Kıbrıs Cumhuriyeti son on yılda köklü bir dış politika değişikliğine gitti. Uzun yıllar Bağlantısızlar Hareketi içinde yer alan ve Batı dünyasına karşı mesafeli davranan Kıbrıslı Rumların dış dünya ile ilişkilerinde önemli değişiklikler oldu. Atlantis-Batı ile bütünleşme devlet doktrini haline geldi.
Kıbrıs coğrafyasını Amerikancı-Batının jeopolitik çıkarlarına açan Kıbrıs Rum elitleri Kıbrıs’ın güneyini kıymete binen pahalı bir jeopolitik “arsaya” dönüştürdüler.
Oysa, Kıbrıslı Rumlar uzun yıllar Batı’ya karşı şüpheyle yaklaşıyorlardı. Bunun nedeni, Batı’nın Türkiye’ye verdiği önemdi.
1950’li yıllarda Makarios ve Grivas gibi aktörler Batı yanlısı ve anti-komünist olmalarına rağmen Batı’dan aradıklarını bulamamışlardı.
Self determinasyon-Enosis talebiyle Kıbrıs konusunu BM’ye ve diğer uluslararası platformlara taşıdıklarında karşılarında Batılı ülkeleri, özellikle de NATO üyesi devletleri bulmuşlardı.
Başta ABD ve Büyük Britanya olmak üzere, Batılı devletler Soğuk Savaş döneminde Türkiye’nin jeopolitik önemine dikkat çekerek Enosise karşı çıkmışlardı.
Batı’nın Jeopolitik kaygılarına ve Soğuk Savaş çıkarlarına hizmet beklentisiyle kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti Kıbrıs Rum liderliğinde büyük bir düş kırıklığı yaratmıştı. Çünkü, Türkiye’nin istediği olmuştu ve Kıbrıs Türk toplumu cumhuriyet yönetimine etkin olarak katılma hakkını elde etmişti.
Türkiye’nin stratejik anlayışında Kıbrıslı Türklerin yönetimde etkin olmadığı bir Kıbrıs devleti Türkiye’nin çıkarlarına ters düşerdi. Bu yüzden, Zürih-Londra anlaşmalarıyla kurulan devlette Kıbrıslı Türkler azınlık değil, siyasi eşit toplum olarak konumlandırıldı.
Zürih-Londra anlaşmalarını benimsemeyen Kıbrıs Rum liderliği bu anlaşmalardan kurtulmak umuduyla yüzün Bağlantısızlara ve Doğu Blokuna çevirmişti.
1960’lı yıllara damgasını vuran bu politika, 1974’ten sonra da devam etti. Reel Sosyalist dünya çükünce ve Bağlantısızlar Hareketi dağılınca, Kıbrıslı Rumlar dikkatlerini yavaş yavaş Batı’ya çevirmeye başladılar. 1990 yılında da Avrupa Birliğine üye olmak için başvurudalar ve 2004 yılında ipi göğüslediler.
Fakat, AB üyesi olmakla beraber Batıya tam olarak entegre olmadılar. Özellikle Rusya ile yakın ilişkilerini koruyarak sürdürdüler.
İsrail Faktörü
Kıbrıs Rum dış politikasında bir dönüm noktasından söz edeceksek, bunu, 2010’lu yılların başında Kıbrıs Cumhuriyeti ile İsrail arasında başlayan yakınlaşmada aramalıyız.
2012 yılında kurulan ilişkiler süratle ilerledi ve enerji jeopolitiği konusunda önemli aşamalar kat edildi.
Donald Trump’ın birinci başkanlık döneminde baş döndürücü bir hızla Kıbrıs, İsrail, Yunanistan ve ABD arasında başta enerji olmak üzere, çeşitli konularda görüş birliği sağlandı ve işbirliğine gidildi.
Türkiye’yi dışlayan bu işbirliği, giderek enerji politikalarını aşarak jeopolitik bir işbirliğine dönüştü. ABD, 2019 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’ne uyguladığı silah satış yasağını kaldırdı ve iki ülke ilişkilerinde yeni bir sayfa açıldı.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasıyla Moskova ile bütün ilişkilerini kesen Kıbrıs Cumhuriyeti bütünüyle Amerikancı-Batının rotasına girdi. Amerikalılara Andrea Papandreu hava üssünü kullanma izni verildi, Fransızlara da Mari deniz üssü açıldı.
