Toplumsal mücadeleler tarihinde yenilgiler pek dikkat çekmez. Dipnota indirgenen nice deneyim ya unutulur ya da sadece bir trajedi olarak romantik bir şekilde ele alınır. Oysa zaferlere oranla sayıları çok daha fazla olan ‘yenilgileri’ incelemek birçok açıdan daha dikkat çekicidir.
İlk akla ‘bugüne dair dersler’ gelecektir ama bundan fazlası var; her bir yenilgi bize zafer ile arasındaki özgün diyalektik ilişkiyi gösterir. İşte bu yüzden önümüzde sayısız yenilgi ile dolu bir kağıt yığını var. Her biri ötekinden farklı bu kağıtlardan bir tanesi bizi 1935’in Brezilya’sına götürüyor.
Faşizmin yükselişine antifaşist tepkiler doğal olarak hareketin köklendiği Avrupa ekseniyle tartışılsa da Brezilya erken dönem bir direnişe sahne olur. Latin Amerika ülkesinde yükselen faşizm tehdidine karşı komünistler, bu tarihte silahlı bir ayaklanma ile iktidarı ele geçirmeye çalışır. Çeşitli kentlerde günlerce süren çatışmaların ardından sonuç ‘yenilgi’ olacaktır.
Ancak meseleye biraz daha yakından bakarsak eğer sadece galibi ve mağlubu belirtmenin yeterli olmayacağını göreceğiz.
**
Farklı bir kıtada olmasına karşın 1930’larda esen rüzgarlar tüm dünyada olduğu gibi Brezilya’nın da kıyılarına ulaşır. İtalyan faşizminden etkilenen milliyetçi-militarist ‘integralistlerin’ yükselişine karşı komünistler de Avrupa’da olduğu gibi bir ‘birleşik cephe’ oluşturur. Luís Carlos Prestes liderliğindeki Brezilya Komünist Partisinin öncülüğünde Ulusal Kurtuluş İttifakı (ANL), komünistleri, sosyalistleri, işçi örgütlerini ve askerleri geniş bir şekilde kapsama amacıyla kurulur.
İntegralistlerin güçlendiği ve sık sık ANL ile karşı karşıya geldiği bu dönem, sosyoekonomik çelişkilerin daha görünür hale geldiği bir zaman dilimidir. 1920’lerin sonunda yaşanan ekonomik kriz Brezilya’da derin izler bırakırken ülke ekonomisinde önemli bir yer tutan kahve sektöründeki çöküş kentlerde işsizliği arttırır.
İleriki yıllarda ismini daha sık duyacağımız Getúlio Vargas da böylesi bir atmosferde sahneye çıkar. Ekonomik krizin tüm şiddetiyle hissedildiği 1930 yılında yapılan seçimleri kaybeden Vargas, birkaç ay sonra askeri desteğin de yardımıyla iktidara gelir. İlk dönemde reform ön plana çıksa da zamanla işler değişir. 1935’e geldiğimizde sendikaların susturulduğu, grevlerin yasaklandığı bir siyaset ortamında ANL ise kitleselleşerek doğrudan Vargas yönetimini hedefe koyar.
Fakat Brezilya’daki reform hareketinin askeri köklerine de değinmekte fayda var. Komintern’in 1935 yılında gizlice Brezilya’ya bir ajanda çerçevesinde dönmesine izin verdiği Prestes de asker kökenlidir. İsmini ‘tenentes’ yani ‘teğmenler’ kelimesinden alan ve bir grup genç subayca oluşan Tenentistler 1920’lerde ideolojik bütünlüğü güçlü olmayan askeri bir reform hareketi olarak ortaya çıkar. Hatta Vargas’ın liberal vaatlerle iktidara gelişinde de Tenentistlerin rolü vardır.
Ancak toplumsal taleplerle ile iç içe geçen bu hareketin siyasi sınırları çetrefillidir. Örneğin 1920’lerde hareketin önde gelen askerlerinden biri olan Prestes’in kurduğu birlikte de görüldüğü üzere zaman içerisinde bir kesim ‘sola’ doğru ivme kazanır. Vargas’ın Tenetistlere verdiği toprak reformu, oy hakkı gibi konularda isteksiz davranışı çatışmalara neden olur. Fakat her şeye rağmen başka gruplar Prestes ile aynı hattı benimsemezler.
Tüm birikmişliğin yarattığı gerginlik ile birlikte Prestes, 1935 yılında yasa dışı olarak ülkesine geri döner. Hemen akabinde yaptığı konuşmada “Tüm iktidar ANL’ye” diyerek Vargas’ın yönetimine karşı kitlesel ayaklanma çağrısı yapar. O tarihe kadar Sovyetler Birliği’nde sürgünde olan komünist liderin bu kararına Vargas’ın yanıtı ANL’yi yasaklamak olur. Bu da çatışmayı kaçınılmaz hale getirir.
