Barış Akademisyenleri, Ocak 2016’da barış istediklerini dile getirdikleri için yıllarca büyük bir saldırıyla karşı karşıya kaldılar. Bu saldırının yarattığı zarar çok büyük.
OHAL hukuksuzluğundan olağan hukuksuzluğa geçildiğinde, başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere farklı mahkemeler Barış Akademisyenlerinin ifade özgürlüklerini kullandıklarını kabul ettiler.
Önceki gün açıklanan Danıştay 5. Daire kararı ise barış çağrısı içeren bir metinden suç üretilemeyeceğini saptıyor. Bu kararın neden bu kadar geciktirildiğini, bu kadar geciktirilmiş bir kararın ne yararı olabileceğini şimdilik bir yana bırakalım. Geriye dönelim, Barış Akademisyenleri tam olarak neye karşı çıktılar, Elif Demirkaya’nın mahkemeye sunmak üzere hazırladığı beyana kulak verip anımsayalım:
7 Haziran seçimlerini takip eden dönemde çözüm süreci sona erdirilmiş ve daha önce de nesiller boyu ısrarla devam ettirilen savaş politikalarına geri dönülmüştür.
Kürtlerin yaşadıkları yerler ağır silahlarla tahrip edilmiş, yüzlerce sivil yaşamını kaybetmiş, hayatta kalanların ise yas tutma imkanları ellerinden alınmıştır. Bu hak ihlalleri halen devam etmekte, sorumluları ise cezasızlıkla ödüllendirilmektedir.
Türkiye nüfusunun belli bir bölümü, marjinalize edilmekte, “millet”in varlığına tehdit unsuru olarak kurgulanmakta, insan dışılaştırılmakta, suçlu ilan edilmekte ve böylece de yaşamları harcanabilir kılınmaktadır. Hatta denebilir ki, yaşamları yaşamdan sayılmamaktadır.
Ulusal güvenliği sağlama gerekçesi ile bu nüfus üzerinde her türlü şiddetin uygulanması meşrulaştırılmaktadır. Hepimizin korumakla yükümlü olduğu insan, hayvan ve yeryüzünün yaşamsallığının her şeyden öncelikli olduğu unutulmaktadır.
Barış bildirisi hem bir çığlık, hem de Elif Demirkaya’nın tarif ettiği türde bir siyasi çözüm çağrısıydı:
Söz konusu bildiriyi işte bu koşullarda, uzun sürmüş bir tanıklığın ağırlığı altında imzaladım. İmzaladığım bildiri benim nazarımda, hangi yaşamların gözden çıkarılabilir olduğuna ve kimlerle duygudaşlık kurup kimlerle kuramayacağımıza karar veren, yalnızca kendi hakikatini tanıyan ve onu dayatan, hınçla ve intikam duygusuyla şekillenen bir yönetim anlayışına alternatif olarak barış ve şiddetsizlik zemini üzerinde inşa edilecek bir politik düzleme çağrıdır.
Tehdit ve sansür yoluyla, bir arada yaşayan insanları birbirine düşman etmek ve “Ya bizden yanasınız ya da teröristlerden” demek, şiddetsizlik üzerine konuşma ihtimalini ortadan kaldırdığı gibi, korkunun da bir yönetim biçimi haline gelmesine sebep olmaktadır. Kısacası, bildiriyi imzalama amacım, yaşamsallığın öncelikli olduğunu hatırlatmaktır.
Dili, dini, ırkı, cinsiyeti, etnik kimliği ve sınıfsal konumu ne olursa olsun her türlü yaşam değerlidir. Yalnızca yaşamayı değil aynı zamanda iyi yaşamayı talep etmeye de hakkımız vardır; her kim olursak olalım, hiçbirimiz “güvercin tedirginliği” içinde yaşamayalım diye.
Barış Akademisyenlerinin çağrısı, bir avuç akademisyenin düşünceleri veya bir “talimat” ürünü değildi. Barış, apaçık ki toplumsal bir gereksinimdi. Barış çağrısı, tam da Elif Demirkaya’nın söylediği gibi, kurgulanmış bir sürece değil, derinden yaralanmış bir toplumun barışa susamışlığına denk düşüyordu:
Bu ülkede barış talep edenler, ne bu bildiriyi imzalayan 1128 kişiden ne sonrasında bildiriyi imzalamaya devam eden yüzlerce akademisyenden ne de yeni barış bildirileri hazırlayan farklı meslek gruplarına mensup imzacılardan ibarettir.
Bildirilere erişim imkanı olmayan, erişim imkâanı bulsa bile yaratılan korku ve keder ikliminin etkisiyle imzalamak istemeyen ya da herhangi bir bildiriyi imzalamayı tercih etmeyen ancak farklı politik ifade yollarıyla barış istemeye devam eden sayılamayacak kadar çok insanla beraber yaşamaktayız. Bu istekler, birilerinin talimatıyla ortaya çıkmaz.
Savaşlar emirlerle ve talimatlarla işleyebilir ancak barış talep etmenin herhangi bir talimata ihtiyacı yoktur. Barış içinde yaşama arzusu, insanlar arasında hem tekil hem de çoğul olarak dalga dalga yayılır.
Haziran 2015’ten bugüne tam 10 yıl geçti. Barış arayışı sürüyor. Önemli adımlar atıldı ve atılıyor. Mahkeme kararları bir yana, gelişmeler Barış Akademisyenlerinin çağrısını haklı çıkarıyor.
Bitirirken bir diğer Barış Akademisyenine, geçtiğimiz hafta yitirdiğimiz değerli Bilim İnsanı Fulya Atacan’ın yargılandığı mahkemede söylediği sözlere kulak verelim:
İnsan kalabilmek için ses çıkarmak zorundaydım. Aslında temelde barış talep eden, hiçbir biçimde şiddeti övmeyen bu bildiri bana bu imkanı verdi. (…) İddianamede de açıklandığı gibi yasal bir devlet politikası haline gelen çözüm sürecinin devam etmesini, barışı talep ettim.
Evet, bizler hep barış istedik!