Gerek ulusal gerekse uluslararası siyaset anlamında oldukça hareketli bir yaz geçiriyoruz. Üstelik uluslararası gelişmeler, Türkiye’nin içinde olduğu bölgelere yoğunlaşmış durumda. İşin özeti Trump, ABD’nin Çin’le rekabetine yoğunlaşabilmek için Atlantik’in Avrupa yakasındaki işleri teker teker temizlemeye çalışıyor.
Trump, 8 Ağustos’ta Ermenistan ve Azerbaycan’la yeni bir Güney Kafkasya koridoru anlaşması imzaladı. Bölge geleneksel olarak Rusya’nın etki alanında olmasına rağmen, karikatürize bir şekilde “Uluslararası Barış ve Refah İçin Trump Rotası” adı verilen bu koridor, Kuşak ve Yol Girişimi’yle Çin’in bölgede artan etkisini sınırlamayı amaçlıyor. Türkiye’nin on yıllardır süren Orta Koridor hayali, bu yeni ABD-Çin çekişmesinden kâr edecek mi göreceğiz.
Trump ve Putin, 15 Ağustos Pazar günü Alaska’da buluştular. Bu liderler zirvesinin konusu Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin başlattığı savaşın nasıl bitirileceğiydi. Zirveye davet edilmeyen Zelenskiy, Avrupalı liderler ve Avrupa Birliği yönetimi, günler öncesinde endişelerini belirterek gerilimi arttırdılar. Zirveden geri dönülemez kararlar çıkmadı ama Trump’ın Putin’i ateşkese ikna etmek için giriştiği bu diplomatik toplantı, kendisinin ateşkesten vazgeçmesiyle sonuçlandı. Trump, zirve ertesinde Avrupalı liderleri ve Zelenskiy’yi ararak sonraki adımlar için tavsiyede bulundu ama önerileri kabul görmedi.
Yani, zirveden savaşa dair somut bir sonuç çıkmadı ama Rusya’ya, Soğuk Savaş dönemini hatırlatırcasına bir süper güç meşruiyeti tanınmış oldu. Trump açısındansa iki hedefe de ulaşıldı: Birincisi, hazirandaki NATO zirvesinden sonra bir kez daha Avrupa’ya gözdağı vermiş oldu. Avrupa’nın aksine Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini bir güvenlik ve uluslararası hukukun ihlali sorunu olarak görmediği ve dolayısıyla Avrupa’ya yardım etmeyeceği mesajını tekrarladı. Diğer hedefiyse Çin’e odaklanmaktı. Bunu, Ukrayna Savaşı’nı derhal bitirerek yapamayacağı belli olduysa da, Çin’in ABD’ye karşı desteklediği Rusya’yla doğrudan ilişki kurarak küresel güç ilişkilerini değiştirmiş oldu.
Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, 24 Temmuz’daki AB-Çin Zirvesi’nden günler önce “Çin, Rusya’nın savaşı kaybetmesini göze alamaz çünkü bu ABD’nin elinin boşalması ve tüm gücünü Çin’e yoğunlaştırması anlamına gelir” demişti. Trump-Putin görüşmesi öncesinde, bu duruşunu pekiştirecek şekilde, iki Litvanya bankasına yaptırım uyguladı. Bu yaptırımlar, AB’nin Rusya sınırındaki iki yerel Çin bankasını Rusya’ya karşı yaptırımlara dahil etmesine karşılıktı. Yani Çin, her ne kadar ABD’ye karşı AB’yle iyi ilişkileri devam ettirmek istese de, Rusya’yı gözden çıkarmayacaktı.
Nitekim Çin’in Trump-Putin görüşmesine tepkisi de ölçülü oldu, çünkü zirve aslında Trump’ın diplomatik gücünün sınırlarını da göstermişti. Çin, açıklamasında, lider görüşmelerinin uluslararası hukuka uyulmasını sağlamak için bir araç olduğunu ifade etmişti. Trump, bu açıklamanın hemen arkasından Çin’e uyguladığı gümrük vergilerini 90 gün daha erteledi ve Xi’nin kendisine telefonda Tayvan’a askeri müdahalede bulunmama garantisi verdiğini iddia etti. Yani, Çin uluslararası ilişkilerde kurumsallığa vurgu yaptıkça Trump güçlü liderlerin kişisel başarılarını ön plana çıkarıyor.
Trump dönemi beklenmedik gövde gösterileri ve zikzaklar çizen kararlarla devam etse de, tamamen mantıktan yoksun değil. Bütün gösterişli kararların arka planında Çin’in yeni sanayi sektörlerindeki üstünlüğüyle dünya ekonomisini tamamen kontrol altına alıp Amerikan hegemonyasını zayıflatmasına engel olmak var.