Home iktibas İlhan Uzgel ABD’nin Ukrayna açmazı – İlhan Uzgel

ABD’nin Ukrayna açmazı – İlhan Uzgel

0
Reklamlar

ABD’nin Rusya politikasındaki değişim, Pekin’in Moskova üzerindeki etkisinin artmasıyla yeni bir siyasete geçiş ihtiyacından kaynaklanıyor. ABD yeni oluşmakta olan uluslararası düzene tam uyum sağlayamadı. Çünkü bu düzeni tek başına kurup dayatma kapasitesine artık sahip değil

Trump, Beyaz Saray’da yapılan zirvede Zelenski’nin yanı sıra NATO Genel Sekreteri Mark Rutte ile Avrupalı liderleri karşısına dizdi. (Fotoğraf: AA)

Alaska’daki Trump-Putin zirvesiyle ilgili olarak, karşılama sırasındaki jestler, arada verilen mesajlar, liderlerin beden dilleri fazlasıyla öne çıkarıldı. ABD dış politikasına dair tartışmaların ABD Başkanı Donald Trump’ın anlık, günlük açıklamaları ve eylemleri üzerinden okunması alışkanlığı giderek yaygınlaşıyor.

Trump’ın birçok konuda çelişkili ve gelişigüzel davrandığı çok net. Ama bunlar daha çok onun siyaset yapma tarzının bir sonucu. Arka planda ise o tarzın içeriğini dolduran siyasal tercihler var ve yönteme dair tartışmalar içeriği gölgelemeye başladı. Bu yazıda ilk olarak Alaska’daki Trump-Putin zirvesi üzerinden ABD’nin Rusya politikasındaki değişimin Trump’ın kişisel tercihlerinden değil, yeni bir siyasete geçiş ihtiyacından kaynaklandığını tartışacağım.

İkinci olarak, küresel dengelerdeki değişimin ve Ukrayna’daki savaşın gidişatının ABD’yi daha çok zorladığını ve onu Rusya’ya ödün vermek ile Çin’in yanına itmek arasında bir ikileme sıkıştırdığını ele alacağım.

BATI İÇİN RUSYA’NIN ANLAMI

Rusya’nın coğrafi, tarihi, toplumsal, kültürel olarak Batılı mı Doğulu mu olduğu tartışmalı bir konudur. Ama 1990’lardan itibaren stratejik olarak ABD ve Avrupa Rusya’yı Batı sisteminin bir parçası olarak gördü ve kendisine yakın tutmak için 1992’den beri çaba harcadı.

Bill Clinton döneminde Rusya Öncelikli politika (Russia First policy), 1994-2000 arasında Çeçenistan’da yaşananlara herhangi bir tepki gösterilmemesi, Rusya’nın G-7’ye dâhil edilerek G-8’in oluşturulması, Kafkasya ve Orta Asya’da Rusya’ya nüfuz alanı tanınması bu politikanın sonuçlarıydı. Rusya’nın 2008’de Gürcistan’da Güney Osetya ve Abhazya işgallerine bile ABD ciddi bir tepki göstermedi. Hatta Obama-H. Clinton ikilisi 2011’de “sıfırlama” (reset) politikasıyla ilişkileri yenilemeye çalıştı. Ancak, 2014’te Rusya Kırım’ı ele geçirince G-8’deki üyeliği askıya alındı ve sınırlı yaptırımlar dışında yine etkili bir karşılık verilmedi. Rusya ise bu dönemde Doğu Avrupa ülkelerinin NATO üyeliklerinden rahatsız oldu.

TERSİNDEN KISSINGER

Ukrayna Savaşı başlayınca Batı sistemi içinde iki yaklaşım öne çıktı. Joe Biden yönetiminin ve Avrupalı müttefiklerinin paylaştığı ve Rusya’yı tehdit olarak gören yaklaşım ile Rusya’yı dışlamanın stratejik maliyetinin daha büyük olacağını savunan pozisyon.

Biden yönetimi, AB üyeleri ve İngiltere bu ilk pozisyonun savunucularıydı ve Trump’a kadar bu politikayı uyguladılar.

Amaçları;

Rusya’yı Ukrayna sahasında askeri olarak yormak, ekonomisini zayıflatmak ve uluslararası alanda imajını yıpratmaktı. Diğer bir deyişle, Ukrayna topraklarında bir vekâlet savaşı yürütmekti. Rusya şaşırtıcı biçimde bu üç hedefle de baş edebildi ve savaşı sürdürebilme kapasitesinin olduğunu gösterdi. İngiltere hariç AB ülkeleri bu yüzden artık ağır bir stratejik ve mali yük getiren bu savaşın bitmesini istiyorlar. Toprak konusunu ise Ukrayna’nın karar vereceği bir sorun olarak görüyorlar.

