim evden kaçıp tekrar Kaymaklı’daki teyzemin evine gitti. Orada çok kalmadı çünkü tehdit ediliyordu. Mayıs 1958’de oradan kaçtı. Kendini vuracaklarını anlayınca, önce Rum tarafına, oradan da İngiltere’ye kaçtı. Vurulamayan bütün arkadaşları İngiltere’ye kaçtıydı… Orada kaldı… Bu sosyalist dava ile Kıbrıs Türk ve Rum dostluğu için, tekrar bu dava için Kıbrıs’a döndü ve bunun mücadelesini verdi…
Soru: Ölümü göze alarak Kıbrıs’a döndü…
Soner Maniler: Tabii… “Vur listesi”ndeydi, muhakkak vurulacağını bilirdi yani…
Soru: 58’den sonra “yeraltı”nda yaşadı aslında…
Soner Maniler: Dali’ye gittiydi, bu taraflara pek ender, gizli gizli gelirdi. Mesela Kaymaklı’ya gelirdi kızkardeşini görsün ama bizim ev Lefkoşa’nın merkezinde, Ayluga’da olduğu için gelemezdi. Ama Kaymaklı’ya, Münevver teyzemin evine giderdi çünkü orası tenhaydı… Tabii ondan haber gelirdi, arkadaşları vardı, onlar vasıtasıyla haber gelirdi…
Derviş Ali kısa boyluydu ama biraz yapılıydı. Dr. Sait Özer var kardeşim, o, dayıma çok benzer. Sait en küçüğümüzdü, girerkenden ona “Git bana bir karakedi sigara al” derdi. Craven “A” içerdi. 12 kuruştu hatırlarım, birbuçuk şilin verirdi Sait’e, “Üstü de kalsın” derdi. Sait sevinirdi, küçüktü o! Bazan da “Dayı, sigara ister misin?” derdi! Paranın üstünü alsın diye! Bütün çocukları çok severdi… En fazla, bizim en küçüğümüz Sait’le kızkardeşim Çiçek Manioğlu’nu severdi… Kaymaklı’da, Dali’de, Bodamya’da, halkı eğitmek, bilinçlendirmek, örgütsel halde sosyal etkinliklere katmak için uğraşırdı… İnsanların kendilerini ifade etmelerini sağlamak, yaşam biçimlerini zenginleştirmek için çok uğraşırdı. Mesela Kaymaklı’da kahvehanelere gidip tiyatrolar yapardı… O zaman için böyle bir şey hayal bile edilemezdi! Etrafında çok sevilen bir adamdı. Arkadaşlarından öğrendiğime göre, işçi sınıfının davasını öğrendiğinde, lisanını geliştirdi, dışarıdan kitaplar getirdi… Sosyalist ülkelerin radyolarını dinleyerek kendi kendini yetiştirdi… Ve TEK kulübü etrafında, daha önce de sendika etrafında diğer arkadaşlarını yetiştirmeye çalışırdı. Bütün hayatını, işçi sınıfının davası, Kıbrıs’ta Türk-Rum dostluğu ve Kıbrıs’ın bölünmemesi için, mücadele içinde geçirdi… Ve en son “Teşkilat”, diğer devrimcileri vurduğu gibi, onu da vurdu.

Soru: Siz nasıl duyduydunuz?
Soner Maniler: Zannederim televizyonda dinlediydim, öyle kaldı aklımda… Şimdi tabii insanın akrabası olduğu için üzülür… Onun dışında, böyle aydın, ilerici bir insanın öldürülmesi, toplum açısından da üzücüdür. Bir akraba olduğu için üzülün, bir de toplum böyle bir elemanını kaybettiği için tabii ki üzücüdür…
Soru: Cenazesine katılabildi miydiniz?
Soner Maniler: Katılamadıydık çünkü Dali’ye gömüldüydü… Zaten kimsenin o cesareti yoktu çünkü onları da temizlerlerdi! Öyle bir cesaret yoktu… O dönem onunla temasa geçip konuşmak bile tehlikeliydi… Zaten tanıyan birine dahi seslenemezdi, selam veremezdi. Bu konuları Kamil Bey’le biz, 74’lerden sonra başladık konuşmaya. Birbirimizi bildiğimiz halde konuşamazdık…
Soru: 58’den 65’e, yedi sene, az görüşebilirdiniz herhalde…
Soner Maniler: Görüşemezdik… Çünkü ne o bu tarafa gelebilirdi, ne de biz o tarafa gidebilirdik çünkü insanın hayatı tehlikedeydi… Sadece haber alırdık, sağdı, iyiydi falan diye. Bu arada İngiltere’ye gitti, söyledim onu, kalmadı, geri geldi bu dava için. Bu arada Sovyetler Birliği’ne, Bulgaristan’a gitti, kendini geliştirdi. Hatta 58’de İngilizin oyunuyla başlayan bu Türk-Rum çatışmalarının da AKEL içinde çok tartışması olduydu, “İngilizin oyununa geliyor Rumlar da” diye… Örneğin Kördemenlileri İngilizler Gönyeli’ye götürüp Türklere teslim edip öldürülmelerini provoke ettiğinde ve bunun karşılığında Rumlar da Sinde’den Mağusa’ya giden işçi otobüsüne pusu kurup “intikam amacıyla” 3 Türk işçiyi öldürdüklerinde, Kavazoğlu AKEL Merkez Komitesi’nde “Bunun İngiliz oyunu olduğunu” uyarısında bulundu ve bu ‘intikam” havasına kapılınırsa Türklerle Rumların birbirine düşeceğini, bunun engellenmesi gerektiğini anlattı… AKEL’in içinde de vardı ENOSİS’i isteyen… Bu defa işçi sınıfına ters düştüğünü söylerdi, onun kavgasını verirdi. Anlattıydı bunu AKEL’e de ki daha sonra onlar da ENOSİS’ten vazgeçtiydi. Yani AKEL içindeki ENOSİS yanlılarının, ENOSİS düşüncesinden vazgeçmesi için parti içinde büyük kavga verdiydi. Esas dava Kıbrıs’ın bölünmemesiydi ve işçi sınıfının davasıydı… O zaman, Rum solcularından daha ilerideydi ki onları da eğitirdi! Bir hayli kitapları vardı, getirdiydi bize… Ama o zaman teşkilattan korkardık, hepsini yok ettiydik… Çünkü her an baskın yapıp yoklayabilirlerdi. Bir hayli kitabını yok ettik..
