Home iktibas Şükran Pakkan Yapay zeka ve kalmayan akıl sağlığımız – Şükran Pakkan

Yapay zeka ve kalmayan akıl sağlığımız – Şükran Pakkan

0
Reklamlar
Doğal zeka diskalifiye mi? Gerçekle kurduğumuz ilişki artık bilgiye değil, hisse dayanıyor. “İçime doğdu” cümlesiyle, “bence” diye başlayan anlatımlarla hayatı analiz ettiğimiz bir dönemdeyiz. Herkes her şeyi biliyor çünkü herkes her şeyin videosunu izledi

Yapay zeka ile üretilmiş bir spiker, “Merhaba, şimdi haberler” diyerek, gözümün içine bakarak selam verdi telefonumda gezinirken. Göz teması var, diksiyon düzgün, vurgular yerli yerinde. Üstelik saçlar da şahane. Gerçekten daha gerçek. İnanmamak için Einstein zekasına sahip olmam gerekmiyor, sadece acaba diyen bir şüphe refleksine ihtiyacım var. O da artık zirvede zaten. Neye inanmayıp, neyi normal bulmayacağıma bir türlü emin olamadığım çağdayım. “Kitap ücretleri açıklanmış, 83.000 TL” yazan veli arkadaşıma hemen inandım mesela. Sonra bir başkası “Bir sıfır fazla ayol. Öyle fiyat olur mu?” diye yanıt yazınca, ona da hemen inandım. Ben hala “Zeki Müren de bizi görebilecek mi” çağındayım. İlerlemek, gelişmek, dönüşmek istemiyorum. Geçmişe sarılmak istiyorum. Tüm bunlar bana fazla geliyor.

Dün “İran’da bomba görüntüsü” diye servis edilen bir video düştü önüme. Dumanlar, bağırışlar, ağlayan çocuklar… Sahte. Bir yapay zeka prodüksiyonu. Binlerce kez paylaşılmış. “Gerçek” olup olmadığı değil, “gerçekmiş gibi hissettirmesi” yetmiş olmalı.

Ve şöyle tuhaf bir noktadayız artık: Gerçeğin tam olarak kendisi bile “yetersiz prodüksiyon” gibi kalıyor. Yüksek çözünürlük daha çok inandırıyor beni de mesela. Yapay zeka tarafından üretilen şeye yalan da diyemeyiz. O da bir gerçektir. Çünkü biz onu görüyoruz, duyuyoruz, hissediyoruz, etkileniyoruz. Bir ses kaydının doğru tonda olması, bir yüz ifadesinin gerçek gibi görünmesi ya da bir hikayenin içimizi sızlatması; evet, bunların hepsi gerçektir. Ama bizim üretmediğimiz, bizim hatamızla oluşmamış, bizim çabamızla büyümemiş bir gerçekliktir. Yani bizden çıkmayan, bize dokunan ama bize ait olmayan bir gerçeklik.

Bazen her şeyin yalan olduğunu düşünüyorum. Bazen de hiçbir şeyin yalan olmadığını… İyi de bu hale gelmem, benim zayıflığım mı? Geçenlerde limon alıyorum, kilosu 45 lira. Yanımdaki teyze “Bu kesin Çin limonu” dedi. Elimi hızla geri çekivermişim. Birkaç saniye sonra “Çin’den yapay limon da mı geliyor” dedim. “Sarısına bak, nasıl parlıyor, çok gerçek gibi” dedi. Gerçek olmasın dedim, mümkün değil, alma onu dedi. Alsam bir türlü, almasam bir türlü. Arafta kaldım. Limon gibi limon ama almadım. Pişmanım. Limon üzerinden algım yönetildi… Taksideyim, benzine zam gelecek akşamında, radyodan dinliyoruz, şoför “Bak bu da psikolojik” dedi. Benzin de psikolojikmiş. Bu yüzden mi, her seferinde içim daralıyor dedim. Öyle dedi…

Nörobilim diyor ki, aslında bu bizim beynimizin suçu. Daha doğrusu, doğamızın. Zihin Kuramı diye bir şey var – yani başkalarının ne düşündüğünü tahmin etmeye çalışmak, onların niyetlerini anlamak, empati kurmak… İnsan olmanın en rafine becerisi bu. İnsan, sadece gördüğünü algılayan bir tür değil. Gördüğünün ne anlama geldiğini tahmin eden, duygusunu okuyan, niyetini sezen bir canlı. Zamların gerçek sebebi bizi üzmesi yani. Zam zam olduğu için bir anlam ifade etmiyor, ancaaaa hislerine dokunursa… Kafamızın içi 7/24 niyet okuma ajansı gibi çalışıyorsa vay halimize. Zaten yapay zeka gelmeden önce de sen sen değildin. Kandırılıyoruz. Hem de çok kolay. Çünkü biz gerçekliği, doğruluğundan değil, duygusal etkisinden ölçen bir beyinle yaşmak zorundayız. Ağlatıyorsa doğrudur. İçimizi titretiyorsa gerçektir.

