Afrodit’in doğduğu topraklardayız. Köpükten doğan aşk tanrıçasının adası, bugün betonarme villalar, kumarhaneler ve diploma ticareti yapan binalarla dolu. Adonis’in kanıyla sulanan tarlalar, ganimet sofralarının altında eziliyor.
Olimpos’un tanrıları çağrılsa şaşırmazlar, çünkü burada tanrılar yok, küçük krallar var. İşgal edilmiş evlerin üzerinde yükselen iktidar, halkın trajedisini sadece izlemekle yetiniyor. Sirenler denizden değil, ekranlardan şarkı söylüyor.
Ve garson soruyor; “Ne vereyim abime?”
Menü kısa; kriz, torpil, istismar. Tatlı niyetine bir parça ganimet. Afiyet olsun!
Ve elbette, bütün bunlar olurken biz hala klasik soruyu soruyoruz… Her kriz bir lezzet, her yolsuzluk bir garnitür, her torpil bir tatlı… Menü kabarık, iştah sıfır. Ama merak etmeyin, servis hızlı… Çünkü garsonlar yetişmek zorunda, aksi halde kazananlar beklemez…
Ama unutmayalım ki, bu adada hala bir tarih var, hala mitoloji var, hala çığlık atacak bir halk var. Afrodit’in adası bir zamanlar aşkın, güzelliğin ve cesaretin adasıydı. Bugün ganimetin ve sessiz çığlıkların adası gibi görünse de, unutmayın,
bu masanın ardında hala bulaşıkları yıkayan birileri var. Ve bazen, bulaşıkları yıkayanlar öyle bir çığlık atar ki, ganimet sofrasındaki kralların güldüğü her kahkaha, bir gün boğuk bir sessizliğe dönüşür….