Kamil Tuncel: Kısaca, yalnızca ailelerimiz yetmez, cemaat bile terörize edilmişti. Mesela Fazıl Önder’i, Ayasofya camisinin yanında, orta yerde vurduklarında, dükkanından çıktı ve tam katili tutarken arkadan hançerlendi… Bu olay halkın arasında olmuştur ve bugüne kadar hiç kimse çıkıp da “İşte Fazıl’ı öldüren Hasan idi, Hüseyin idi falan” diye söylemiyor… Demektir ki yeraltı teşkilatı, değil yalnızca aileyi, halkımızı bile terörize etmişlerdir. Ve herşey gizli kapalı bugüne kadar sürüp gidiyor. Şimdi birazcık bu açıklamalar yapılıyor…
Soru: Dayınız Derviş Ali Kavazoğlu’nun mezarına ne zaman gidebildiniz?
Soner Maniler: Geçen sene, anma törenine gittiydik. Evvelki sene de gittiydik… Geçen sene, o kadar görkemli bir tören olacağını tahmin etmezdim. Dali’de oldu, Rumlar, Türkler biraraya geldi, bandolar çaldı… Çok canlı bir şey oldu. Sendikalar, Rum tarafından, Türk tarafından siyasi partiler geldi. Gençlik dernekleri geldi. Çeşitli örgütler, konuşmalar… Çok görkemli bir şey oldu. Tabii ki insan onurlanır, böyle bir şey olduğunda…
MÜNEVVER ERTUĞRUL’UN ANLATTIKLARI…
“Derviş Ali Kavazoğlu’nun kızkardeşi 88 yaşındaki Münevver Ertuğrul, 1966’da mevlit okutacaklarında evlerini sivil polisin basıp mevlidi yasakladığını hatırlıyor:
“Adını anmaktan bile korkardık…”
Derviş Ali Kavazoğlu’nun 88 yaşındaki kızkardeşi Münevver Ertuğrul, 1966’da mevlit okutacaklarında evlerini sivil polisin basıp mevlidi yasakladığını hatırlıyor, ““Kardeşimiz için doğru düzgün ağlayamadık, mevlit okutamadık…” diyor…
Münevver Ertuğrul da, kızkardeşi Şerife Maniler gibi hasta… Onunla hasta yatağının yanına oturup konuşuyoruz…
Kardeşi Derviş Ali Kavazoğlu, ölüm tehditleri altındayken, onun Kaymaklı’da “bypass” üzerindeki evinde kalmış… Derviş Ali’nin Kıbrıslıtürk toplumu içinde yaşadığı en son yer bu evmiş… Ve komşularından birisi “teşkilat”taymış ve bir gün onları uyarmış: “Söyleyin Derviş Ali’ye, bu akşam onu vuracaklar, kaçsın!” demiş. Kavazoğlu, bu evden adımını atıp kaçtığında, yıllardan 1958, aylardan Mayıs’mış… 1965 yılında 11 Nisan tarihinde Mişaulis’le birlikte öldürülünceye kadar, Lefkoşa’nın Rum kesiminde, Hristoforos Conis’in evinde “yeraltı”nda bir yaşam sürdürmüş… Hem Kıbrıslıtürk, hem de Kıbrıslırum faşistlerin sürekli onu izlediği ve tuzağa düşürmeye çalıştığı bir yaşam…
Ama şimdi 88 yaşındaki kızkardeşi Münevver Ertuğrul’a kulak verelim… Kardeşini nasıl hatırlıyor? Derviş Ali nasıl birisiydi? Neler yapardı? Münevver hanım onun ölümünü nasıl öğrendi? Hikayesini şöyle anlatıyor:
“Derviş Ali, 4 Nisan 1924 tarihinde Pi-Peristerona’da (Alaniçi) doğdu. Annemizin adı Fatma, babamızın adı Ömer Hasan Kavaz’dı. Dört kardeşiz…. En büyük abimiz Hasan, ablam Şerif, ben ve en küçüğümüz Derviş Ali’dir.
