“Ahlak dışı araçları ahlaki amaçlara ulaşmak için kullanmanın yanlış olduğunu açıklamaya çalışmıştım. Şimdi ise ahlaki araçları ahlaki olmayan amaçlar için kullanmanın da yanlış olduğunu, hatta daha büyük bir yanlış olduğunu söylemek isterim.”
Martin Luther King jr.
Günümüz dünyasının en temel özelliklerinden biri, güçlünün hükmünün geçtiği, evrensel değerlerin gerilediği, zaten yetersi olan uluslararası hukukun iyice çiğnendiği ve adaletsizliğin yaygınlaşmasıdır. Adaletsizliğe karşı susan herkes bu durumdan sorumludur.
Fakat şurası unutulmamalıdır ki, adaletsizliğin varacağı son nokta radikalleşmedir.
Ve bu radikalleşme hem haklıdır, hem de gereklidir!
Bu yazıda bu konuya iki örnekle parmak basmak istiyorum.
John Brown’un Hikayesi
Amerika’da köleliğe karşı verdiği mücadelelerle tanınan John Brown, 1859 yılında üç oğlu ve aralarında siyahların ve kölelerin de bulunduğu 23 adamıyla bir silah deposunu basar. Amacı, silahları ele geçirip kölelere dağıtmak ve onları ayaklanmaya teşvik etmekti.
Fakat ordunun müdahalesiyle baskın başarısız olur ve Brown yakalanır.
Ölüm cezasıyla sonuçlanan yargılama süreci boyunca Brown’un “ruh hastası”, “deli”, “inatçı” olduğu söylenir. Köleliğe karşı olduğunu söyleyen ve başkanlığa aday olan Abrahm Lincoln bile Brown’u kınayanlar arasında yer alır: “Yaşlı John Brown vatan hainliği suçlamasıyla idam edilmiştir. Köleliğin yanlış olduğu konusunda bizimle aynı fikirde olsa da, idamına karşı bir şey diyemeyiz. Şiddet, kan akıtma ve ihanet bağışlanamaz.”
O dönemde Amerika kamuoyu ikiye bölünmüştü. Köleliği savunanlarla köleliğe karşı olanlar. İki yıl sonra da zaten ülke iç savaşa sürüklenecekti…
Fakat, büyük çoğunluk yaslarla belirlenmiş düzenin korunmasından yanaydı. O dönemin yasaları Beyazların tahakkümüne ve köle sahibi olmalarına uygun bir biçimde düzenlenmişti ve bu düzenleme, evrensel değerlere gönderme yapan ve insanların doğuştan eşit olduğunu vurgulayan ABD’nin Bağımsızlık Bildirisiyle tam bir çelişki içindeydi.
Bildirinin evrensel değerleri, siyasi gerekçeler ve ekonomik çıkarlar ileri sürülerek görmezden geliniyor ve kölelik devam ediyordu. Milyonlarca köle mal olarak alınıp satılıyordu.
John Brown aslında tam da Amerika’nın Bağımsızlık Bildirisinde yer alan evrensel değerleri savunuyordu. Fakat, çoğunluğu oluşturan kamuoyu ve siyaset erbabı gündelik çıkarlardan hareketle evrensel değerlere sırtını dönüyordu.
Konsensüs sağlayarak çıkarlarına göre yaptıkları yasalarla kurdukları düzeni, John Brown gibi “delilere” karşı koruyorlardı.
Açıkçası, yasalar adalete hizmet etmiyordu ve John Brown’un “çılgın” başkaldırısı tam da bu gerçeği gözler önüne seriyordu.
Nitekim, bu olaydan sonra köleliğe karşı mücadele radikalleşecek, konsensüs arayışları son bulacak ve ABD köleliğin son bulacağı iç savaşa sürüklenecekti…
Ünlü Fransız yazar Victor Hugo, John Brown’un idam edildiği gün, insanlığın aydınlanmasının önemli bir bölümünün karardığını, adaletsizlikle adaletin karanlıkta bırakılarak adaletin katledildiğini söyleyecekti.
Bunun başlıca nedeni, adaletsizliğe baş kaldırmayan, “aklıselim” davranıp oportünist bir konformizm içinde çıkarına bakan çoğunluklardı…
Martin Luther King’in Hikayesi!
John Brown olayından yaklaşık yüzyıl sonra, 1963 yılında, ırkçılığa karşı sivil hakları savunan Martin Luther King hapse atıldı. Gerekçe olarak da, Alabama’da yasalara ve mahkeme kararına uymayıp yasaklanmış bir gösteriye katılmış olması gösterildi.
Liberaller, rahipler, “aklıselim” birçok kişi bildiriler yayınlayarak ırk ayrımcılığına karşı olduklarını, Martin Luther King’in ideallerini paylaştıklarını dile getiriyor AMA eşitlik için henüz erken olduğunu, koşulların henüz olgunlaşmadığını vs. söylüyorlardı.
En önemlisi, King’in yöntemini benimsemediklerini açılıyorlardı. Çünkü, King yasaları çiğnemişmiş…
Martin Luther King’in bu çevrelere verdiği çarpıcı yanıt tarihe geçti: “Herhangi bir yerde bir haksızlık oluyorsa, adalet her yerde tehlike altındadır!
“Haksız bir yasa yasa değildir” diyen King’in, kendisine sabırlı olup beklemesini tavsiye eden “iyi niyetli” Beyazlara da bir çift lafı vardı: “Biz 340 yıldan fazla bir süredir Tanrı’nın ve anayasanın bize verdiği hakları bekleyip duruyoruz. Elbette, ırk ayırımcılığının verdiği acıyı hiçbir zaman hissetmeyenlerin “bekle” demesi kolaydır.”
King devamla, bir an gelir ve tahammül sınırları aşılır diyordu ve insan o zaman adaletsizliğin uçurumlarına düşmeye devam etmek istemez!
King’in yanıtında daha da çarpıcı buluğum bir saptama vardı. Siyahların özgürlüğe kavuşmasının karşısındaki en büyük engelin ırkçılar veya Ku- Klux-Klan’ın olmadığını söylüyordu King.
Ve, en gerçek tehlikenin, “Düzeni” Adaletten daha fazla önemseyen ılımlı Beyazlardan kaynaklandığını vurguluyordu!