Sadece kendi hafızanızın diri tarafına kayıtlı kaç “Üçüncü Dünya Savaşı” olduğunu düşünün. Üçüncü Dünya Savaşı kapıda mı? İkincisi bittiğinden beri, hakikaten hemen ardından başladı. Kürenin iri güçlerinin dağılımında ne zaman bir çatışma ihtimali belirse, olabileceklerin en fenasının kod ismi olarak, büyük savaşlar dizisinin yeni “bölümü” bir fragmanla ortaya sürülüyor. Hazırlanın. Oysa yanına bir rakamın denk düştüğü tek büyük savaş İkinci Dünya Savaşı. İlki zaten Dünya Savaşı’ydı, ikiden sonraki ise kopmadığı için değil, artık her an ve her yerde olduğu için başında bir “üçüncü”ye ihtiyaç duymuyor.
*
“Bilmem ne marketinde bir kiloluk çayın fiyatı şuna düşmüş”lerin, oh en azından yeni sezonu yayınlanan dizilerin, ayağı kayıp da temizlediği evlerin havuzunda boğuluveren işçilerin, ikiye ve üçe ve dörde bölünmüş taksitlerin arasından Üçüncü Dünya Savaşı tehdidi yükseliyor. Korkmalı mıyız? Korkmalısınız, korkmalıyız. Başka aciliyetlerin ve gereklerin içinden sıyrılamadığı için değil, -hakikaten bundan daha ürkütücü ne olabilir yoksa-, ama ne anlaşılması gerektiği tam bilinemediği için ya da başka tür bir kanıksamadan dolayı, savaş kürenin kabuğuna tam değemiyor. Çatışmanın tam ortasında olanlar dışındakiler için gerçekliği sulanmış. Büyük harfle Savaş, zamane dünya liderlerinin başrol oyuncusu gibi belirdiği bir dizinin yeni sezonu gibi dönüyor hayatın fonunda. Ne zaman ne yapacakları ve ne de uzlaşacakları belli olmayan, sanki kürenin tüm izleyicilerinin ilgisini diri tutmak için aşırılıklara çizilmiş ana karakterler bunlar. Trump yine ne demiş duydun mu? İran’la şimdi tam olarak ne oldu? Rusya ne yapıyor yani şimdi? Türkiye “bu defa” nerede duruyor? Tüm bunlar arada kalkıp da bir çay koyulan, tuvaletteyken kaçırılan kısmı için hayıflanılmayan bir dizi gibi. Arkada dönsün.
*
Bu çağın bizleri yangının ortasında yangın rüyası görenlere çevirdiğini söyleyen Slovenyalı felsefeci Alenka Zupancic, bir kez daha Bağlantılar’a bağlanıyor. Zupancic, 21. yüzyılda küresel birimlerde iptila yaratan dizi biçiminin sadece estetik ya da sanatsal bir fenomen olmadığını söylüyor. İnsanlar neden altı sezonluk dizilerin ortasında mesut hissediyor kendisini, bunu açıklamanın birçok yolu var. Fakat Zupancic’in dizileri günümüz dünyasının dili olarak tanımlaması ayrıca düşündürücü. “Diziler krizdeki bir dünyanın dilidir. Dizi bir kriz biçimidir” diyor. Felaketler, salgınlar, iç savaşlar ve dünya savaşları hayatımızın içinden, süreceğinden emin olduğumuz ve neredeyse bunu dilediğimiz bir dizi gibi akıyor.
*
“Denizli’de bir villada yüzme havuzuna düşen 44 yaşındaki temizlik işçisi Havane Oy, hayatını kaydetti.” Hayatını kaydetmek… Ne kitaplar, ne manşetler böyle yazım yanlışlarıyla çıkabiliyor, laf bu haberin spotunda b’yi d olarak gözden kaçıran Birgün’ün sevgili çalışanlarına değil. Bilakis hepimiz bilmiyor muyuz Havane Oy’un ancak ölerek varlığını kanıtlayabildiğini, ancak bir tashihle hakikatini daha iyi anladığımızı. Ancak bittiğinde hayatı bir kayıt haline geldi Havane’nin, tarih onu kendine kattı.
*
Tarih mi, hangi tarih? Ne yazık ki ailesi ve sevdikleri dışında Havane’yi, onun gibileri görünür görünmez zeminlere sabitleyen sadece küçücük bir grubu bu gezegenenin.
Geçmişte olup bitenleri çapaksız bir biçimde, doğallıkla birbirini doğurmuş gibi ve hep ileri doğru dizen, ilkokullarda enjekte edilmiş biçimiyle büyük harfli Tarih var bir de. Anlatılanların zaman içinde dönüşmesi, hatta çelişmesi, bir dizinin senaryosunda yolda değişen dümen gibi olağanlaşmış.
*
“Dünya Savaşı” anlamını yitirmişken, savaşlar yeni biçimlerle hayatın zerrelerine işlemişken, Üçüncü Dünya Savaşı’na tam ikna olmamamızın bir sebebi de belgesinin bulunmaması. Sanki birileri, o güvenilmez baş karakterlerden teki “Üçüncü Dünya Savaşı başlamıştır” diye bir bildiri yayınlamadan başlamış sayılmayacak. Yoksa ne olup bittiği tam anlaşılmıyor. Şimdi tam olarak ne oldu? Ancak “Üçüncü Dünya Savaşı bitmiştir” şeklinde sarih bir deklarasyon nihayetlendirebilir dizinin bu sezonunu. Yoksa ikna olmuyor kimse.
Savaşın belgesi mi olur? Soykırımın belgesi mi olur? Yerden yüksekte, tartışılmaz, sorgulanmaz bir Tarih varmışçasına belgesi olmadığı için yok sayılan soykırımlar. Diyelim 1915’te ya da diyelim 2025’te aranan belgede tam olarak şu yazmalı ama: “Soykırım başlamıştır”. Bunu yazan bir belge bulunmadıkça bir halkın tam da o halk olduğu için toptan yok olmasını hedefleyen kararlar soykırım sayılmayacak. Çünkü bunlar var. Hayır, bunu tarihçilere bırakalım. Hangi tarihçilere?
*
Savaş her yerde. Bazı savaşlar görünmüyor, bazıları savaştan sayılmıyor, bazı soykırımlar birilerini ikna etmeye yetmiyor. Savaş devletlerin halklarına karşı savaşıyla da sürüyor. Savaş sermaye üzerinden yürüyor, savaş endüstrisi dünyayı yönlendiriyor. Buradan başka Bağlantılar sırasını bekliyor.
*
Başlamadığı için Üçüncü Dünya Savaşı hiç bitmeyecek.
Not: Alenka Zupancic’in “Biliyorum, Ama Yine de…” adlı kitabı Barış Engin Aksoy’un çevirisiyle Metis Yayınları’ndan.