Babamın köyde kumaş dükkanı vardı. Arabasıyla da civar köylere satış yapardı. Köyde durumumuz iyiydi…
Sonra bir gün babam köye dönerken kaza yaptı ve at arabasının tekerlekleri arasında öldü… Babam öldükten sonra alacaklarımızı toplayamadık… Çok zora girdik… Annem bizleri toplayıp Küçük Kaymaklı’ya yerleşti. Derviş Ali o zaman ilkokuldaydı. İlkokulu Kaymaklı’da bitirdi. Ortaokula gitmeyi çok istedi… Evkaf’a burs için müracaat etti… Ancak vermediler. Durumumuz kötüydü. Okutacak paramız yoktu. Mecburen bir marangozun yanına çırak girdi. Ama hep okumaya devam etti. Sonra dükkan açtı. Dükkanı yandıktan sonra yine birilerinin yanında çalıştı. Tekrar dükkan açtı…
Çok iyi bir marangozdu… Benim bütün mobilyalarımı o yaptı. Ancak hepsi 1963’te Küçük Kaymaklı’daki evimizde yandı….
Kardeşim Hasan madende işlerdi… Ben Kaymaklı’ya geldiğimizde 15 yaşındaydım. Çorap işlerdik, satardık… Sonra ben evlendikten sonra Küçük Kaymaklı’da “by-pass” üzerinde kocam Ali Ertuğrul’la bir ev yaptık… Arka odayı yapınca, annemle Derviş Ali geldi, bizde kaldı. Uzun süre bizde kalırdı, 58’e kadar… Bu ev Rum tarafında kaldı, 63’te yaktılar… Kalmadı bir şey geriye…
Annem 1956’da ölünce, o bizde kalmaya devam etti. Odasında boydan boya bir yazıhanesi vardı. Her taraf kitap doluydu. Devamlı okurdu. Bizlere Nazım Hikmet öğretmeye, anlamadığımız kitapları anlatmaya çalışırdı. Daktilosu ve teksir makinesi vardı. Bütün gece yazardı…
Çok yufka yürekliydi… Herkese yardım etsin isterdi…
Her sabah avludaki teknede tango söyleyerek – en çok da “Sevdim bir genç kadını” ve “Papatya”yı severdi, bunları söylerdi – traş olur, saçını tarayıp briyantinlerdi. Temizliği, güzel giyinmeyi ve süslenmeyi çok severdi. Yaşamayı ve herkesi çok severdi…
Bir gün sokakta yaralı bir kedi bulup eve getirdi. Her gün akşam üstü Yoğurtçu Musa’dan küçük kaseciklerde kediye yoğurt alırdı… Kedi de saati gelince, “miyav miyav” Derviş Ali’yi beklerdi! Derviş Ali yoğurdu alır, ona yedirirdi! Çok severdi!
Zaman içerisinde tehditler almaya başladı… Sendikacılıkla uğraşırdı. Kendisinden dolayı bize zarar gelmesinden çok korkardı. Yeğenlerine çok düşkündü. Onlara her yılbaşı sürpriz hediyeler alırdı… Onlarla oynar, ilgilenirdi.
1958’lerdeydi zannederim. Bir gün “teşkilat”ta olan bir komşumuz evimize gelip, “Derviş Ali’ye söyleyin, bu akşam gelmesin, kendini öldürecekler” dedi. Daha önceden de kapımıza adamlar gelmişti. Her defasında benim bey kapıya çıkardı. Onu gördüklerinde kaçarlardı. Çünkü benim bey de “teşkilat”tandı…
O gece Derviş Ali kaçtı… Benim bey onun odasında yattı… Gece adamlar kapıya gelince, dışarı çıktı… “Burada kimse yoktur! Ne ararsınız?” diye sorunca, “Her zaman karşımıza sen çıkma, yanlışlıkla sana bir şey yapacağız!” deyip kaçtılar.
O geceden sonra, bize komşumuz bir Rum vardı, onunla mektup yollardı… Öyle haberleşirdik.
