tüm yazılar:

Sudan fillerin ayakları altında – Yusuf Ertaş

Orjinal yazının kaynağıevrensel.net

Sudan ve Arap basınından derlediğimiz yazılar iç savaşın ulaştığı boyutları gözler önüne seriyor.  Sudan Komünist Partisi ise halk direnişi çağrısı yapıyor

Sudan, Aralık 2019’da Ömer Beşir diktatörlüğüne karşı ayaklanan halk hareketini bastırmak için darbe yapan askeri güçlerin sürdüğü iç savaş nedeniyle yıkımın eşiğinde.

İktidarı sivillere devretmemek için üst üste darbeler yapan Sudan ordusu ve eski müttefiki olan paramiliter güçler Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK-RSF) arasında nisan 2023’te başlayan iç savaş ikinci yılını doldurdu.

İki yılda çoğu sivil olmak üzere 150 binden fazla insan öldürüldü.  13 milyondan fazla insan yerinden edildi. Bu kişilerden 8.8 milyonu ülke içinde göç etmek zorunda kaldı ve bu durum Sudan’ı 2025 yılı itibarıyla dünyanın en büyük iç göç krizine sahip ülkesi haline getirdi.

Sudan nüfusunun yarısını oluşturan yaklaşık 25 milyon kişi ciddi bir açlık tehlikesiyle karşı karşıya. Sudan’ın 11 eyaleti resmen kıtlık ilan edilen yerler arasında. UNICEF’in raporlarına göre, 17 milyondan fazla çocuk artık okula gidemiyor, yaklaşık 5 milyon çocuk evsiz ya da korumasız.

Sudan ve Arap basınından derlediğimiz yazılar iç savaşın ulaştığı boyutları gözler önüne seriyor.  Sudan Komünist Partisi ise “Tüm bunlar, savaşı durdurmak, devrimin yolunu yeniden başlatmak, kolera salgınının yayılmasını engellemek ve gayrimeşru de facto hükümetin özgürlükleri gasp etmesine karşı durmak için en geniş kapsamlı bir halk direnişi gerektiriyor” çağrısı yapıyor.

Sudan kanıyor, dünya sessizce izliyor

Dr. Abdunnasır Selm Hamed
Rai Al Youm

Sudan’da nisan 2023’te savaşın patlak vermesinden bu yana ülke kitlesel acıların yaşandığı bir sahneye dönüştü.  Siviller, başlatmadıkları bir savaş ve suç ortaklığına varan küresel bir sessizlik arasında eziliyor. Sudan Silahlı Kuvvetleri ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasında iki yıldır süren kanlı çatışmaların ardından trajedi doruk noktasına ulaşmış durumda, dünya ise çağdaş Afrika’nın en karmaşık ve en kötü insani felaketlerinden birine gözlerini kapamaya devam ediyor.

Uluslararası Kurtarma Komitesi’ne göre 2025 yılı başı itibariyle çoğu sivil olmak üzere 150 binden fazla insan öldürüldü. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin verilerine göre, 13 milyondan fazla insan yerinden edildi. Bu kişilerden 8.8 milyonu ülke içinde göç etmek zorunda kaldı ve bu durum, Sudan’ı 2025 yılı itibarıyla dünyanın en büyük iç göç krizine sahip ülkesi haline getirdi.

Hartum, Nyala ve Umdurman gibi büyük şehirler, yanıp kül olan savaş alanlarına dönüşmüş durumda. Elektrik, su ve hastaneler gibi temel altyapı tamamen çökmüş vaziyette. Bu durum savaşın rastlantısal bir sonucu değil, sivil yaşamı boğmayı amaçlayan sistematik bir stratejidir. Bağımsız raporlar ve sahadan gelen tanıklıklar, elektrik tesislerinin, köprülerin ve iletişim ağlarının kasıtlı olarak hava ve kara operasyonlarıyla hedef alındığını doğruluyor. Nyala’daki bir saha doktoru şöyle diyor: “Nereye vuracaklarını çok iyi biliyorlardı. Önce jeneratörü, sonra su şebekesini hedef aldılar. Bu bir savaş değil, toplu cezalandırma.”

