Home Kıbrıs iktibas Neşe Yaşın Kuşatılmış İnsanlık – Neşe Yaşın

Kuşatılmış İnsanlık – Neşe Yaşın

0
Reklamlar

Hafıza ağırlığı bir psikolojik sorunun adı olabilir mi? Hatıraları taşıyamaz hale gelmenin verdiği ağırlıktan söz ediyorum. Hatırlamak için unutmamız gerekiyor paradoksal olarak. Onca yaşanmışlıkla başka türlü baş edilemiyor. Bellek silmiyor ama silikleştiriyor pek çok kaydı. Bu silik kayıtlar sırası gelince belirginleşiyor. Çoğu zaman da bozulmuş, başka kayıtlarla iç içe geçmiş biçimde. Yaşanırken çok ağır gelen, sersemleten, insanı aşağılara doğru çeken anlar mesela. Bellekte bunların güçlü bir koleksiyonunun taşındığını düşünelim. Bu anıları tetikleyecek, onları hatıraya getirecek pek çok göstergeyle dolu hayat. Gördüğün pek çok şey, işittiğin bir kelime acı hatıraları geri çağırabiliyor. Bazı insanlar yalnız kalmaktan çok korkar ve birileri ile birlikteyken de çok konuşurlar ya, belki de hatıraları kovalamaktır ayırdında bile olmadıkları eğilimleri. Yalnızlık bir hatıra yolculuğudur çünkü. Yatağa bağlı hastalar bir süre sonra geçmişten dem vurmaya başlarlar. Hayat hikayeleri ile hesaplaşma içine girerler. Hatıra denizinin derinlerinde bocalayıp dururlar.

Sadece kendi anılarımızın değil başkalarının bizimle paylaştığı anılarının, okuduğumuz romanlar, izlediğimiz filmlerin de kaydı var belleğimizde. Ben bunları hemen silikleştirmeye meyilliyim nedense. Bazı insanlar yıllar önce gördükleri bazı filmleri bütün detayları ile hatırlarlar. Ben bir gün önce gördüğümü bile hatırlamakta zorlanırım çoğu zaman. Filmin duygusu ve çarpıcı birkaç sahnesi kalmıştır sadece zihnimde. Belki de tam bir konsantrasyon sağlamadığım için oluyordur bu. Bir filmi izlerken çağrışımlar pek çok farklı hafıza kutumu açıyor ve beni dalgınlaştırıyor sanırım. Ya da kayıtların yoğunluğu izin vermiyor buna. Birisi hatırlatınca yeniden canlanıyor elbette. Romanlarda da hikâye örgüsünden çok insan olma serüvenine dair çarpıcı detayları, en çok da dilin ritmini, derinden gelen o fısıltıyı ve bazı sırlarımızın açığa çıkarılışını önemserim. Romanın kendisi büyük bir metafordur kimi zaman. Bir paragrafa sığdırabileceğim bir özgünlük ve derinliği vardır.

Hafıza konusu çok düşündürüyor beni. Eski yazılarımdan da fark etmişsinizdir. Bireysel olarak sahip olduğumuz en temel şey hafıza çünkü. Birer anı toplayıcısıyız bu dünyada. Her yaşanan bir saniye sonra bir anı. Gelecek sadece bu an bir gelecek, yelkovan biraz kıpırdayınca anı katına terfi ediyor. Yapay Zekâ da bunun üzerine kurulu. Tüm insanlık belleğini sahiplenip onun üzerinden işlem yapıyor.

En korkuncu kuşaktan kuşağa aktarılan bellek. Üstelik aktarılan gerçek de değil. Bir kurgu, seçicilikle inşa edilmiş birer anlatı çoğu zaman. Ötekilerin acıları ya da gerçekliğiyle hiç ilgilenmeyen sadece kendi mağduriyetini abartılı hatta gerçek dışı ögelerle sabitleyen birer anlatıya sahip pek çok etnik ya da toplumsal grup. Korkunç hikayeler, korkunç mağduriyetlerle dolu elbette tarih ama tarih yazıcılığı da epey sorunlu bir alan.

Hatıralarımız kuruyor kimliklerimizi. Kimliklerimiz derken çoklu kimlikler sözünü ettiğim etnik, sınıfsal, dinsel, cinsel, politik, bölgesel, kıtasal, ailesel vb. kimlikler… Bu saydıklarım arasında sadece politik kimliğimiz kendi seçebileceğimiz kimlik gibi dursa da öyle olmuyor. Çoğu insanın politik kimliğinin şekillenmesinde de diğer kimliklerin oluşturduğu toplumsal çevre rol oynuyor. Kendimiz dediğimiz şey özgür bir irade ile şekillenmiyor yani. Köylüyüzdür mesela, inceliklere yer yoktur geçmiş hikayemizde. Sonradan eğitim ve para ile elde edebiliriz bunları ama çocukluk hatıralarımız bu geçmişe aittir. Bir yerden çıkar ve sırıtır geçmişin izleri. Olumsuz bir şey olarak söylemiyorum bunu.

Hafıza ağırlığı zaman zaman gelen bir ağlama isteği, bir ezikliktir kimi zaman. Güzel bir manzaraya bakarken geçmişin hayaletlerinin bir duvar oluşturabilmesidir önümüzde.

Hasbelkader içine doğduğumuz ülkeler, sınıflar, aileler fiziksel görünümümüz, ruhsal formasyonumuz, zihinsel haritalarımız bizi şekillendiren. İnsan kendini yeni baştan yaratabiliyor kimi zaman. Bütün bu kadere ve rastlantılara dair ayrıntıların bilincinde olarak yapabiliyor bunu. Yepyeni bir insan yapabiliyor kendinden. Sonra birileri çıkıp eskiyi hatırlatıyor, o lanet geçmişe dair bir anlatı sunabiliyor. En büyük başarı koşullarını aşabilmesidir oysa insanın. Bozkırda yeşeren çiçek olabilmektir.

Bireysel hafızlar bir yana insanlık hafızası da ağırlaştıkça ağırlaşıyor. Kütüphanelerde kitap sayıları artıyor, geçmişin ilkel tasnif yöntemleri yerini bir düğmeye basılıp yapılacak işlemlere bırakıyor. Dünya her geçen gün bir başka yer. Buna yetişmeye çalışan ruhlarımız yorgun. Günümüzün kuşatılmış insanı üzerine yeniden ve yeniden düşünebilmeli. Sanat ve edebiyat her zamankinden daha elzem.

No comments

Yorumunuzu ekleyinCevabı iptal et

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Exit mobile version