Ortanca kızım İngiliz Okulu’nun imtihanını kazandıydı. Gazeteden görmüş. Okulun açıldığı gün, bütün gün bir ağacın arkasında gelmesini beklemiş… Ama biz göndermediydik… Sonra mektup yazıp niçin göndermediğimizi sordu…
Bizim eve en son 1961’de geldi. Gündüz komşular bendeydi… Oturuyorduk… Ansızın onu karşımızda görünce, ben ve büyük kızım baygınlık geçirdik. Yakalanacağından, öldürüleceğinden korkardık… Bir daha gelmedi…
Ara sıra kapının önünden siyah bir araba ile geçer, yavaşlar ve giderdi…
Onun adını anmaktan bile korkardık… Komşular falan yok casustur, yok vatan hainidir derlerdi… Ablamla gizli gizli adını söyler, onu gizli gizli sever ve hep dua ederdik…
Öldüğünü komşulardan öğrendim. O gün okulda da bizi tanıyan bir öğretmen “Gözünüz aydın, kurtuldunuz, geberttiler dayını” demiş kızıma… Kardeşimiz için yasımızı bile gizli tuttuk. Cenazesine gidemedik. Çok korkardık. Dali’de bir hoca yıkamış ve Türk okulunun bahçesine gömmüşler…
Ablam evinde mevlit okuttuydu ve oraya bile sivil polisler geldiydi! Ertesi sene kızkardeşim Derviş Ali için mevlit okutacağında, evi sivil polisler bastıydı ve bırakmadılar mevlit okutulmasını. Ondan sonra içimize kapandık… Korktuyduk çok… Kardeşimiz için doğru düzgün ağlayıp da bir mevlidini bile okutamadık hiçbir zaman… Öldüğüne inanamadık. Hala daha o tarafta yaşar diye hayal kurardık… Kapılar açılınca mezarına gittik. O gün ona hem kavuştuk, hem kaybettik…
Derviş Ali yemek yerken, “Bunları bulup yiyemeyenler de var” diyerek üzülen bir insandı. Bir karıncayı bile incitmezdi. Değil insanları, hayvanları bile çok severdi… Fikir adamıydı… Devamlı okuyup öğrendiklerini çevresine öğretmek için uğraşırdı… Hiçbir zaman şiddeti sevmedi. Kimsenin parasını yemedi, banka soymadı, kimsenin hakkını yemedi… En büyük hayali Türk’le Rum’un birlikte, barış içinde yaşamasıydı… Memleketini çok severdi… En kötü gönünde bile, Kıbrıs’tan kaçmayı hiç düşünmedi. O yaşamayı çok seven, hayat dolu ama idealleri uğruna ölmekten korkmayan bir yurtseverdi… O bizim yaşarken hasretini çektiğimiz, kendisine sahip çıkamadığımız, öldüğünde mezarına toprak atıp doya doya ağlayamadığımız, arkasından yürüyemediğimiz küçük kardeşimizdi…”

Derviş Ali Kavazoğlu’nun yoldaşlarından biri olan rahmetlik Rezvan Konti’yle yine “Milliyetçiliğin Öksüz Bıraktıkları” yazı dizimiz çerçevesinde 2005’te yaptığımız ve bu sayfalarda yayımladığımız röportajı bir kez daha yayımlamak istiyoruz. Rezvan Konti, sol hareketin önemli neferlerinden biriydi – tıpkı Derviş Ali Kavazoğlu gibi, o da “Teşkilat”ın “vur emri” çıkarmış olduğu şahıslardan biriydi… Onunla röportajımız, o günlerin ortamına ışık tutar nitelikte olduğundan, yeniden yayımlıyoruz… Nur içinde yatsın Rezvan Ustamız, onu saygıyla anıyoruz…
REZVAN KONTİ’YLE RÖPORTAJIMIZ…
Rezvan Konti’yle 2005 yılında yapıp bu sayfalarda yayımladığımız röportajımız şöyleydi:
“Yılların eskitemediği militan yürek!…
Rezvan Usta’yı tanımayan var mı acaba? Eğer ilerici harekete ucundan, bucağından bulaşmışsanız, Rezvan Mustafa Konti’yi tanımamanız imkansız gibidir… O yılların eskitemediği bir militan yürektir! Mustafa Konti’yle Rezvan Konti, iki kardeşin çocuklarıydı… Mustafa Konti’nin yeğeni ve yoldaşı Rezvan Konti’yi her 1 Mayıs yürüyüşünde görürdüm… Ancak onu yakından tanımazdım… Biz Lefkoşa’daydık, o Singrasi’deydi (Sınırüstü)… Ama canyoldaşım Zeki Erkut, onu yakından tanırdı…
Mustafa Konti’nin yaşamını araştırırken, Rezvan Usta’yla da konuştuk… Bize geçmişini, Konti’yle birlikte yaşadıklarını anlattı…
Röportajımız şöyle:
Soru: Rezvan Usta, ne zaman doğdun?
Rezvan Mustafa Konti: 10 Nisan 1926’da Singrasi’de (Sınırüstü) doğdum…
Soru: Kaç kardeştiniz?
Rezvan Konti: Beş kardeştik…
Soru: Okula bu köyde gittiydin herhalde… Ve herhalde ailen yoksuldu…
Rezvan Konti: Evet… Hem yoksulun yoksulu… Örneğin şöyle söyleyebilirim: sefalet içinde yetişmiş bir aile düşün ki ekmek parasını bu adam buğday çalar, ezer, un yapsın ve yiyelim… O dönemleri yaşadık… Belki çok yıllar sürmedi bu fakat…
Soru: Onları da yaşadınız…
Rezvan Konti: Onları da yaşadık, evet…
Soru: Sonra ne yaptın, ilkokul bittikten sonra?
Rezvan Konti: E bitirdi miyim? Bitiremedim… Dördüncü sınıftan aldılar bizi… Arnayi’ye – şimdiki ismiyle Kuzucuk – okula yolladılar… Dedemin ekmeğiyle geçindik bir dönem… Annemin babası o köydeydi. Üç kardeştik o zaman okula giden. Usanınca, bizi kattı! Geldik gene babanın koltuğuna! O da aldı bizi okuldan, koydu koyunların arkasına… Çobanlığa devam ettik bir müddet, ta ki 15-16 yaşına gelinceye kadar. O zaman İngiliz askerliğine kaydoldum. Beş sene askerlik yaptım… Suriye, İtalya…
Soru: Yani İkinci Dünya Savaşı’na katıldın!…
Rezvan Konti: Evet! Beş sene…
Soru: Önce nereye gittiydiniz?