Uzun süredir ordu içerisinde çeşitli bağlarla ilişkisini güçlendiren Prestes ve ANL’nin ‘ayaklanma’ planı kasım 1935’de hayata geçirilir. Önce Natal’da komünistler, askeri başkaldırının öncülüğünde başarıyla iktidarı ele geçirir ve ‘geçici bir hükümet’ kurar. Ardından Recife ve Brezilya’nın o dönemki başkenti Rio de Janeiro’daki kışlalar bu ayaklanmaya katılır. Hatta ayaklanan askerlerin bir bölümü ordunun uçaklarını dahi ele geçirir.
Yine de çatışmaların hattı belli askeri merkezlere sıkışır. São Paulo ve Minas Gerais gibi önemli yerlerde kalkışma başarısızlıkla sonuçlanır. Toplamda dört gün süren çatışmalarda isyancılar 120, yönetime sadık güçler ise 30’a yakın kayıp verir. Büyük ölçüde askeri sınırlar içerisinde kalan bu ayaklanma da böylece bastırılır.
1935 ayaklanması genelde Vargas’ın iktidarında yarattığı yansımalarla ele alınır. Zira Vargas, bu ayaklanmayı gücünü konsolide etmek için kullanır. Ancak asıl dikkat çekici olan, bir takım askeri örgütlenme ‘başarılarına’ karşın Brezilyalı işçi ve köylü kitlelerinin bu sürecin dışında kalmış olmasıdır. Bu hayati destek yokluğunda yaşanan kaçınılmaz yenilgi, özellikle asker-sivil ayrımının yer yer muğlaklaştığı Latin Amerika’daki toplumsal mücadeleler açısından önemli bir birikim kaynağıdır.
**
Kimileri bu olayı ‘romantik ve dolayısıyla önemsiz bir kalkışma’ olarak tanımlıyor. Ancak tarihin nabzı basit bazı indirgemelerle açıklanacak kadar tekdüze bir ritimde atmıyor. Aksi takdirde sosyal bilimlere pek ihtiyacımız olmazdı. Brezilya’nın 1935 deneyimini sınıfsal eksiklikleri nedeniyle değerlendirmek son derece önemli. Ancak aynı zamanda bu eylemin erken bir dönemde, sınırlı bir örgütlü işçi sınıfına sahip bir ülkede yaşandığını da unutmamak gerekiyor.
Öte yandan diğer bir kesim ise 1935’e baktığında düşüncelerini “Ya başarılı olsaydı?” sorusuna odaklıyor. Yenilenlere hep bu sorulmaz mı zaten? Ama kazananlara “Ya başarısız olsaydı?” dendiğini hiç duymayız. Ya Ekim Devrimi başarısız olsaydı? Ya Küba Devrimi başarısız olsaydı? Yiten ihtimal, var olan gerçekten her zaman daha çekicidir. O yüzden Ekim Devrimi’nin başarısızlık ihtimalini değil; 1919 Alman Devrimi’nin başarılı olma ihtimalini daha çok merak ederiz. Alternatif tarih anlatıları üzerine kafa yormak teselli vericidir ne de olsa.
Ancak tarih olasılıklarla yazılmıyor. Yenilgiler de zaferler de birden fazla sorunun diyalektiği ile bir anlam ifade ediyor.
Savaşlar, ayaklanmalar, devrimler, eylemler… hiçbirinin sonucu bir boks hakemi gibi iki koldan birini havaya kaldırarak belirlenemez. Bırakın büyük olayları, toplumsal yaşamın her alanı için bu geçerli. O sebeple ‘sonuçları’ konuşup iddialı çıkarımlar yapmadan önce her soruyu bir kez de tersten sormalıyız: “Ya diğerleri başarısız olsaydı?”, “Brezilya’da başarısız olduysa ne oldu?”, “Bir başarısızlık neler katmış olabilir?”
20. yüzyılın ikinci çeyreği, onlarca kısa ömürlü iktidar deneyimiyle dolu. Toplumsal mücadeleler tarihinde yenilgilerin tarihi ise ne kadar isterseniz o kadar eskiye gidiyor. Ve biz de sayısız yenilgi yaprağıyla doldurulmuş dev bir havuzun içerisindeyiz. Boğulmaktan kurtulmak için elimizde bu yapraklardan başka kullanacak bir şeyimiz yok. Ya onları basitleştirip yavaş yavaş çürüyeceğiz, ya da gücümüzü o yenilgilere borçlu olduğumuzu fark edip yeni yapraklar yaratacağız. Belki o yaprak da aynı havuza düşecek, ancak her ne olursa olsun birikimi, bir sonraki güne sonsuz işaret fişeği olacak.