Bu yaklaşımı savunanlar ayrıca Rusya’nın yatıştırma politikasıyla dizginlenemeyeceğini söylüyorlardı. Buna göre Rusya’ya Gürcistan’da ve Kırım’ın ilhakında göz yumulmuş ama Rusya bu kazanımlarıyla yetinmek yerine bu kez Ukrayna’yı işgal etmişti. ABD’de Trump’a kadar bu görüş hâkim oldu.

Diğer yaklaşım ise ABD içinde bulunan ve stratejik olarak Rusya’yı gerekirse bazı ödünler vererek Batı’ya yakın tutmayı, özellikle Çin’e kaptırmamayı önceleyen bir anlayışa dayanıyordu. Bu yaklaşım yukarıda değindiğim Rusya politikasının devamıydı.

Soğuk Savaş döneminde Çin’i Sovyetlerden ayrıştıran politikanın mimarı olan Henry Kissinger, Rusya’nın dışlanmasına, izole edilmesine hep karşı çıktı. Hatta bu yüzden günümüzde bu kez Rusya’nın Çin’in yanından çekilmesi politikasına “tersinden Kissinger” da deniyor.

Dolayısıyla, Trump’ın göreve başladıktan sonra Ukrayna Savaşı’nda eksen değiştirmesi, Zelenski’yi ve onun üzerinden Biden yönetimini suçlaması, onun öngörülmezliğinin bir sonucu değil, Çin’in Rusya üzerindeki etkisinin artmasının stratejik olarak daha maliyetli görünmesindendi.

Batı Rusya’yı sıkıştırdıkça;

1- Putin stratejik olarak Çin ile yakınlaşıyordu.

2- Petrol ve doğal gazı Batı’ya satamadığı için Çin’e (ve Hindistan’a) piyasa fiyatlarından ortalama yüzde 40 daha ucuza satıyordu. Böylece Rusya savaş ekonomisini finanse etmeye devam ederken, Çin küresel rekabette çok önemli olan ucuz enerjiye ulaşabiliyordu.

3- Çin ile Rusya arasında enerji dışında da ticaret ve diğer ekonomik ilişkiler yoğunlaşmaya, Batı Rusya pazarını Çin’e kaybetmeye başladı. Yaptırımlar nedeniyle Visa ve Mastercard kullanılamadığı için Çin’in UnionPay’i Rusya’da yaygınlaştı, iki ülke ticaretlerinde Yuan-Ruble kullanımına geçtiler ve toplam dış ticaretin yüzde 27’si yerel parayla yapılmaya başlandı, ithal araba satışlarında Çin’in payı 2021’de yüzde 9’dan, 2024’te yüzde 60’a fırladı. Karşılıklı yatırımlar ve özellikle Çin enerji şirketlerinin Rusya’daki yatırımları arttı, ABD Çin şirketlerine karşı yaptırım sopasını kullanarak bu yatırımları engellemeye çalıştı.

4- Arktik bölgesinin hem enerji rezervleri hem de ulaşım hatları açısından önemi artıyordu ve burada Rusya’nın işbirliği daha fazla önem kazandı.

Giderek artan bu angajmanın bir noktada durdurulması, en azından yavaşlatılması gerekiyordu. Bunu yapmak Trump’a düştü.

TRUMP İLE DEĞİŞEN NE?

Trump göreve gelir gelmez çok ani bir politika değişikliğine gitti. Diplomatik incelikleri umursamayıp, kaba saba biçimde ve kamuoyu önünde Zelenski’yi Beyaz Saray’da aşağılayıp, Ukrayna’ya yardımı kesmekle tehdit ederek ve üstüne yaptıkları askeri yardım ve satışları geri isteyerek ödün vermeye zorladı. Ukrayna liderliğini şoke ederek ve paniğe sevk ederek Rusya adına ödün koparıp, kısa yoldan savaşı bitirmeyi hedefledi. Buna göre Zelenski, Rusya kontrolündeki bölgeleri (müzakereye tabi ama Ukrayna’nın yüzde 20’si) bırakmayı kabul edip, küresel jeopolitikte ABD’nin elini rahatlatacaktı.

Zelenski o dönemde, Mart 2025’te Gönüllüler Koalisyonu’nu kuran İngiltere-Fransa merkezli Avrupa’nın desteğine yaslanarak bu projeye direndi.

Bu noktada Trump yönetimi zorlanmaya başladı. Trump elini çok açık oynadığı için Putin pozisyonundan bir milim oynamıyordu, Zelenski ise ödün vermiyordu.

Trump bu sefer tekrar Putin’e döndü ve eleştirileri ona yöneltmeye başladı. Bu arada Rusya’ya yönelik yaptırımları kaldırmadığını da hatırlatmalıyım.