Rezvan Konti: Filistin’e çıktık yekten, şimdiki haliyle Nazaret’e… Sonradan Mısır’a geçtik, Kasasin’e… Oradan İtalya’ya… Ancak İtalya’ya geçmezden önce, Almanya Yunanistan’ı vurduydu. Bizi sürdüler Yunanistan’a… Fakat biz Yunanistan’a çıkana kadar, Yunanistan düştü, geri döndü vapur… Getirdi bizi Beyrut’a, bıraktı…
Soru: Türk-Rum karışıktınız…
Rezvan Konti: Evet, evet… Öyle bir zıddiyet yoktu ortada tabii…
Soru: Yani ne yapardınız İngiliz askeri olarak o ülkelerde? Ön cephede miydiniz, arka cephede miydiniz?
Rezvan Konti: Yok… Cepheye mepheye gitmedik… İtalya’ya gittiğimizde gittik cepheye…
Soru: İtalya’da nereye çıktıydınız?
Rezvan Konti: Kasino’ya çıktık… Orada başladık ölü, yaralı taşımaya… Bu çok sürmedi, bir hafta kadar…

Soru: Musollini’nin askerlerine karşı mı savaşırdınız?
Rezvan Konti: Savaşma yok, mermi atmak yok… Fakat askerliği yapardık. Bize düşmezdi o görev, öndeki taburun göreviydi. Kasino düşünce aldılar İtalya’nın sonuna doğru, kuzeye… Milano’ya doğru yol aldık ama gitmedik Milano’ya… Milano’nun dışında, bir derenin kenarında su vardı, oralarda kaldık… İtalya düştü sonra, döndük geri… 20-24 gün yaya yol yürüdük… Her bir saatte, on dakika istirahat vardı… Geldik Rimini’ye… Orada üç-dört ay kaldık, oradan da Filistin’e geldik. Filistin’de üç sene kaldık. En ağır askerlik dönemiydi o…
Soru: Niçin?
Rezvan Konti: Eğitim… Çünkü bu dediğim yerlerde eğitim yoktu… Traş bile, istersan olurdun… Sonra sıramız geldi çıkalım, çıkmadık… Şimdi biraz da siyasete girmek zorundayız yani… Bir slogan çıktı, Kıbrıs’tan başladı yani… Rumlar askerden çıkmak isterdi… AKEL de aydınlatma yaptı, bir slogan koydu ortaya: Kıbrıslılar, harbin biteceği zamana kadar askerlik yapabilir diye… Buna biz uyduk…
Soru: Yani 1945’e kadar askerde kalmak istediniz…
Rezvan Konti: İstediler… Sonra bizi grup grup ayırdılar… Mesela ben 1962’de çıkacaktım askerlikten, o grup işlemiş olsaydı… Ben 35 yaşında olacaktım… Buna karşı direndik… Yayan geldik Hayfa’ya…
Soru: Yani siz askerlikten çıkmak ister miydiniz? İstemez miydiniz?
Rezvan Konti: İsterdik ve buna karşı direndik ki askerlikten çıkalım. Ama İngilizler, askerden çıkmamızı bırakmazdı.
Soru: Hangi seneydi?
Rezvan Konti: 1946’da… Çünkü harp bittiydi ve biz askerlikten çıkmak isterdik ama İngiliz çıkmamıza izin vermezdi. O zaman mesela evlenmek isterdik ama göyvermezdi İngiliz bizi… Tutuklandık… 600-700 kişi, soktular bizi içeri Filistin’de…
Soru: Mısır’da da yaptılar aynı şeyi çünkü, Bumburis de Mısır’da tutukluydu…
Rezvan Konti: Evet… Ben Filistin’de tutuklandım… Obir kumpanyalarla buluştuk… Zıddiyet yoktu, Rum-Türk zıddiyeti… Buluştuk, anlaştık, direneceğiz. Mahkemede de direndik aynı şekilde. Sonra bize AKEL Londra’dan avukat tuttu, bizi himaye ettiler, yollattılar bizi yerimize…
Soru: Hangi sene geldiydiniz Kıbrıs’a?
Rezvan Konti: Ben 1946’da geldim…
Soru: Sonra ne yaptın Rezvan Usta?
Rezvan Konti: Geldik Kıbrıs’a ve askerlikden çıkarmadılar bizi… Burada, Golden Sand’da askerlik yapardım 1947’de… Golden Sand dediğim otelin altı… 1946’nın birinci ayında evlendiydim. Evlendiğimnan, askerliği tamamen göyverdim… Bu sefer iştiraksizlik başladı, tehditler başladı, tutukluluk başladı. Çünkü firar ederdim askerden, kaçardım.
Soru: Neydi yani İngilizlerin niyeti ve ille askerde kalmanızı isterlerdi?
