Biraz önce başörtüsü tartışmalarına neden olan kız öğrencinin ve ailesinin röportajını dinledim. Aile, “Kızım bir gün kapanmaya karar verdi, biz de kabul ettik. Okul buna saygı duymak zorunda,” diyor. Argümanlarını ise başörtüsünün Güney Kıbrıs’ta ve İngiltere’de serbest olmasıyla destekliyorlar.
İlginçtir, geçenlerde biriyle konuşuyordum. Onun da İngiltere’deki okul sistemiyle ilgili bir şikayeti vardı. İlkokul dördüncü sınıftaki oğluna verilen cinsel eğitimden rahatsız olmuştu. Erken olduğunu düşünmüş, öğretmenlere itiraz etmiş. Ama öğretmenler yalnızca teşekkür etmiş. Okulun yaklaşımı şu: “Çocuklar merak ediyor; sağdan soldan yanlış bilgi alacaklarına, doğrusunu öğrensinler.” Bu yaklaşım, başörtüsünü erken yaşta tercih eden bir aile için kabul edilebilir olur muydu?
İrsen Küçük Ortaokulu yarın cinsel eğitim vermeye başlasa, bu aile muafiyet ister mi? Bunu önersek, “Müslüman mahallesinde salyangoz satıyorsun” demeyecekler mi?
Müslüman kadınların bazı camilere girmesi hâlâ çeşitli kurallara tabidir. Kimi zaman belirli kıyafet zorunlulukları, kimi zaman fiziksel ayrım ya da alan kısıtlamasıyla karşılaşırlar. ‘Kural böyle’ denir ve buna saygı beklenir. Cami kurallarına gösterilen bu saygı, okulun kuralları söz konusu olduğunda neden geçerli olmasın?
Kıbrıs’taki okullarda özgürlük ortamı vardır. Ben kendi tecrübemden biliyorum. Lise yıllarımda Cumhuriyet gazetesini okur, oradaki yazarlar gibi yazmaya çalışırdım. “Fake it until you make it” kafasıyla… Bir gün bu yüzden cezalandırıldığımı hatırlamıyorum. Çünkü okul, bu tür arayışları bastırmak yerine tolere ediyordu. Düşünsel keşfe alan tanıyordu.
Ve işte mesele tam da bu: Okul dediğimiz yer, öğrencinin kendi sesini bulabileceği bir alan olmalı. Bir gün Cumhuriyet’e özenir, ertesi gün başka bir görüşe kayarsın – bunda bir sorun yok. Ama bu arayış, bir çocuğun üzerinde hiçbir sembolün, aidiyetin ya da otoritenin kalıcı bir baskısı olmadan gerçekleşmeli.
Bir çocuğun başörtüsü takması, o sembolü kendi kararıyla değil, içinde bulunduğu atmosferin doğal bir uzantısı olarak taşımasına neden olur. Bu, düşünsel serüvene müdahaledir. Tıpkı lisede sadece belirli bir gazeteyi okumaya zorlanmak gibi… Oysa özgürlük, seçeneklerin eşit şekilde sunulmasıyla başlar. Okulun görevi de bu alanı korumaktır.
Kimi bu yaklaşımı “seküler kimlik dayatması” olarak görebilir. Ama mesele başörtüsüne izin verip vermemek değil; mesele çocuğun kendi kararını gerçekten verip veremeyeceği. Özgürlük, her yaşta aynı şekilde işlemez. Çocukken aldığımız kararlar genellikle içinde büyüdüğümüz ortamın ve yetişkinlerin yönlendirmesinin bir sonucudur. Bir çocuk başörtüsü takmak istediğinde, bu talep onun kişisel inancının mı, yoksa çevresinin normatif yönlendirmesinin mi bir yansımasıdır? Devletin görevi, bu farkı gözetmek ve çocuğun gelecekte kendi yolunu seçebileceği nötr bir alan sağlamaktır. O yüzden mesele seküler kimlik dayatmak değil, henüz oluşmamış bir kimliğe fazladan bir yük bindirmemektir.
Özgürlük meselesine gelince: Bugün Avrupa ve Amerika’da “sınırsız özgürlük” söylemini en çok dillendirenler, Nigel Farage ve JD Vance gibi aşırı sağ figürler. Oysa konuşma özgürlüğünün amacı, baskıcı rejimlere karşı yurttaşın sesini korumaktır. Bugün bu ilke tersine çevrilmiş durumda: Aşırı sağ, bu hakkı çoğulculuğu bastırmak için kullanıyor.
Bu söylem şimdi bizde de dolaşıma sokuluyor: “Başörtüsü yasaklanamaz çünkü özgürlük var.” Ama burada özgürlüğü savunan aslında çocuk değil, onun adına karar veren ideolojik yapı. Bu yaklaşım, çocuğun kendi sesini bulmasını değil, belirli bir kimliğe sıkıştırılmasını teşvik ediyor.
Son White House ziyaretinde JD Vance, Keir Starmer’a “İngiltere’de konuşma özgürlüğü yok,” dedi. Neden? Çünkü Starmer, toplumun huzurunu bozan aşırı sağ gruplarla mücadele ediyor. Starmer’ın cevabı kısa ve netti: “İngiltere’de konuşma özgürlüğü vardır.” Uzatmaya gerek yok.
Aynı taktiği JD Vance, Zelensky’e karşı da kullandı: Önce tartışmaya çekti, ardından gelen yanıtlarla mesele büyüdü ve Zelensky sonunda özür dilemek zorunda kaldı. Bu tür provokatif stratejiler karşısında savunmaya geçmek yerine, görüşleri için teşekkür edip ilkesel ve sakin bir duruş korumak çok daha sağlıklı ve etkili bir iletişim yolu olabilir. Çünkü bu tür stratejiler, karşı tarafı suçlu psikolojisine sokarak esas gündemi görünmez kılmayı amaçlar.
Umarım Salı günü Kıbrıs tarihinin en kalabalık mitingi gerçekleşir. Çünkü bu yalnızca bir okul politikası meselesi değil; Avrupa Birliği vatandaşı bireylerden oluşan bir toplumun özgürlük, eşitlik ve laiklik ilkesine ne kadar sahip çıktığının da bir sınavıdır.
Bu tartışmada asıl mesele, bireysel ifadenin sınırlarıyla kamusal kurumların ortak değerleri arasındaki dengeyi kurabilmektir. Gerçek özgürlük, bireyin kendi kimliğini baskıdan uzak şekilde oluşturabildiği bir alan sunmaktır. Kamusal kurumların görevi, bu alanı mümkün kılmaktır—ne bir kimliği empoze etmek, ne de sessiz kalıp bu empozeyi teşvik etmek. Baştan şekillendirilen kimlikler değil, kendi yolunu bulabilen bireyler, özgür bir toplumun temelidir.