Batı sistemi şu anda ara yol bulmaya çalışıyor. Son Alaska zirvesinde ABD, Ukrayna’nın NATO üyesi olmaması ama karşılığında ABD ve diğer müttefikleri tarafından güvenliğinin garanti edilmesi, Rusya’nın çoğunu ele geçirdiği Donetsk ve diğer bazı bölgelerin Rusya’ya bırakmasını önermiş görünüyor.

Bütün müzakere süreci bu toprak konusunda yoğunlaşacak.

ALASKA ZİRVESİNİN ANLAMI

Bu arka planı göz önüne alarak Alaska’daki zirveyi değerlendirmek gerekirse

Trump yönetimi;

1- Rusya’yı Batı sistemine geri kabul etmek ve bunu görsel olarak bütün dünyaya ilan etmek,

2- Savaşa bir çözüm bularak Rusya’yı Batı’ya daha sıkı bağlamak,

3- Bu arada Trump’ın liderliğini öne çıkarmak (bir Nobel neden olmasın?) ve sorun çözücü olarak ABD’nin üstünlüğünü göstermek istedi.

Aslında, diplomasi ve çatışma çözümü tekniği açısından bakarsak zirvede neredeyse her şey yanlıştı. Daha en başından Trump, Putin’e karşı elini fazla açmış, savaşı her ne pahasına olursa olsun bitirmek istediğini defalarca dile getirmişti. Trump’ın son anda yaptığı, “Anlaşma olmazsa sonuçları kötü olacak” açıklamalarının bir anlamı kalmamıştı.

Yine, diplomasi tekniği açısından ABD ve Rusya liderlerinin bir zirve toplantısında bir araya gelip, ateşkes gibi bir konuyu konuşmaları çok tuhaftır. Tersine, görüşme sürecinde bile silahlar susmadı. Putin Alaska yolundayken Rusya bir İskender füzesiyle 85 drone saldırısı gerçekleştirirken, Ukrayna da uzun menzilli drone’larıyla Rusya içlerinde rafineri vurmakla meşguldü.

Normalde, diplomasiye alan açıldığında en azından geçici ateşkes ilan edilmiş olması beklenir. Putin ile beş kez görüşmüş olan Steve Witkoff’un da, baş başa görüşen Trump’ın da henüz bir ateşkesi bile sağlayamamış olması, ABD’nin bu süreçte elinin ne kadar zayıf olduğunu gösteriyor.

Alaska’da diplomatik görüşme tekniği açısından en tuhaf ve saçma olanı da Trump ve Putin’in Zelenski olmadan görüşmeleriydi.

Geçmişte biri Soğuk Savaş, diğeri 1990’larda ABD diplomasisinin iki büyük başarısı vardı.

İlki Mısır ve İsrail’i 1978’de Camp David’de bir araya getirip, “toprak karşılığı barışa” ikna etmek ve 1995’te Dayton’da savaşan tarafları bir araya getirerek Bosna Savaşı’nı bitirmekti. Bu iki örnekte de ABD tek başına hareket etmiş, Avrupa (ve Rusya) dışarıda bırakılmış ama silahların sustuğu bir ortamda muhatapları bir araya getirerek sonuca ulaşmıştı.

Oysa Ukrayna krizinde Trump yönetimi henüz daha Putin’in, Zelenski ile görüşme ihtimalinden söz ederek bunu bir diplomatik başarı olarak sunmaya çalışıyor.

BATI’NIN İŞİ ZORLAŞIYOR

Çin’in yükselişi ABD ve Batı’nın işini çok zorlaştırdı. Putin, Rusya’nın nüfus avantajı ve askeri kapasitesini kullanarak Ukrayna’yı dize getirmeye çalışıyor. Üzerine gidilince, ABD’nin kâbus senaryosu olan ve Avrasya’da dengeleri değiştirecek olan Çin-Rus stratejik ittifakına doğru kayıyor.

Öyle ki, görüşme sürecinde Rusya üzerine daha fazla baskı kurmamak için yaptırımı Rusya’dan petrol ithal eden Hindistan’a uygulamaya başladı. Bunun sonucu ise bu kez Hindistan’ın, ilişkilerinin sorunlu olduğu Çin ile diplomatik temaslarını sıkılaştırması, ABD’ye bir mesaj olarak karşılıklı uçak seferlerini başlatması oldu. Uluslararası alanda yeni bir düzenin kurulmasının ya da kurulamamasının sancılarını yaşıyoruz. ABD bu yeni oluşmakta olan düzene tam olarak uyum sağlayabilmiş değil çünkü bu düzeni küresel ölçekte tek başına kurup dayatma kapasitesine artık sahip değil. ABD hâlâ dünyanın en güçlü ülkesi olsa da, bazı bölgelerde ağırlığını hissettirse ve siyaseti yönlendirebilse de küresel siyasette oyun kurucu olmakta daha fazla zorlanmaya başladı.

No comments

Yorumunuzu ekleyinCevabı iptal et

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Exit mobile version