Rezvan Konti: Japonya’ya sürecekti bizi ve gitmezdik! Japonya sürtüşmedeydi daha İngiltere’yle… Birçoklarını aldılar, belki bugün onlara gıpta ederik… Gittiler yani Kıbrıs’tan Japonya’ya… Ve oradan da kaçtılar Avustralya’ya…
Soru: Avustralya bağlantısı demek oradan başlar…
Rezvan Konti: İngiltere’ye kaçan vardır… Avustralya’ya firar edip de kaçanları bilirim…
Soru: İlk defa duyarım bunları… Sonra?
Rezvan Konti: Benim için askerlik bitti… Bizi göyverdiler, çıktık askerlikten… Geldik, iş sahası yok, bir şey yok… Bizim gibi, askerden sevilmeyen şahıs olarak göyverilenler… Onlar için hiç yoktu iş…
Soru: AKEL’le ilgin var mıydı?
Rezvan Konti: İşte oraya geleceğim… 1949’da bir kavgamız olduydu bir Rumcuk’nan… Hapse gittiydim, çıktığımda ben… Şimdi İngiltere’de olan Hasan Konti, yani Mustafa Konti’nin kardeşi, ilgilendiydi benimnan… Elektrikçi Hasan derler kendine… İlgilendi bizimle…
Soru: O, AKEL üyesiydi zaten…
Rezvan Konti: Evet… İş bulduk, gittik, işlerdik. Mağusa’nın içinde konut evler yapılırdı, işçi olarak işlerdim… Sonra yapıcılığa geçtik… Şimdi burada biraz durayım… Ben o adamı sordum ve cevap alamadım AKEL’den… Kiriyako Vazi isimli birisi… O üye yaptı beni AKEL’e… Bilmem, kaçtı mı, öldü mü, bulamadım yani…
Soru: Yani 1949’da mı üye oldun AKEL’e?
Rezvan Konti: 1951’de… Madalyam var AKEL’den… Rahmetli Mustafa’nın da var…

Soru: İlk PEO’ya üye olduydun herhalde…
Rezvan Konti: Evet, sendika olarak oradan başlar zaten… AKEL’in içinde çok uğraştık… Köy içinde aydınlatmalarımız çoktu… AKEL’de 1951’den 60-65’e kadar, gezmediğimiz köy yok… Bir defasında Topçuköy’den İpsillat’a kadar koşturttular bizi! 58’den önceydi…
Soru: Kim koşturttuydu sizi o dönem?
Rezvan Konti: Topçuköylülerinden birisi… Kıbrıslıtürk…
Soru: Ne olduydu tam?
Rezvan Konti: Zeki vardı, yangıncı olduydu sonunda… Sakarya’da… Onunla beraberdik… Onun evine gittik, karısı İpsillatlı’ydı. Gittik ekmek yedik… Ben görev almaya başladıydım PEO içinde… İsim yapmaya da başladıydık… Bütün kademelerinde yer aldım PEO’nun ve AKEL’in… Beni aylıkçı yaptılardı partide ama yetiştirmedim çalışayım çünkü Mustafa, Salih falan anlaştık, dedik ki Elektrikçi Hasan’ı yapsınlar aylıkçı… Hem eğitimi vardı onun, hem de üstelik elektrikçi olduğu için, kasabanın içinde gezerdi. Biz köylerin içinde gezerdik. Öyle de oldu… Kabul ettiler bu önerimizi… Mustafa vurulmazdan önce, EOKA faaliyete geçtiydi, eğer faaliyet denirse buna…. AKEL bize bir adam yolladıydı, Merkez Yönetim Kurulu’nda mıydı, yoksa İlçe’de miydi – Druşiodi isimli bir ekmekçiydi bu adam… Onu yolladılar… AKEL’i terkedelim diye… “Niçin be?” dedik… “Koruyamayık sizi” dedi… Ben buna karşı çıktıydım… Götürdülerdi, Andreas Fanti’ydi İlçe Başkanı… Gece oldu bu vaka, ikindin Fanti çağırdı beni… Bana “Niçin istemezsiniz kaçasınız?” dedi bana. Dedim ki, “Nereye gideceğiz?”. Rahmetlik Mustafa Konti’nin bir sözü var, şöyle dedi: “O yannı giderim Muhammed kovar beni, bu yannı gelirim Hristos kovar, ben nereye gideceğim?!…” Aynı zorluğun içindeydik hepimiz de tabii…
Soru: Demek ki o dönem TMT de çıktıydı, hem EOKA, hem TMT vardı… Ve AKEL size “Ben sizi koruyamam, gidin” dedi…
Rezvan Konti: “Gidin partiden” şeklinde değildi ama “Türk toplumunun içine gidin” şeklindeydi… Kimin yanına gidecektin? En büyük zorluğumuz oydu… Çünkü Türk halkından koptuyduk… O yanda çalışırdık, o sevgiyi toparlayamadık… Ta ki İnkılapçı gazetesi çıksın… Rahmetli Ahmet Sadi, “Bizi koruyacak olan gazetedir” dedi, “Aydınlatma işinin büyüğünü o yapacak…”
İnkılapçı gazetesini çıkardık… Yekten ben girdim satışa… 30 tane bir şey satabilirdim Mağusa’nın içinde… Sonra rahmetli Mustafa Konti da girdiydi satışa…
Soru: Tehlikeli bir şey miydi İnkılapçı’yı satmak, o dönem?
