Yurttaşı en çok ilgilendiren ekonomik verilerden enflasyon, işsizlik ve bireysel kredilerde durum endişe verici. Resmi enflasyonda yavaşlamaya rağmen alım gücü eriyor, hedefler imkânsız görünüyor. İşsizlik artarken kredi kartı borçları patlıyor, yurttaşın yükü her geçen gün ağırlaşıyor.

Bir süredir ABD’nin “Büyük Türkiye” olma yoluna girdiğini söylüyoruz. Bunun en son örneği, Başkan Trump’ın Emek İstatistikleri Bürosu Sorumlusu Erika McEntarfer’i görevden almasıyla yaşandı. Olay işgücü piyasasındaki zayıflamayı işaret eden istatistiklerin yayımlanmasından saatler sonra gerçekleşti. Trump’ın gerekçesi, rakamların çarpıtılarak kendisinin ve Cumhuriyetçi partinin kasten kötü gösterilmeye çalışılmasıydı. Elbette buna ilişkin elinde hiçbir kanıt yok. Sadece çıkan sonuçların beğenilmemesinin yarattığı bir hezeyanla karşı karşıyayız.
ABD’de işsizlik oranı yüzde 4,2 gibi düşük bir düzeyde seyretmesine karşın, Trump’ın uyguladığı politikalar ekonomiyi durgunluğa sürüklüyor, işgücü piyasaları da haliyle bu durumdan nasibini alıyor. En başta, kamuda istihdamı daraltmaya yönelik adımlar tabloyu doğrudan olumsuz etkiliyor. Ayrıca yüksek gümrük vergilerinin yatırımları caydırması, artan girdi maliyetleri nedeniyle ihracatçıların rekabet gücünü zayıflatarak üretimi baltalaması da yeni açılan işleri aşağı çekiyor. Öte yandan, eğer rasyonel bir kişi olsa, işgücü piyasasından gelen olumsuz sinyallerin FED’in faizleri indirmesi için uygun bir ortam yaratarak Trump’ın işine gelmesi, onu böyle fevri davranışlardan alıkoyması beklenirdi.
Söz konusu kuruluş, işgücü ve enflasyona ilişkin istatistiklerden sorumlu. Ekonomik Analizler Bürosu ise büyümeye ilişkin verileri yayımlıyor. ABD dünyanın en büyük ekonomisi ve açıklanan istatistikler haliyle trilyonlarca dolarlık finansal varlık yatırımlarını doğrudan ilgilendiriyor. Bu kamu kurumlarının başına Trump yandaşlarının getirilmesinin, ülkeye olan güveni iyice sarsması, ABD’nin küresel hegemonyasını daha da zayıflatması tehlikesi de var.
Aslında bu yaşanan, Trump, Erdoğan, Orban benzeri otoriter liderlerin uzmanlığa ve kurumsal özerkliğe saygı duymamalarının; hoşlarına gitmeyen en küçük bir durumda, sorumlu kurumların itibarını yerle bir etmekten çekinmemelerinin en son örneği sayılmalı.
Türkiye gibi hiçbir kuruma ve kuruluşa saygının kalmadığı; en son birçok diplomanın da sahte olduğunun, bazı şaşaalı akademik unvanların çeşitli dolaplarla elde edildiğinin anlaşıldığı bir iklimde, ekonomi istatistiklerini analiz etmenin inandırıcılığının iyice zayıfladığının farkındayız. Yine de izninizle, işimizin gereğini yerine getirerek sade yurttaşı en çok ilgilendiren enflasyon, işsizlik ve bireysel kredi istatistikleri üzerinde duracağız.
ENFLASYON DÜŞSE DE YURTTAŞ MAĞDUR
TÜİK tarafından Temmuz ayı tüketici fiyatlarının yüzde 2,06 arttığı açıklandı. Bu piyasa beklentilerinin altında, TCMB hedeflerinin üzerinde bir oran. İstanbul Ticaret Odası’nın (İTO) yüzde 2,62’lik verisiyle de belirgin bir ayrışma sergiliyor. Böylelikle yıllık enflasyon yüzde 33,52’ye gerilemiş bulunuyor. Halbuki İTO istatistikleri yüzde 42,48 gibi 8,96 puan yüksekte bir tüketici enflasyonuna işaret ediyor.
