Home Kıbrıs iktibas Levent Atikoğlu Aidiyet, geri dönülemeyen yerlerde başlar: Bir adanın unutmakla yüzleşmek arasında sıkışan hikâyesi…...

Aidiyet, geri dönülemeyen yerlerde başlar: Bir adanın unutmakla yüzleşmek arasında sıkışan hikâyesi… – Levent Atikoğlu 

0
Reklamlar

Yarım asrı geçti; hâlâ aynı ezberleri tekrar ediyoruz: “Biz” ve “onlar”, “vatan, millet, bayrak” ve nefret söylemleri, acı hiyerarşisi, kimin daha çok kaybettiği, kimin daha çok öldüğü, ne şekilde kaybettiği karşılaştırması üzerine inşa edilmiş bir döngü… Her tekrar, bu adanın gerçeğinden biraz daha uzaklaştırıyor bizi. Her tekrar, barışın kulağını biraz daha sağır ediyor. Kıbrıs’ta yaşayanlar iyi bilir: 1974, yalnızca bir askeri müdahale değil; bir yer değiştirme tarihidir. O tarihten sonra evler boşaldı, yollar değişti, lehçeler sustu. Kıbrıslı Rumlar güneye kaçmak, malından mülkünden hatıralarından, hayallerinden oldu ve bu zorla oldu. Kıbrıslı Türkler de kuzeye çekildi ve aynı mağduriyet onları da vurdu…

Fakat, sonra adanın kuzeyine ağır bir sessizlik çöktü… Teslim olma ve ‘kurtarılma’ adı altında 50 küsur yıllık bir yanılsama, yalan ve talanın da başlangıcıydı bu…

Ama bu sessizlik, yalnızca kayıp insanların sessizliği değildi. Aynı zamanda onların yerine konanların da sessizliğiydi. Çünkü terk edilen evlere, tarlalara, dükkânlara Türkiye’den sistemli biçimde binlerce insan yerleştirildi. Bir yerleşim politikası başlatıldı. Kimi “zorunlu göçmen”, kimi teşvikle gelmişti. Ancak gelenin gittiğiyle buluşmadığı bir yerde ne aidiyet kurulabilir ne de adalet. Bugün Kuzey Kıbrıs’ın köylerinde, kasabalarında, şehir merkezlerinde tabelalarda artık Kıbrıslı Türklerin özgün aksanı, deyimleri, mizahı yer bulmakta zorlanıyor. Yerini bulamamış bir aidiyetsizlik hâkim. Kimse Kıbrıs’ta bu koşullar altında ‘Bütün emekçiler birleşsin’, ‘Bütün halklar kardeştir’, ‘Herkesi kucaklayalım’, ‘Bu memleket herkese yeter’ diyemez.

Birçok Kıbrıslı Türk, diaspora oldu; İngiltere, Avustralya, Amerika, Kanada gibi Anglo-Sakson ülkelerde ya da dünyanın başka yerlerinde kendilerine başka bir gerçeklik yarattılar ve buradaki gerçekliği de dışarıya farklı hikâye söylemleriyle şekillendirdiler. Diaspora kültürü çok çetrefilli; çoğu zaman daha Türk milliyetçisi, biraz Kıbrıslı, biraz çokkültürlü, toplu dağınık ama kopuk.

Çünkü kolonizasyon yalnızca fiziksel mekânla sınırlı değildir; kültürel dokuyu da dönüştürür, aidiyeti, kimliği, belleği şekillendirir. Ve çoğu zaman bu, yerli olanın aleyhine işler.

“Gelenler”le “yerliler”in arasına görünmeyen duvarlar örüldü. Ama asıl duvar, bu adanın iki halkı arasında yükseldi. Çünkü ganimet düzeni yalnızca terk edilmiş evleri değil, barışın imkânını da işgal etti. Bugün bir Kıbrıslı Rum’un dedesinden kalan ev, bir Kıbrıslı Türk’ün yazlığına ya da bir Türk yerleşimcinin zenginlik kaynağına dönüşmüş olabilir. Tam da burada, etik ve hakkaniyet devreye girer. Bu durumu aklamaya çalışanlar, “kan, bayrak, vatan, millet” gibi sloganlarla yapılanları meşrulaştırma arayışına giriyor. Oysa başkasının acısını kendine yol kılmak, ancak çürük bir vicdanın tutunabileceği bir zemin yaratır.

Ve biz hâlâ, “mülkiyet çözüldü mü”, “toprak pazarlığı olur mu”, “harita kaç santim oynar” ‘askerden izin’ gibi teknik müzakerelerle adanın vicdanını görmezden geliyoruz.

Oysa çözüm önce dilde başlar. Bu yüzden biri çıkıp da “Kıbrıslı Rumlar da bizimdir” dediğinde, bazıları neden tüyleri diken diken oluyor? Çünkü bu cümle, alışılmış milliyetçi rahatlığı sarsıyor. Çünkü o “biz”, yalnızca sınırın bir yanını kapsamasın istiyor. Ama gerçekten soralım: Biz kimiz? Sınırın bu tarafında yaşayan ve artık geriye dönülemeyecek kadar kendi içine kapanmış bir halk mıyız? Yoksa bu adayı geçmişiyle ve geleceğiyle birlikte taşıyabilecek, hakiki bir “biz” olma cesaretine sahip bir halk mı?

Ganimetle büyütülen nesiller, mülkiyetin adaletini hiç öğrenemedi. Kolonizasyonla şekillenen bu coğrafya, ortak aidiyetin zeminini kaybetti. Ama hâlâ geç değil. Barış yalnızca müzakere masasında değil; mahallede, okulda, sokakta, sofrada kurulur. Ve bunun yolu da önce yüzleşmekten, sonra paylaşmaktan geçer.

Kıbrıslı Rumlar da bizimdir. Tıpkı onların bıraktığı evlerin hatıraları gibi, tıpkı bizim kaybettiğimiz köyler kadar, tıpkı bu adanın bütün şarkıları, şiirleri, evrenselliğe yakınlığı, mezar taşları, ağıtları gibi… Bu ada, birlikte yaşanmadıkça kimseye ait olamaz…

No comments

Yorumunuzu ekleyinCevabı iptal et

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Exit mobile version