Rezvan Konti: Zaten bizi gördükten sonra, gazetemizi mi alır?!… Mühim olan buydu! Dökmecioğlu’na gittim buraya, gazeteyi istedim, “Utanman da gelin, gazete isten benden?” dedi… Gazete satar adam! Mağusa’da… Dedim, “Kimden utanayım acaba?” Husolsam, daha iyi ederdim… Bir tokat geldiler arkamdan… Tokadı yedim… Bir kardeşim vardı Yusuf, öldü, size ömür… “Vur gendine da ben geliyorum!” dedi… Nereye vuracan? Gebertecekler bizi!… Yani durumun zor tarafı bunlardı… Türk halkından koptuyduk… Gelişme vardı fakat istenilen düzeyde değildi…
Soru: Sonra 58’lerde başladılar, mesela Ahmet Sadi’yi vurdular… Mustafa Konti’nin yaşadıklarından ne kaldı aklında?
Rezvan Konti: O zamanlar Mustafa Konti çocuktu, ufaktı yani… 12-13 yaşlarında bir şeydi, korurduk kendini…
Soru: Kendi vurulma olayından bahsederim…
Rezvan Konti: Onu bilmem ben çünkü ben kaçtım, Çömlekçi çiftliğine gittiydim… Mora’nın yanında… Oraya gittiydim…
Soru: Niçin kaçtıydın?
Rezvan Konti: Vuracaklardı çünkü… Ayakebir’e gittiydim (Dilekkaya)… Orada tanımazdı beni insanlar… Kemal’la beraberdik… Adam beni tanımaz, getirdi bana bir liste… Dedi ki “Be arkadaş, bize bir yardımın dokunsun!” Dedim, “Elimde varsa, sana yardım edeyim…” Verdi bana TMT’nin listesini, kimi kimi vuracaklar!
Soru: Kim vardı o listede, hatırlar mın?
Rezvan Konti: Birçoklarını hatırlarım… Mesela benim numaram 17’ydi… Sadi’nin numarası 9’dur…
Soru: Vurulacaklar listesinde sen de vardın ve sana verdiler, “Yardım et bize, vuralım bunları” diye!…
Rezvan Konti: İsterlerdi bulsunlar onları, kimlerdir…
Soru: Tanısınlar kimdir bunlar çünkü “Vur” emri vardı!… Konti’nin adı da var mıydı o listede?
Rezvan Konti: 33 numaraydı…
Soru: Birinci sırada kim vardı?
Rezvan Konti: Sanırım Hulus’tu… Şimdi Londra’dadır… O vardı sanırım, iyi de emin değilim bunu söylerken… Listeyi aldıktan sonra, dedim “Bak! Ben bu insanları sana bulurum ama lazım bu listeyi yazayım, unutmayım, kimi kimi istersiniz!” Aldım listeyi, götürdüm, bir kağıdın üstüne yazdım, ne yazabildiysem… Sabahtan kalkarkenden AKEL’e! Gittim oraya! Köylümüz bir Rum, Aleksandro isminde, merdivenlerin üstünde dururdu! Bana “Reee Andrikko, gel buraya!” dedi… Görünce beni, Türk olduğumu işitmesin diye diğerleri, böyle yaptı… Çünkü onlarda da, kendi aralarında itimat yoktu… “Ne geldin be?” dedi bana… Dedim, “Geldim!” Bir deli kafa vardı bende, karar verdim, giderim!… Onu devam ettiririm daha! Aldı beni, çıktık yukarı, yönetim kuruluna… Bir hakaret de orada, neden geldim diye… Söyledim işte, listeyi gösterdim, böyle böyle “Vur” emri çıktı, “Bu arkadaşları kurtarın…” “Git” dedi, “Biz onu çoktan bilirik” dedi… Çağırdı bir şöför oradan, koydu beni arabaya, Çömlekçi’ye götürdü. “Kapısına kadar götürecen” dedi şöföre… Gerçekten götürdü bizi kapıya kadar, göyverdi…
CTP’nin kuruluşu, bizim için kurtuluştu… Çünkü evvela, Türk halkının içine giremezdik, o zorluklarla… CTP kurulurkenden, ilk yolu alan bendim, buraştan Lefkoşa’ya… Gittim buldum rahmetlik Berberoğlu’nu… Bu sefer biz başladık güçlenmeye Lapatoz’da (Boğaziçi)… 20-25 kişi kadar bulduk… 1 Mayıs’lardır, toplantılar falan filan, giderdik…
Soru: Her 1 Mayıs’ta hatırlarım seni… Orada tanıdım seni…
Rezvan Konti: Hayatımda 2 tane 1 Mayıs kaybettim… Birisinde gitmedim, karım hasta olduydu… Birisinde de vasıta bulamadıydık… Para nerede? Geriye dönecek olursak tekrar, çobanlık yapardık o dönem içinde… Arkadaşlarla buluşurduk…
Bir dönem gittim Kavazoğlu’nu aradım… Göstermezlerdi kendini… Tabii “Vur” emri vardı kendine… Ben neden isterdim Kavazoğlu’nu bulmayı? Moskova’ya gittiydi ve döndüydü… Ben ona kaçmasını söyleyecektim çünkü vuracaklardı kendini…
Soru: Çünkü o listedeydi…
Rezvan Konti: Evet, listedeydi… Geçmiş gündür ama 5’tir numarası galiba, hatırımda kaldığı kadar… Gittik bulduk kendini, konuştuk…
Soru: Tanır mıydın daha önceden Kavazoğlu’nu?