İlk 7 ayın değişim oranı yüzde 19,08. TCMB’nin yıl sonu yüzde 24 tahmininin tutması için, yılın geri kalanında aylık yüzde 1’in altında bir enflasyon gerekiyor ki, bu hemen hemen imkansız. Üst sınır yüzde 29 hedefinin dahi yakalanması zor görünüyor. Çünkü geçmiş veriler, okulların açıldığı Eylül-Ekim döneminde yüksek enflasyonlar yaşandığını gösteriyor. Özellikle eğitim, ulaştırma, kırtasiye gibi kalemlerde artışın yanında, kira sözleşmelerinde yenilemeler bir sıçrama tehlikesini akla getiriyor.
Enflasyon verilerinin alt kırılımlarına göz attığımızda; mallarda yüzde 26,96, buna karşın hizmetlerde yüzde 48,54’lük yıllık enflasyon göze çarpıyor. Arada hâlâ 21,58 puan gibi ciddi bir fark var. Şimşek’in dezenflasyon programının temel bir ayağı TL’nin değer kaybının enflasyonun altında tutulması. Bu bir yere kadar, ticarete tabi mal fiyatlarını terbiye ediyor. Ancak başta kira gelmek üzere aynı mekanizma hizmetler için devreye giremiyor. TCMB’nin ifadesiyle, “zamana bağlı fiyat belirleme eğilimi yüksek olan” haberleşme, kira, sağlık hizmetlerini temmuz enflasyonunu yukarı çektiği belirtiliyor. Bu kesimin fiyatları denetlenmediği için okullar açılınca eğitim, turizm mevsiminde lokanta ve oteller her ay başka bazı kalemler devreye giriyor.
Ücretleri düşük, faizleri yüksek tutarak, ekonominin durgunluğa girmesi pahasına enflasyonun bir parça hız kestiği gözleniyor. Böylelikle yılın yüzde 30 civarında bir fiyat artışıyla kapatılması olasılığı bulunuyor. Ücretli kesimler yine de üç nedenle bu süreçten olumsuz etkileniyor. Birincisi, ücretler ancak geçmiş enflasyona göre gecikmeli artırılıyor. İkincisi, enflasyon düşerken yurttaşın muhatap olduğu ortalama enflasyon dönem sonunun üzerinde seyrediyor. En son veriler on iki ayın ortalama enflasyonunun yüzde 41,13 ile yüzde 33,52 manşet enflasyonun hâlâ üzerinde olduğunu gösteriyor. Üçüncüsü, büyümeden ücretlilere refah payı verilmiyor. Milli gelir verilerinden de izlenebileceği gibi pasta büyürken sizin diliminiz aynı kalıyor.
İŞSİZLİKTE ENDİŞE VERİCİ SIÇRAMA
Gelelim işgücü verilerine. Haziran ayında işsizlik oranı 0,2 artarak yüzde 8,6 düzeyinde gerçekleşti. Tarım, inşaat, turizm sektörlerinin mevsimsel nedenlerle canlı olmasının beklendiği bir dönemde bu sıçrama özellikle endişe verici. Bekleneceği üzere, ortalama fiili çalışma süresi de 1,1 saat azalarak 41,5 saate düştü. İşsizler yanında, iş aramadığı halde çalışma isteği belirtenleri, tam zamanlı çalışmak istediği halde eksik çalışanları da içeren atıl işgücü oranı ise yüzde 32,9’a ulaştı. Bu, söz konusu istatistiğin yayımlanmaya başladığı Ocak 2014’ten beri en yüksek düzeye denk geliyor ve ciddi bir tehlikeye dikkat çekiyor.
Bilindiği gibi TCMB sitesinde, Merkezin Güncesi başlığı altında zaman zaman kayda değer araştırmalara yer veriliyor. 1 Ağustos 2025 tarihli makalede, 2025 yılı Mayıs ayı baz alınarak sektörel kaymalar ve çalışan geçişleri analiz ediliyor. 2024 Mayıs-2025 Mayıs arasında toplam istihdam yüzde 1,2 artarken sanayi sektörü istihdamının ilgili dönemde 157 bin kişi azalmasına karşın, inşaat sektöründe 83 bin, hizmetler sektöründe ise 258 bin artış kaydedildiği belirtiliyor.
Araştırma, dönem boyunca işten ayrılan 835 bin kişiden 563 bininin, yani yüzde 67’sinin bir yıl içinde yeniden işe girdiğini göstermiş. Geri kalanların bir kısmının emekli olduğu veya kendi işinde çalışmaya başladığı da düşünülerek yüzde 33’lük kesimin tamamının işsiz kaldığının söylenemeyeceği hatırlatılıyor.
