Günlerdir devam eden İran-İsrail savaşının yatışmak bir tarafa giderek şiddetlenmesi bölge ülkelerindeki tedirginliği artırıyor. Mısır’dan Suudi Arabistan’a, Katar’dan Birleşik Arap ülkelerine bütün bölge diken üstünde demek yanlış olmaz. Bu tedirginliğin birçok sebebi var. Daha doğrusu devam eden savaş nedeniyle bölgedeki her bir ülkenin korkmak için kendine has sebepleri var. Bu nedenlerle günlerdir sessiz kalan ya da düşük tondan taraflara itidal çağrısı yapmakla yetinen bölge ülkeleri artık daha yüksek sesle konuşmaya başladı. Hatta şaşırtıcı şekilde Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler İran halkının yanı sıra İran’a destek verdikleri mealinde açıklamalar yapmaya başladı. Kervana Suudi Arabistan’ın ve Mısır’ın da katılması hiç şaşırtıcı olmaz.
Peki bölge ülkeleri günlerdir neden sessizdi? Aynı bölge ülkelerinin tedirginliğini taraf tutma noktasına taşıyan ne oldu?
Elbette bütün bölge açısından en önemli faktör Hürmüz Boğazı’nın durumuna dair belirsizlik. Sonuçta İran Hürmüz Boğazı’nı kapatırsa Irak, Kuveyt, Bahreyn, Katar petrol sevkiyatları tamamen durur. Suudi Arabistan’ın enerji sevkiyatı tamamen durmasa da oldukça yavaşlar. Ekonomileri hâlâ petrole ve doğal gaza dayalı olan bu ülkeler açısından petrol sevkiyatının durması demek tamiri epeyce sürecek ekonomik maliyetlerin ortaya çıkması demek.
Böylesi bir sonucun ortaya çıkması için İran’ın Hürmüz Boğazı’nı fiilen kapatmasına da gerek yok. Kapatabileceğine dair tehdidi sürekli gündemde tutması zaten Hürmüz Boğazı üzerinden yapılan sevkiyatların sigorta dahil maliyetlerinin otomatik olarak yükselmesine ve risk almak istemeyen taşımacılık şirketlerinin çekimser kalmasına yol açabilir. Elbetteki bu durum Ukrayna savaşından sonra petrol ve doğal gaz tedariki konusunda oldukça sıkıntı yaşayan Avrupa ülkelerini oldukça büyük bir krizle karşı karşıya getirecektir. Sonuçta Ukrayna savaşından sonra ambargo uygulanan Rusya’nın iyi kötü alternatifi olan körfez ülkeleri devreye girmişti. Peki körfezden sevkiyat durma noktasına gelirse alternatifi var mı? Elbette yok. Bu arada körfez petrolünün önemli bir kısmının Çin başta olmak üzere Asya ülkelerine gittiğini de hatırlatmak gerek. Yani sadece Hürmüz Boğazı’nın kapanması küresel bir petrol krizini tetiklemeye yeter. Petrol fiyatlarındaki hızlı artış da her türlü tüketim ürününe yansıyacaktır.
Peki böylesi bir riske rağmen bölge ülkeleri neden günlerdir sessizdi?
Çünkü Suudi Arabistan ve Mısır başta olmak üzere bölge ülkeleri İran’ın bölge içlerine kadar uzanan nüfuzundan hep rahatsızdı. Yakın zamana kadar İran’ı birinci tehdit gören ülkeler bile vardı bölgede. Bu çerçevede İran’ın Lübnan’dan ve Suriye’den Irak sınırına kadar itilmesi ve askeri kapasitesinin yıpratılması elbette bölge ülkelerinin işine gelen bir durum. Ancak burada tehdit olarak görülen sadece İran değil, İsrail de özellikle 7 Ekim 2023’te başlayan süreçteki saldırgan ve uzlaşmaz politikasıyla tedirginliği artırıyor. Bu nedenle İran ile İsrail’in birbirlerini yıpratmaları, bu arada İran’ın nüfuz alanının daralması bir taşla birkaç kuş olarak görülen bir gelişme oldu. Ancak bu gerilim çok hızlı tırmandığı gibi kolay kolay yatışacak gibi de görünmüyor. İran kendisine yönelik İsrail saldırılarına mümkün olduğunca dayanıp aynı zamanda İsrail’e yönelik saldırılarını sürdürmeye çalışıyor. Güvenlikçi politikaların hakim olduğu İsrail’de mitleşen hava savunma sistemlerine rağmen binaların vuruluyor olması Netanyahu kabinesi üzerindeki baskıyı da artırıyor. Aynı zamanda İran’ın kolay kolay geri adım atmayacağı yönündeki mesajla birlikte İran bölge ülkelerine de “Bu ateş benimle birlikte sizi de yakar” mesajını net bir şekilde vermeye çalışıyor gibi görünüyor.
Yine bölge ülkelerini tedirgin eden başka ihtimaller de belirginleşiyor. Olası senaryolar çerçevesinde bölge basınında tartışılan ihtimallerden biri de İran’ı zayıflatan İsrail’in bölgede başka bir hedefe yönelip yönelmeyeceği! Mesela Mısır. Malum İsrail Gazze başta olmak üzere Filistinlilerin sayısını mümkün olduğunca azaltmak istiyor ve 2 milyon Gazzeliyi sürmekten bile açıkça bahsedebiliyor. İran tehdidini bertaraf eden İsrail’in Mısır ve Ürdün’e komşu olduğunu, Filistinlileri sürmek için ilk belirlediği ülkelerin yine bu iki ülke olduğunu unutmamak gerek.
Yine İsrail ile normalleşme süreçleri başladığında İsrail’in Suudi Arabistan’ı da bu sürece katılması için ikna etmeye çalıştığı, Amerika’dan birçok kez devreye girmesini istediği de biliniyor. Ancak sürekli bir İran tehdidi altındaki İsrail ile İran tehdidini bertaraf etmiş bir İsrail’in normalleşmeden anladığı da beklentisi de aynı olmayacaktır. Yani bu defa şart dayatan Suudi Arabistan değil İsrail olacaktır. Yine eli rahatlayan İsrail’i Lübnan’dan ve Suriye’den çekilmeye kim, nasıl ikna edecek gibi sorular da var.
Toparlayacak olursak nüfuz savaşlarının yeni bir boyuta geçtiği oldukça kritik bir dönem yaşanıyor. Düne kadar İran’ın nüfuzundan rahatsız olan bölge ülkeleri açısından İran’ı dengeleyen İsrail’in ya da Türkiye’nin bölgede olması olumlu bir durumdu ve her bir ülke için manevra alanları yaratıyordu. Ancak savaşın devam etmesi halinde ortaya çıkacak petrol krizi, Mısır başta olmak üzere bölgedeki birçok ülkeyi doğrudan vuracak olan enflasyon ve ekonomik dalgalanmalar, göç akınları, istikrarsızlık kaynaklı ortaya çıkacak yeni terör örgütleri gibi birçok korkunç senaryo oldukça muhtemel artık.
Türkiye de bu gidişattan doğrudan etkilenecek elbette ve bu etki sadece ekonomik ve güvenlik açısından olmayacak gibi görünüyor. İran tehdidini bertaraf eden İsrail ile Türkiye’nin Suriye başta olmak üzere bölgede karşı karşıya gelmesi de olası.
Velhasıl İran-İsrail savaşı üçüncü dünya savaşının kapısını aralar mı bilinmez ancak etkileri ve sonuçları itibarıyla üçüncü dünya savaşı yaşanmışçasına küresel bir çöküşün fitilini ateşleyebilir.