Ayrıca yakıt depoları, gıda pazarları ve ilaç ambarları da hedef alındı. Hasar gören tesislere onarım ekiplerinin ulaşması engellendiğine dair belgelenmiş kanıtlar mevcut; bu da yıkımın ne denli sistematik olduğunu gözler önüne seriyor. Sivil altyapının bu şekilde kasıtlı olarak hedef alınması, Cenevre Sözleşmeleri’ne açık bir ihlal teşkil etmekte ve uluslararası insan hakları hukukuna göre savaş suçu sayılmaktadır.

Dünya Gıda Programı’na göre, 2025 mayıs ayına kadar Sudan nüfusunun yarısını oluşturan yaklaşık 25 milyon kişi ciddi bir açlık tehlikesiyle karşı karşıya. Sudan’ın 11 eyaleti —aralarında Büyük Darfur, Mavi Nil ve Kordofan eyaletlerinin de bulunduğu bölgeler— resmen kıtlık ilan edilen yerler arasında. İnsani yardımların ulaştırılması ya kuşatma nedeniyle ya da güvenli geçiş koridorlarının olmaması yüzünden sekteye uğramış durumda. Gıda, halkı açlıkla rehin alan bir siyasi baskı aracına dönüştürülmüş durumda.

Sınır Tanımayan Doktorlar örgütü, Sudan’daki sağlık tesislerinin yüzde 70’inin hizmet dışı olduğunu bildiriyor. Az sayıdaki faal hastanede, ameliyatlar steril araçlar olmadan yapılıyor, yaralılar yerde yatıyor ve birçok kişi tedavi görmeden kaderine terk ediliyor. Kolera, kızamık gibi bulaşıcı hastalıklar ve ağır yetersiz beslenme, resmi ya da uluslararası tıbbi müdahale tamamen yetersiz kaldığı için yayılmış durumda.

Çocuklar ise bu felaketin unutulmuş kurbanları. UNICEF’in raporlarına göre, 17 milyondan fazla çocuk artık okula gidemiyor, yaklaşık 5 milyon çocuk evsiz ya da korumasız. Birçok çocuk zorla silâhaltına alınıyor, cinsel istismara uğruyor ya da ailelerinden koparılıyor. Pek çok bölgede okul, öğretmen ya da psikososyal destek programı bulunmuyor.

Sudan’daki durum, BM Şartı’nın 39. maddesine göre uluslararası barış ve güvenliğe açık bir tehdit oluşturmasına rağmen, BM Güvenlik Konseyi iki yıl boyunca tek bir bağlayıcı karar çıkaramadı. Bu başarısızlık, uluslararası sistemdeki çifte standartları açığa çıkarırken, ekonomik veya stratejik ağırlığı olmayan ülkeler karşısında sistemin meşruiyetini sarsıyor.

Felaket yalnızca Sudan’la sınırlı değil; tüm bölgenin istikrarını tehdit ediyor. Mısır, güney sınırlarında artan bir baskıyla karşı karşıya. Çad, şu anda 600 binden fazla mülteciyi barındırıyor. Güney Sudan iç çöküşün eşiğinde. Bu savaşı görmezden gelmek, bölgesel bir felaketin kapısını aralıyor.

Bu çöküşün en trajik yönlerinden biri, uluslararası medyanın neredeyse tamamen yokluğudur. Ukrayna veya Gazze gibi savaşlar yoğun biçimde haberleştirilirken, Sudan karanlıkta bırakılıyor. Ne düzenli saha raporları, ne büyük çaplı araştırmalar, ne de sürekli medya ilgisi var. Bu medya boşluğu, küresel kayıtsızlığı besliyor ve suçlulara dokunulmazlık alanı sağlıyor.

Aynı zamanda bazı bölgesel aktörler çifte rol oynuyor: Kamuoyunda barış çağrısı yaparken, perde arkasında çatışan taraflara silah ve para sağladıkları iddia ediliyor. Uluslararası raporlar, Sudan içindeki milislere komşu ülkelerden doğrudan ya da dolaylı destek verildiğini belgelemiş durumda; bu durum bölgesel düzeyde ahlaki çöküşü yansıtıyor.