Rezvan Konti: Çok önceden tanırdım, daha talebeykenden tanırdım… Rahmetli Sadi tanıttı bize kendini… Ondan sonra da birkaç yerde buluştuyduk… Bir ara Mağusa’ya geldi, kaldı yanımızda… Benim yanımda değil de, diğer arkadaşların yanında kalırdı… Orada her gece buluşurduk…
Soru: Nasıl biriydi Kavazoğlu, hatırladığın?
Rezvan Konti: Yeni atılım içindeydi o dönemde, fakat inançları güçlüydü… Türkiye’den bir elçi vardı burada, Emin Dırvana… Dırvana’yla görüşme yaptı Kavazoğlu ve haber saldı bana, gideyim de ister beni… Yanında kaldığı Rumcuğun evini bilirdim, gittim oraya, “Desteklerler bizi” dedi bana…
Soru: Dırvana…
Rezvan Konti: “Desteklerler bizi onun için ayaklarınızın üstünde durun bakalım bu iş nereye kadar gider… Geçsin bu dalga” dediydi… O anlayış içinde… “O fırtına” derik biz buna ya… Yürüdük durduk… Kavazoğlu’yla böyle görüştük, sonra Dr. İhsan Ali’ye gidecekti… Çağırdılar beni de o gün, Lefkoşa’ya da geldik… Ben gelene kadar onlar gittilerdi, ben gidemedim… Diyeceğim oturduk konuştuk, ne yapacağız bundan böyle? Yapacak bir şey yok, yeni üyeler yetiştirmek, yapılacak olan buydu… Böylelikle hayat sürer, hala daha da sürer… Ben AKEL’den kopmadım… Hala daha giderim, buluşuruk hala daha fakat Kıbrıs meselesinin geldiği bu aşamada, AKEL’in ağırlık koyamamasının düşkırıklığı içindeyim… Çünkü Türk halkına bundan bahsetmek büyük bir cesarettir. Bunu yaşadık bir dönem, hani bahsettim, Türk halkının içine giremezdik… Bir daha bu duruma düşmemek için, geri dururuk… Geri dururuk derken, en azından Türk halkının arasında dururuk… Ama AKEL’in ismini anamıyoruk, bu da hatalarıdır bana göre… Öyle açıklama yapıp da, “Türk halkı bizi anlayacak” demekle, anlamaz…
Soru: Mustafa Konti nasıl bir insandı?
Rezvan Konti: Mustafa Konti’yle, rahmetli Savaş Hasan’la, Dr. Mehmet Salih’le, sıra düştük sonra parti konuları üstünde tartışırdık. Ama tartışmamız burada başlarsaydı, kapıyı çıkana kadardı… Orada biterdi… Geçen gün bir hısımımızın çocuğu, “Siz her zaman dayımla kapışırdınız!” dedi… Dedim “Kapışırdık ama uzun gitmezdi, barışırdık… Çünkü “Napacayık?” sorusu gelirdi gündeme…”
Rahmetlik, davaya çok sağlam inanmış kişilerden biridir… Ve bunu uyguladı, CTP’nin varlığı için de… Biz de bazı kolaylıklar sağlardık kendine, mesela bulunması, işlemesi… Mesela ben gelirdim koyunlarla Lapatoz’dan Singrasi’ye, karışırdık, o da gider, parti işlerini yapardı…
Soru: Şimdi memnun musun gidişattan?
Rezvan Konti: Barışı isterik, başka bir şey istemeyik… Fakat barış gelmezse, toplum içinde iş yapamayız… Çünkü toplum inandırılmıştır buna… Ve uzun sürerse, şovenizm güçlenecek… Ve yetişemeyeceyik şovenizmi yıkmaya… Bir dostluk var ortada… Bunu her şekliyle kanıtlayabilirik. Örneğin Türk halkının öne atılıp da bugün, “AKEL’den bunu beklemezdik” demesi da, bir yakınlığın sonucudur… Bugün o konuşulmuyor… “Hristofyas’ı da koyun aşağıya!” denir, Hristofyas’nan mı biter bu iş? “Papadopulos’u da koyun aşağıya!”… Onlardan mı biter bu iş? Bir partiyi inkar edip de, kişilerin üstünde mi duracayık?
Bugün sorun, AKEL’le müşterek bir düşünceye sapabilir miyik, sapamaz mıyık… Saparsak, bir çok kişiyi kurtarırız, benim düşünceme göre tabii… Yok da zıddiyeti devam ettireceksek, daha kaybımız olacaktır. Belki AKEL’in de olacak tabii ama bizim da olacak. Ve bundan faydalanacak olan emperyalizmdir… Başka bir kimse değildir. Konuyu ben böyle görürüm…
