Kıbrıs’ın kuzeyinde her yıl törenlerle kutlanan “Barış ve Özgürlük Bayramı” en büyük utancımızdır belki de. Bölünmenin, yıkımın ve travmanın simgesi olan 20 Temmuz, binlerce insanın yerinden edildiği, malların el değiştirdiği, kentlerin yağmalandığı, hayatların parçalandığı bir dönüm noktasıdır. Bir toplum için “kurtuluş” gibi sunulan şey, diğer toplum için işgal, istila ve talandır. Bu gerçek ortada olmasına rağmen manipülasyonlar da hazırdır…
Aslında kazandığını düşünenler, bunu idame ettirmek isteyenler, bu yanılsama ile yaşayanlar da kaybetmiştir. Kazanan yoktur… Bunun ucu er ya da geç herkese dokunacaktır.
Ve savaş suçları “bayram” ilan edilemez. Ama edildi. Gerçek toplum lideri ya da Cumhurbaşkanı olduğunu iddia edecek kişi, bu utancı açıkça sorgulayabilen ve bu utancı samimiyetle, vicdanla ortaya koyabilendir. Değişim burada başlar… Hukuki raporlar ve pasif analizler yetmez bize; samimi olan, başkaldıran, bedel ödemeye hazır olandır Kıbrıs’a köklü çözüm ve herkesin iyileşmesini getirecek olan. Zorlama açıklamalarla, yapayca değil, içten gelenle olandır Kıbrıs’ın ihtiyacı…
Sessizlikle değil, sesle dönüşür kader… Kapalı kapılar ardında sinsi tespitler ve hesap kitaplarla, zorunlu hissederek yapılan söylemler değil, bedel ödemeye ve konfor alanının dışına çıkmaya hazır duruş gereklidir bize…
Sadece tespit değil, cesaretle sahiplenmek gerekir!
Uluslararası arena, Kıbrıs’ın kuzeyindeki hak ihlallerini ve mülkiyet gaspını yıllardır belgeler. Ama bu raporlar, yaptırımsız ve içtenliksiz olduğu sürece, hiçbir anlam taşımaz. Gerçek sahiplenme, statükoyu kabul etmemekle başlar. Hukuku dönüştüren, sahadaki irade ve cesur söylemdir.
“Bir Şey Olmak” değil, “Bir Şey Yapmak” gerek
Bugün siyasetin krizi, ideolojiler değil, samimiyet eksikliğidir. Herkes görünmek ister, ama çok azı bir şey yapmaya cesaret eder. Muhalefetin görevi sadece “eleştirmek” değil; fiili işgali açıkça dile getirmektir. Gerçek duruş, konfor alanını terk etmekle ölçülür.
Pasif Muhalefet, Sessiz Ortaklıktır!
Kıbrıs’ın kuzeyinde ana-akım ya da baba muhalefet, çoğunlukla “eleştiriyormuş gibi” yapıyor. “İşgal ve utanç” adını koyamayan bir siyaset, halkın talebine karşılık veremez ama. Gerçek barış talebi, 20 Temmuz’u kutlamayı reddetmekle başlar. Sözde değil, özde karşı durmak gerekir. Zorlama ve toplumsal tepkiye uyum sağlamakla, herkesi kucaklama ve duygusal manipülatif açıklamalarla olmaz bu işler…
Uluslararası Ahlaki İflas: Sessiz Kalmak Suça Ortaklıktır!
Kıbrıs’taki fiili işgal, sadece yerel değil, küresel bir sorundur. Mülkiyet gaspı, kültürel yok oluş, insan hakları ihlalleri açıkça ortadadır. Bunu kör ve sağır olan, duyularını yitirmiş olanın bile görmemesi imkânsız bir seviyededir şu an. Ama dünya bu talanı “normalleştirme” yoluyla meşrulaştırmaya çalışıyor belki ve Kıbrıs da buna çok güzel uyum sağlıyor.
Bu, 21. yüzyılın en ağır ahlaki çöküşlerinden biridir.
Barış, Kutlamayla Değil, Direnişle İnşa Edilir
Gerçek barış, yalnızca masa başında değil; toplumlarla beraber aktif olarak, göbeğinde, cesaretle yaratılır. Çok kültürlü, çok dilli, aktif bir hareketle… 20 Temmuz’u “barış bayramı” olarak değil, yüzleşme ve onarma günü olarak ilan etmek gerekir. 20 Temmuz’u reddederek, harekete geçerek, tutuklanma ve ordu ve polis tarafından yargılanmaya, tutuklanmaya rağmen bu bedelleri ödeyerek, samimiyet ve vicdanlı duruşla, gerçeklerle yüzleşerek başlar liderlik…
Tabi eğer samimiyet ve çıkarsız duruş varsa işin içinde…
Sorulması Gereken Tek Soru: Kim Bedel Ödemeye Hazır?
Şimdi hangi Cumhurbaşkanı ya da toplum lideri adayı, 20 Temmuz’u Barış ve Özgürlük Bayramı değil “utanç ve ebedi esaret günümüz” olarak ilan etmeye cesaret edebilir?