Ve yapay zeka tam da burada devreye giriyor: Ses tonunu ayarlıyor, mimikleri doğru yere yerleştiriyor, göz temasını ayarlayıp kalp atışına denk getiriyor. Sonra bu kesin gerçek ayol moduna ışınlanıyorsun. Beynimiz dedektif gibi ipucu aramıyor, romantik komedi gibi bir bağ kurmak istiyor. Gülümsüyorsa samimidir. Ses tonu tanıdıksa ikna oluruz. Bir his yarattı içinde, izlettirdi ve inandırdı kendini sana işte. Geçmiş olsun.

Hiç kimseye “Buna da mı inandın?” demiyorum. Diyenleri de YouTube’da dereye düşen ördek videosu izleyip, “Aa ben en çok belgesel izlerim” diyenlerle eş tutuyorum. Çünkü inandık. Hepimiz oradaydık be. İnsan zihni gördüğünü değil, inandığını kabul eder. Ve inanç, nörolojik bir refleks. Biz niyeti okuruz. O yüzden yapay zekanın gözümüze soktuğu her simülasyonun etkisinde kalmamız çok normal. Çünkü orada da bir niyet var, biz niyetçiyiz. İnsani kaslarımız çalışıyor.

Geçen yıl MIT’de yapılan bir deney var. Öğrenciler, hiç bilmedikleri bir yazılım diliyle karşı karşıya bırakılıyor. Kimisi yapay zekadan yardım alıyor, kimisi farklı bir algoritmadan, kimisi de eski usul Google’layarak ilerliyor. Sonuç? ChatGBT’den destek alanlar hızlıca çözümü buluyor ama konuyla ilgili sorulan hiçbir soruya yanıt veremiyorlar. Kütüphane gibi kullandıkları arama motoruyla debelenenler ise çözümü geç buluyor ama her soruya yanıt verebiliyorlar. Yani yapay zeka hepimizi hızlandırıyor ama beyni bypass ediyor. Çünkü bilmeye, öğrenmeye çalışmak dediğimiz şey, biraz can yakmalı. Terletmeli. Zihinsel bir direnç oluşturmalı. Beyin dediğin öyle hemen teslim olmamalı. Ama sen her soruyu yapay zekaya sorarsan, önüne her düşeni cumburlop yutarsan olmuyor. Belki de bu çağın en büyük sessizliği, düşünmemeye karar verip susan beyinlerde saklı.

