Home Kıbrıs iktibas Yonca Özdemir Orta Doğu’da bombalar ve füzeler uçuşurken… – Yonca Özdemir

Orta Doğu’da bombalar ve füzeler uçuşurken… – Yonca Özdemir

0
Reklamlar

Bu son beş ayda Orta Doğu yine dünyadaki en büyük çatışmalara sahne oldu. İstikrar yakalamaya çalışan yeni Suriye hükümeti Filistin’e odaklanmış dikkatleri biraz olsun dağıtmış olsa da en büyük dramlar Gazze’de yaşanmaya devam etti ve ediyor. Fakat ne yazık ki “İsrail bundan başka ne fenalık yapabilir,” derken bu sefer de İran savaşı ile sarsıldık. Halbuki tam da Avrupa İsrail’i daha yeni yeni eleştirmeye başlamıştı!

Kıbrıs’a vardığım günün sabahı başlayan İsrail’in İran saldırıları ardından, 22 Haziran sabahı Amerika’nın İran’ın nükleer tesislerini bombalaması ile artan gerilim ve bunu takiben İran’ın Katar ve Irak’taki Amerikan üslerine yaptığı saldırı ile Orta Doğu inanılmaz bir çatışma sarmalına doğru sürüklenmekteydi. Derken Amerikan başkanı Trump’ın çağrısıyla geçtiğimiz salı sabahı varılan ateşkes ile, zor da olsa, ortalık biraz sakinleşmiş gibi.

Tüm bunları İsrail’in Lübnan’da İran müttefiki Hizbullah’ı çökertip İran’ın eski müttefiki Suriye’yi de pasif konuma getirdikten sonra hep hayal ettiği gibi İran’daki Ayetullah rejimine artık son noktayı koymak üzere harekete geçtiği şeklinde yorumlayabiliriz tabi. Fakat bunun gerçekten olabilirliğinden tutun da yarın bambaşka bir gerçekliğe uyanmamamız için hiçbir sebep olmaması bu olanlar hakkında benim gibi uluslararası ilişkiler uzmanlarının mantıklı ve tutarlı yorumlar yapmasını olanaksız kılıyor. Yapsak da ertesi günü tahmin etmek pek mümkün değil. Uluslararası sistem, on yıllardır bildiğimiz tüm kuralları ve kurumlarıyla, çökmüş durumda. Yeni bir dünya düzenine doğru evriliyoruz ama onun da ne olduğu henüz belli değil. Bir süredir uluslararası arenada gördüğümüz manzara “lider” dediğimiz birkaç güç delisi bencil adamın ego yarışı ve iktidarda kalma çabaları. Ve ne yazık ki onları kontrol edebilecek hiçbir mekanizma yok. Tipik bir geçiş dönemi kaosu içindeyiz. Dolayısıyla bu yaşanan on iki günlük İran macerasının üzerinden derin stratejik analizler yapmanın da fazla bir anlamı yok. Ama yine de bu olanlardan yapabileceğimiz birkaç çıkarım var ki belki yarını öngörmemizi sağlamaz, ama en azından bugünkü kaosu anlamamıza bir nebze olsun yardımcı olabilir.

***

İlk çıkarım olarak, tıpkı dünyanın geri kalanında olduğu gibi, Orta Doğu’da da Trump’ın estirdiği siyasi rüzgâra değinmek gerekir. Elbette, Amerika’nın geleneksel Orta Doğu politikası Trump’tan önce de İsrail yanlısıydı; bu bakımdan köklü bir kırılmadan söz etmek mümkün değil. Ancak Trump döneminde bazı önemli farklılıklar ortaya çıktı. Bunlardan biri Amerika’nın sürekli İsrail’i koruyup kollayan Orta Doğu stratejisinin, radikal Yahudi gruplarıyla “Hıristiyan Siyonizmi” adı altında ittifak kuran ve Trump’ı destekleyen kökten dinci bazı Hıristiyan grupların etkisiyle daha da abartılı hale gelmiş olması. ABD faşizminin önemli bir ayağı haline gelen bu Hıristiyan Siyonistler Trump’ın seçilmesiyle beraber Amerika’nın hem iç hem dış siyasetinde ciddi bir faktör haline geldi. Böylece, Amerika’da olağan Yahudi lobisinden daha da fazla bir İsrail yanlısı etki oluştu.

Trump’ın iktidarında yaşanan bir diğer temel değişim, Amerikan devlet yönetiminde liyakatin ve uzmanlığa dayalı dış politikanın neredeyse tamamen ortadan kalkması oldu. İkinci döneminde Trump, yalnızca kendisine sadakat gösteren kişilere görev vermekte ve bu kişilerin büyük çoğunluğu, üstlendikleri roller için gerekli uzmanlıktan yoksun. Bu nedenle sadece iç politika değil, dış politika da ciddi bir belirsizlik ve kargaşa içinde yürütülüyor. Uluslararası ilişkilerde aşırı dalgalı politikalar, doğrulanmamış ya da sonradan yalanlanan açıklamalar artık sıradanlaştı. Ayrıca farklı kurumlar arasında çelişkili açıklamaların yapılması da olağanlaşmış durumda. Örneğin Trump, İran’ın nükleer bomba üretimine çok yaklaştığını ısrarla vurgularken, CIA Başkanı bu iddiayı kamuoyuna açıkça yalanladı. Benzer şekilde, Trump 22 Haziran’da İran’a düzenlenen saldırıların ardından İran’ın tüm nükleer kapasitesinin tamamen yok edildiğini iddia etti; ancak askeri kaynaklar bu açıklamayı doğrulamadı. Bu tür tutarsızlıklar, artık Amerikan dış politikasının yeni normali hâline gelmiş görünüyor. Dış politika adeta sosyal medya üzerinden, Trump’ın X (eski Twitter) hesabı aracılığıyla yönetilir hâle geldi. Hatta bir de “Signal skandalı” yaşandı ki bu skandal Yemen’in bombalamasıyla ilgili çok gizli bir Signal yazışmasına yanlışlıkla bir gazeteciyi ekleyen ABD güvenlik danışmanı Mike Waltz’ın istifa etmesine yol açtı. Burada küçük bir parantez açmakta fayda var: Gördüğünüz üzere, Trump’ın ilk bombaladığı ülke İran değildi. Yaklaşık beş aylık ikinci döneminde önce Mart ve Nisan aylarında Yemen’i, ardından Haziran’da İran’ı bombalayan Trump ne kadar barışçıl (!) bir lider olduğunu tüm dünyaya, ama en çok da Orta Doğu’ya göstermiş oldu.