Sudan’ın bugün ihtiyacı olan şey merhamet değil, bu felaketin büyüklüğünü cesurca kabul edecek ve somut adımlar atacak bir iradedir. Uluslararası toplum şunları yapmalıdır:

*BM gözetiminde derhâl insani ateşkes ilan edilmeli

*Etkilenen bölgelere kalıcı yardım koridorları açılmalı

*Savaş suçlarına yönelik bağımsız uluslararası soruşturma başlatılmalı

*Göç bölgelerinde eğitim ve sağlık için acil yardım fonu oluşturulmalı

*Yardım ulaştırılmasını engelleyen aktörlere yaptırım uygulanmalı

Sudan’da olanlar sessiz bir savaş değil; etrafı sessizlikle çevrili bir savaştır.

Eğer dünya şimdi harekete geçmezse, kurtarılacak bir şey kalmayacak. Ve tarih, bir ulus göz göre göre yok edilirken susmayı tercih edenleri affetmeyecektir.

Savaş, kolera salgını ve insan haklarının gaspı

Taj al-Sir Osman Babu
Et-Tegayyur/Sudan

1-Savaş suçları ve insani kriz derinleşiyor

Lanetli savaş suçları ve altyapı kayıpları devam ediyor; binlerce insan öldü veya kayboldu, milyonlarca kişi yerinden edildi. Elektrik ve su üretim tesisleri, yakıt depoları ve havaalanları gibi vatandaşların günlük yaşamını etkileyen kurumlar hedef alınmaya devam ediyor. Elektrik, su ve iletişim hizmetlerinin durması, yakıt fiyatlarının artmasıyla birlikte yaşam ve hizmet maliyetlerinin yükselmesi, Port Sudan, Atbara ve son olarak Salı günü Kosti’de yaşandı. Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (RSF) Kosti’de bir yakıt deposunu ve 19. Tümen karargahını stratejik bir insansız hava aracıyla bombalaması, depoda yangına neden oldu.

İki yılı aşkın süredir devam eden çatışmaların ardından, Dünya Sağlık Örgütü’ne göre Sudan’daki yerinden edilme krizi dünyanın en büyüğü haline geldi. 14,5 milyon insan evlerini terk etmek zorunda kaldı; bunlardan yaklaşık 4 milyonu Mısır, Güney Sudan, Çad, Etiyopya, Libya ve Orta Afrika Cumhuriyeti gibi komşu ülkelere sığındı.

Ayrıca, altın, nakit mahsuller ve hayvancılık zenginliklerinin yurtdışına kaçırılması, yolsuzluk ve yağma devam ediyor. Sağlık ve insani hizmetler pahasına savaş için yapılan devasa harcamalar, yaşam koşullarını, ekonomiyi ve sağlık durumunu daha da kötüleştirdi. Çatışmanın taraflarını silahlandıran eksenler, ülkenin zenginliklerini yağmalamak ve Kızıldeniz kıyısında bir dayanak oluşturmak amacıyla yarışıyor.

2. Kolera felaketi: Sağlık sistemi işlevsiz

Sağlık koşulları kötüleşmeye devam ediyor; kolera salgını, de facto hükümet tarafından küçümseniyor, tıpkı daha önce kıtlık iddialarını reddettiği gibi. Sudan Doktorlar Sendikası Hazırlık Komitesi, yayımladığı bir bildiriyle, kolera salgınının yayıldığı tüm bölgelerde acil sağlık durumu ilan edilmesi, hastanelerde özel izolasyon merkezleri açılması çağrısında bulundu. Uluslararası insani ve sağlık örgütlerini hızlı müdahale etmeye, damar içi solüsyonlar, sterilizasyon araçları ve acil durum ilaçları sağlamaya çağırdı.

Yerel ve merkezi sağlık otoritelerinden vatandaşlara karşı görevlerini yerine getirmeleri, farkındalık kampanyalarını yoğunlaştırmaları ve çevresel ilaçlama yapmaları talep edildi. Ayrıca, sağlık ve hemşirelik kadroları ile gönüllüleri, zor koşullara rağmen bu salgını kararlılıkla karşılamaya ve kontrol altına almaya çağırdı. Komite, uluslararası toplumun ve resmi makamların bu felaket karşısındaki sessizliğinin, sadece savaşın kurşunlarıyla değil, önlenebilir hastalıklarla da ölüme terk edilen Sudan halkı için yeni bir hayal kırıklığı olduğunu belirtti.