İmalat sanayiinde çalışırken işinden ayrılan 172 bin kişiden 117 bini de bir yıl içinde işe girmiş. Bu kişilerden 47 bini kendi sektöründe çalışmaya devam ederken sektör değiştiren 70 bin kişiden 34 bini hizmetler sektörüne, 23 bini imalat sanayinin alt sektörlerine, 10 bini ise inşaat sektörüne geçmiş.
Yazara göre, ülkenin gelişmişlik düzeyi arttıkça, sanayi sektörünün istihdamdaki payı azalıyor, hizmetler sektörünün artıyor. Türkiye’deki buna benzer eğilimi de normal karşılamalıyız. Buraya kadar kabul. Ancak yazarın göz önüne almadığı bir nokta var: Hizmetler sektöründe yarı zamanlı, geçici ve asgari ücretli istihdam daha yaygın. Böyle olunca, hizmetler veya inşaat sektörlerine geçen mavi yakalıların ücretlerinin ve yaşam standartlarının düştüğünü tahmin etmek zor değil. Zaten milli gelir istatistiklerinde ücretlerin payının düşüşü de bu öngörümüzü doğruluyor. (Zeynep Yılmaz, İstihdamda Sektörel Kaymalar ve Çalışan Geçişleri 01.08.2025).
KREDİ KARTLARI SİNYAL VERİYOR
Bilindiği üzere insanlar gelirleri harcamalarına yetmedikçe tüketici kredilerine ve kredi kartlarına sarılıyorlar. Daha doğrusu, kredi kartlarının ödeme fonksiyonundan ziyade borçlanma olanağından yararlanıyorlar. Son verilere göre, ihtiyaç kredilerinin yanı sıra konut ve taşıt kredilerini de içeren tüketici kredileri 2,438 milyar TL’ye, bireysel kredi kartları bakiyesi de 2,385 milyar TL’ye ulaşmış durumda. Gözlenen eğilim devam ederse yakında kredi kartlarının tüketici kredilerini geçmesi beklenir. Çünkü ilk defa 2023’te kredi kartları ihtiyaç kredilerini geride bıraktı. Enflasyonun oldukça üzerinde, en son 1 Ağustos 2025 verisiyle yüzde 55,2’lik bir tempoyla da artmaya devam ediyor.
Kredi kartlarının daha 2023’te yüzde 1,3 civarında seyreden takibe giren alacak oranları yüzde 4’ü bulmuş durumda. Ancak ne toplam bakiyenin ne de takibe giren alacak oranlarının ürkütücü tabloyu tam yansıtmadığını düşünüyorum. Açayım; 2023 seçimlerine giderken çok cazip borçlanma olanakları, tuzu kuru kesimlerin de kartlarının borçlanma fonksiyonuna yüklenmelerine yol açtı. Faizler artırıldıkça bu kesimler borçlarını tasfiyeye yöneldiler. Meydan büyük ölçüde düşük limitli, iki yakasını bir araya getirmek için kredi kartına başvuran dar gelirlilere kaldı. O nedenle kredi kartlarının bankalar açısından yarattığı 99 milyar TL’lik risk henüz korkutucu düzeyde değil. Ancak arkasında giderek derinleşen bir sosyal sorun barındırıyor.
Buraya kadar yaptığımız yorumlar doğruysa, borcunu ödeyemeyen yurttaş sayısının takibe düşen alacak oranının ötesinde çok belirgin biçimde sıçraması beklenir. Nitekim borcunu ödememiş gerçek kişi sayısı 2024’te 1 milyon 375 bine ulaşmıştı. 2025’in Ocak-Mayıs döneminde de yüzde 42,2 artışla bunlara 755 bin kişi daha eklendi. Yıl sonunda bu rakamın 1,5 milyon kişiye, tüketici kredisini ödeyemeyenlerle birlikte 2,5 milyon kişiye yükselmesi işten bile değil. Zor duruma düşen borçlulara biraz olsun nefes aldırmak için BDDK tarafından tavsiye edilen yapılandırma kararnamesine çoğu bankanın uymadığı, yurttaşları sıkboğaz etmeye devam ettiği bildiriliyor. Geliri düşen\işini kaybeden kişiler, bir de buradan darbe yiyor.