Eskiden ekranlarda uyarılar olurdu, “Dikkat: Şiddet içerir” mesela. Bugün ise içeriklerin altına “Yapay zeka ile üretilmiştir” notu düşülmesi isteniyor. Ancak eklesek bile bu uyarının etkisi, eskiye nazaran çok daha zayıf. Çünkü görüntü, gerçekmiş gibi hissettirdiğinde, onu hangi teknolojinin ürettiği bilgisi çok da mühim değil. O uyarı gören de görmeyen kadar etkilenecek zaten. Bu noktada daha önemli bir kırılma var: Gerçek mi, değil mi diye düşünmek için durmuyor oluşumuz. İçinde bulunduğumuz koşullar bizi ya tamamen tepkisizleştiriyor ya da paranoyaklaştırıyor. Peki bu, doğamızın değiştiği anlamına mı geliyor? Aslında yanıt hem evet hem hayır. Çünkü karar alma süreçlerimiz tarih boyunca olduğu gibi bugün de büyük ölçüde duygular üzerinden işliyor. Bilişsel psikolojide bu eğilim “Affective Reasoning” olarak adlandırılıyormuş. Yani karar mekanizmasının tetikleyicisi rasyonel analiz değil, duygusal tepki. Yapay zeka bilgi sistemleri de bunu gayet iyi biliyor. Görmekle inanmak arasındaki çizgi bulanık. Eskiden göz vardı, nizam vardı; şimdi parmak var, ekran var. Eğer o parmak bir yerde durduruyorsa orası gerçektir. Gözlerimizi yaşartıyorsa doğrudur. Kalbimizi ısıtıyorsa haklıdır. Bu duygusal doğrulama biçimi, bilginin değil, evrimsel bağlamımızın içinden çıkıyor. Lanet olsun içimizdeki maymuna yani. İnsanoğlu tarih boyunca, tehlikeyi ya da güveni mantıkla değil, hisle ayırt etti. Şimdi o kadim refleks, yine devrede. Yani biz bir görüntüyü değil, onun bizde bıraktığı izi hatırlarız.  İşte bu yüzden bugün sahte içeriklerin en büyük başarısı, gerçeğe benzemeleri değil; gerçekmiş gibi hissettirmeleri. Benim için “çok gerçek” olan bir video, yanımdakine “abartılı” geliyor. Üstelik bu fark sadece burada kalmıyor; seçim sonuçlarını, toplumsal tepkileri, kriz algılarını, hatta adalet duygumuzu bile belirliyor. Gerçekliğin nesnelliği diye bir kaygı da yok oldu yani. O yüzden yapay zekanın hissin kodunu keşfettiğini düşünebiliriz. Hangi ses tonu güven verir? Hangi cümle yumuşatır? Hangi mimik “samimiyet” sinyali taşır? Hepsi, birer veri seti artık. Ters mühendislik uygulandı, duygu algoritması üzerinden yendiler bizi. Ama buradaki asıl mesele şu: Biz hala hissedebildiğimiz, hala inanabildiğimiz için insanız. Ve hissetmek, sadece kandırılma ihtimaliyle birlikte gelen bir risk değil; aynı zamanda varoluşun ta kendisi. Yani evet, belki her gün yeni bir şeye daha inanıyoruz. Ama o duygusal tepkiyi gösterebiliyorsak, henüz algoritma olmadık demektir.

Sistemler de hükümetler de gerçekliği hislerle yönetmiyor mu zaten? Yapay zekacının ne suçu var? Ekonomide, yargıda, siyasette yaşanan çöküşler artık verilerle değil, duygularla bastırılıyor. Kiralar uçmuş, gıda enflasyonu rekorlarda, insanlar borçla yaşamaya alışmış. Peki neden hala “bilinmeyen güçler var”, “algı operasyonu yapılıyor”, “psikolojik harp bu” gibi söylemlerle avunuyoruz? Sistemin kendisi bile gerçekle baş edemediği yerde bari hissedileni yeniden inşa edelim diyor. “Fiyatlar aynı, algıda hata var” cümlesi tam da bu yapay çağın cümlesi işte. Bize diyorlar ki: Hissedilen enflasyon rakamı gerçek değil. Yargıda da benzer bir hissiyat yönetimi var. Hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukukuna duyulan duygusal haklılık işletiliyor. Bir şey olmuştur ki alınmıştır mantığı, tam da bu yapaylığın mottosu. Anket şirketleri hissedilen zafer satıyor, sosyal medya kaybedilen ama kazanılmış gibi gösterilen sonuçlarla dolu.

Adeta her şey gerçek ama hiçbir şey gerçek değil aralığında kalmamız isteniyor.

Oysa açlık gerçektir. İşsizlik gerçektir. Yoksulluk gerçektir. Beynimdeki veresiye defterinin kapağına “Güçlü Türkiye” etiketi yapıştırsan da gerçek değişmiyor ki…

Peki, bu durumda yapılacak şey daha fazla şüphecilik mi? Her gördüğünü sorgulamak mı? Asla değil. O sorgulamayı mantıkla değil, hisle değil, ikisi arasındaki o kaygan sınırda yapabilmekte. Yani evet, kandırılabiliriz. Hatta muhtemelen daha çoook kandırılacağız. Ama henüz teslim olmadık. Belki de insan olmanın bedelidir, her gün kandırılma ihtimaliyle yaşamak. Ve bazen kandırılmamayı başarmak. Gerçek, içimizde.


Not: Gerçek bir insan yazdı. Oturup, düşündüm gerçekten. Benden anca bu kadar. Yapay zeka yazsaydı, kesin çok çok  daha iyisini yazardı.

No comments

Yorumunuzu ekleyinCevabı iptal et

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Exit mobile version