3. Darbe rejimi hak ve özgürlükleri gasp ediyor

Gayrimeşru darbe hükümeti, temel özgürlükleri ve hakları gasp etmeye devam ediyor. Anayasal belgeyi değiştirerek İslamcı, diktatoryal ve askeri bir yönetimi, sivil bir vitrinle (örneğin Dr. Kamil İdris’in başbakan olarak atanmasıyla) pekiştirdi. Sendikalar yasasında yapılan değişikliklerle, devlete bağlı fabrika sendikası yeniden kuruldu ve sendikal hareketin bağımsızlığı ile demokratik yapısı ortadan kaldırıldı.

Basın yasasında değişiklikler yapılarak yayın ve ifade özgürlüğü kısıtlanmaya çalışılıyor, gazetecilerin kalemleri ve sesleri susturuluyor. Gazeteciler Sendikası’na göre 500’den fazla gazeteci tutuklandı, 30’u şehit oldu ve özgürlükler, özellikle ifade ve düşünce özgürlüğü, gasp edildi. Bu, Aralık Devrimi’nin devirdiği kurtuluş rejiminin özgürlükleri bastırma deneyiminin tekrarlanmaya çalışılan umutsuz bir girişimi; ancak tarihin tekerleğini geri döndürmek imkânsız.

Ayrıca, siyasi mahkumlara, direniş komitelerine ve hizmet komitelerindeki aktivistlere yönelik vahşi işkenceler ve tutuklamalar devam ediyor. Acil Durum Avukatları’nın bildirisinde belirtildiği üzere, Hızlı Destek Kuvvetleri ile işbirliği yaptığı iddia edilen kişileri ihbar etmeye yönelik “şanlı kampanyalar” başlatıldı. Bu, savaş karşıtlarını, siyasi aktivistleri, direniş ve hizmet komitelerini, “tekayalar”ı ve savaş mağdurlarına insani yardım sağlayanları hedef alıyor. Acil Durum Avukatları, bu kampanyalar sonucunda saha infazları, zorla kaybetmeler ve keyfi tutuklamalar gibi “ciddi ihlaller” belgelediklerini belirtti.

4. Direniş zorunlu: Halk mücadelesi büyütülmeli

Tüm bunlar, savaşı durdurmak, devrimin yolunu yeniden başlatmak, kolera salgınının yayılmasını engellemek ve gayrimeşru de facto hükümetin özgürlükleri gasp etmesine karşı durmak için en geniş kapsamlı bir halk direnişi gerektiriyor. Bu, basın, siyasi ve sendikal güçler ile direniş komitelerine yönelik cezai tutuklama kampanyalarının durdurulması ve bu değişikliklerin iptal edilmesi için mücadele etmeyi içerir. Sudan halkıyla en geniş dayanışma kampanyası başlatılmalı ve devrim, hedeflerine ulaşana kadar sürdürülmelidir.

Sudan fillerin ayakları altında

Zuhair Osman Hamad
Sudanile/Sudan

Sudan’daki savaş sadece iç aktörlerin değil, aynı zamanda uluslararası hesapların da ürünü. ABD, sahada doğrudan görünmese bile, sürecin yönlendiricileri arasında yer alıyor. Bölgesel güçler taraflara finansman ve lojistik destek sağlıyor; uluslararası toplum ise sadece açıklamalarla yetiniyor.

Ancak en ağır bedeli ödeyen Sudan halkı: milyonlarca yerinden edilmiş insan, çöken bir devlet yapısı ve bir zamanlar hayat dolu olan şehirlerde işlenen toplu katliamlar.

Bu felaketten çıkış, göstermelik “dengeleyici girişimlerle” değil; dış finansmanın kesilmesi ve Sudan’a vasiyet veya zorla dayatılan çözümler olmadan, halkın kendi kaderini tayin edebileceği adil bir uluslararası müdahaleyle mümkün olabilir.