Bu arada, İsrail ile işbirliği olabilecek en ileri safhaya taşındı ve Türkiye’ye karşı Jeopolitik bir aks oluşturuldu.
İsrail devleti Kıbrıs’ın güneyini artık istediği gibi kullanabiliyor. Bugün Netanyahu’nun en yakın siyasi dostlarından birinin Nikos Hristodoulidis olduğuna şüphe yoktur.
Kısacası, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin güney yakası bütünüyle Batılıların ve İsrail’in emrine amadedir! Beyaz Saray’a davet edilen Hristodoulidis, artık Kıbrıs’ın NATO’ya üyesi olmasından söz ediyor.
İsrail ile kurulan stratejik ortaklık Amerika’nın gözünde Güney Kıbrıs’ın değerini iyice artırdı.
Kıbrıs Cumhuriyeti devleti sadece İsrail bağlamında değil, Amerika’nın çok kutuplu dünyada Çin’e karşı izlediği politikanın da parçası haline geldi.
ABD’nin Çin’e alternatif olarak Hindistan’dan başlattığı alternatif ticaret yolu Kıbrıs’ın güneyinden de geçecek şekilde tasarlanırken, Türkiye dışarıda bırakılıyor.
Öte yandan, İsrail’e yakınlığıyla bilinen Hindistan’ın son yıllarda Kıbrıslı Rum toplumu ile ilişkilerini ileriye götürdüğünü görüyoruz. Hindistan başbakanı Mondi’nin adaya yaptığı iki günlük ziyarette çeşitli alanlarda işbirliği anlaşması imzalandı. Bunlar arasında, bir Hint kamu şirketinin adada Drone üretmesi de vardır.
Yukarıda anlattıklarımızdan da anlaşılacağı gibi, Kıbrıs’ın güneyi pahalı bir jeopolitik “arsa” haline geldi ve büyük stratejik dizaynların parçası oldu.
Kıbrıslı Türklerin Etkin Katılımı Olmadan Olmaz!
Bütün bu jeopolitik gelişmeler Kıbrıs Cumhuriyeti devletinde Kıbrıslı Türkler söz sahibi olmadığı için mümkün olmuştur.
Kıbrıslı Türkler devlette söz sahibi olsaydı, Kıbrıs’ın Türkiye’nin çıkarlarına ters düşen bir politika izlemesi mümkün olmazdı.
Türkiye bu gerçeği ta 1950’li yıllarda tespit etmişti. Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs’ın yönetiminde etkin olarak yer almalarını savunması boşuna değildi.
Fakat, bu politika yıllar içinde terk edildi. Jeopolitik akıldan yoksun hamasete dayalı politikalarla meydan (devlet) Kıbrıslı Rumlara bırakıldı.
Kıbrıs’ın kuzeyinin Türk askerlerinin kışla kurduğu bir yer olmasının elbette jeopolitik açıdan bir anlamı vardır. Fakat bu adanın kuzeyiyle sınırlıdır ve güneyin elde ettiği jeopolitik konumla karşılaştırıldığında sınırlı bir etkiye sahiptir.
Öte yandan, kuzeyin bir casino ve kara-para cenneti olmasının jeopolitik açıdan hiçbir kıymeti yoktur!
Bugün izlenen “iki devletli çözüm” politikasının bu duruma son vermesi mümkün değildir. KKTC tanınmadığı gibi tanınsa da Kıbrıs’ın güneyinde olup-bitenler konusunda Kıbrıslı Türklerin söz sahibi olması imkansızdır!
Çok açıktır ki, Türk tarafının bugün izlediği politikayla Kıbrıs’ın güneyinin Türkiye karşıtı güçlerin at oynattığı “jeopolitik bir arsaya” dönüşmesi engellenemez.
Esas olan, Kıbrıslı Türklerin adanın bütününde söz sahibi olacağı bir düzen kurmaktır. Bu da mevcut politikaları terk etmekle mümkündür.
Tabii, eğer çok geç kalınmamışsa!