Savaş hükümetlerine ve bölgesel komplolara karşı direniş

Sudan Komünist Partisi
Telegram hesabı

Cancavid milisleri olarak bilinen Hızlı Destek Güçleri ve müttefikleri, bir hükümet kuracaklarını ilan etmeye yaklaşırken, Port Sudan’daki askerî darbe otoriteleri alternatif bir hükümet kurmak üzere bir başbakan atadı. Bu gelişmelere rağmen savaş durmaksızın devam ediyor ve vatandaşların acılarını artırıp ülkenin yıkımını derinleştiriyor.

Bu gelişmeler, savaşın taraflarından birine sivil bir kılıf sağlamak amacıyla, çatışmaya müdahil bazı uluslararası tarafların uyguladığı baskıyla bağlantılıdır. Bu adım, savaş sonrası uzlaşı süreçlerine hazırlık olarak değerlendiriliyor. Bölgedeki bazı hükümetler ise, İslamcı hareketin kalıntılarını yeni başlıklar altında yeniden toparlayarak onları yeniden iktidara taşımayı hedefleyen şüpheli roller oynuyor. Bu ise, kimseye gizli olmayan apaçık bir komplodur.

Savaşan iki taraf, bu tür adımlarla sahte bir meşruiyet kazanmaya çalışıyor; ancak hâlâ silah zoruyla iktidarlarını dayatıyorlar. Bu arada savaş, halkın üzerine trajik bir gerçeklik dayatıyor: Hastalıklar yayılıyor, açlık şiddetleniyor, su ve elektrik tamamen kesiliyor, her gün yüzlerce kişi bombardımanlar ve çatışmalar nedeniyle hayatını kaybediyor.

Bu felaketin sorumluluğu yalnızca savaşın iki tarafına ait değil; darbeyi destekleyen ve savaşın sürmesini onaylayan siyasi ve toplumsal güçler de bu yıkımın ortaklarıdır.

Devrimci mücadele sürecinde halk her zaman saflarını örgütleme ve en zor koşullarda bile, baskıcı rejimlerde dahi, her aşamaya uygun mücadele araçları üretme gücünü kanıtlamıştır. Bu savaşın bağrından halk hareketi sürmeye devam edecek, asla durmayacaktır. Onun yolu bellidir: Savaşı durdurmak, devrimi geri almak ve özlenen köklü değişimi gerçekleştirmek.

İhvan’a karşı yumuşak bir darbe

Al Arab

Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan, pazartesi günü dört yıldır boş olan başbakanlık makamına Kamil el-Tayyib İdris’i atama kararı aldı. Bu makam, daha önceki başbakan Abdullah Hamduk’un sivil yönetime karşı gerçekleştirilen askeri darbenin ardından görevden alınmasıyla boşalmıştı. Bu adım, teknokrat, bağımsız ve geçmişte uluslararası görevlerde bulunmuş, güçlü dış ilişkileri olan bir kişiliğin seçilmesi yoluyla sivil güçlere göz kırpma amacı taşıyor.

Atama, ordu içinde kök salmış olan Müslüman Kardeşler cemaatine karşı “yumuşak bir darbe” olarak yorumlandı. Zira bu cemaatin artan etkisi, askeri kurumu destekleyen ve Sudan’daki siyasi hedefleri olan İslami gruplara karşı sert tutum sergileyen bölgesel güçleri rahatsız ediyordu. Bu güçler, verdikleri desteğin Müslüman Kardeşler’in lehine sonuçlanmasından endişe duyuyordu.

Burhan, yeni bir başbakan atayarak ve Egemenlik Konseyi’ne iki yeni üye dahil ederek siyasi iktidarını pekiştirmek, iktidarının Müslüman Kardeşler Cemaatine boyun eğmediği izlenimini vermek istiyor. Bu adım, söz konusu cemaate karşı kademeli bir darbe niteliği taşıyor ve Hızlı Destek Kuvvetleri’nin kurmaya çalıştığı paralel bir hükümete karşı ön almayı hedefliyor.

Yeniçağ'da yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar Yeniçağ Gazetesinin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.

Son Yazılar

spot_img

Son eklenenler

spot_img