Üçüncü olarak, Trump’ın yeniden iktidara gelmesiyle birlikte uluslararası ilişkilerde kaba gücün neredeyse tümüyle belirleyici hâle geldiğine tanık oluyoruz. Dünya liderleri Trump’tan çekiniyor; kimse bu dengesiz liderin hedefi olmayı göze alamıyor—özellikle de Zelensky ile yaşanan basın toplantısı fiyaskosunun ardından. Avrupalı liderler ise adeta sus pus. Bir yandan Amerikan gümrük vergilerinden korkuyorlar, diğer yandan da ABD desteği olmaksızın kendi güvenliklerini sağlamaktan aciz olduklarının farkındalar. Bu nedenle, Trump’ı yağlayarak kendilerini kurtarma yarışına girmiş gibiler. Geçtiğimiz hafta NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin bile Trump’a “baba” diye hitap etmesi ve İsrail’in başlattığı savaşa rağmen Amerika’yı sorumluluktan muaf tutarak, Trump’ı adeta Orta Doğu’ya barış getiren bir lider gibi sunması bu tabloyu açıkça ortaya koyuyor.  Hiç de inandırıcı olmayan böyle sevimsiz bir tiyatro oynanırken yıllardır Batı tarafından kendilerine ahlaki üstünlük taslanan Üçüncü Dünya ülkeleri de bu ahlaki çürüme karşısında şaşkın ve sessiz. Uluslararası siyaset belki de hiç bu kadar seviyesiz ve ilkesiz bir hâl almamıştı!

İkinci olarak, Putin’den Trump’a, Netanyahu’dan Bukele’ye uzanan bir çizgide, güç tutkusu yüksek, empati yoksunu liderlerin uluslararası kural ve ilkeleri hiçe sayarak her fırsatta kolayca şiddete başvurmalarının nasıl olağanlaştığını vurgulamak gerekir. Bir zamanlar yalnızca “kötü devletler” (rogue states) ile ilişkilendirilen bu tür kural tanımazlık, artık en çok İsrail’e ve onun başlıca koruyucusu olan Amerika’ya özgü hâle gelmiştir. Elbette bu eğilimler geçmişte de vardı, ancak şiddetin dozu ve pervasızlığı günümüzde belirgin biçimde artmış durumda. Dünya adeta yeniden “orman kanunlarına” dönmüş gibi.

Buna ek olarak, uzaktan kumandayla ateşlenen silahlar ve insansız hava araçlarının yaygınlaşması, savaşın iç siyasetteki maliyetini büyük ölçüde azaltmış durumda. Dijitalleşme savaşı adeta bir bilgisayar oyununa çevirdiyse de sonuçları son derece gerçek ve yıkıcıdır. Nitekim, son yaşanan 12 günlük savaşta İsrail’de 28–29 kişi hayatını kaybederken, 3 binden fazla kişi yaralandı. İran’da ise 600 ila 1000 arasında insanın öldüğü, yaklaşık 5 bin kişinin de yaralandığı tahmin ediliyor. Bu rakamların ötesinde, bombardımanlara maruz kalan, evleri yıkılan insanların yaşadığı travmaları da unutmamak gerekir.

***

Geçtiğimiz haftalarda İran ve İsrail arasında karşılıklı fırlatılan füzeler Kıbrıs’tan adeta havai fişekler gibi görünse de hepimize savaşın ve ölümün ne kadar yakınımızda olduğunu yeniden hatırlattı. Ayrıca, Kıbrıs’taki İngiliz üslerinin zaman zaman Amerikan ordusunun Orta Doğu operasyonlarında kullanılıyor olması, adanın Orta Doğu’daki çatışmaların tamamen dışında olmadığını ve her an hedef hâline gelebileceği yönündeki endişeleri artırdı. Söz konusu olan yakın coğrafyamızdaki nükleer tesisler olunca, olası bir nükleer sızıntı riski de cabası.

Kıbrıs, savaşın ne demek olduğunu yaşadı; üzerinden 50 yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen bu yaralar hâlâ sarılamadı. Kıbrıs sorununun çözümü geciktikçe, karşımıza yeni sorunlar çıkmaya devam ediyor—örneğin, mülkiyet meselesi. Ne yazık ki, Kıbrıs’taki liderler de dünya çapındaki başat liderler kadar barıştan uzak. Böyle bir ortamda barışı beklemek elbette zor, ancak mevcut koşulların daimî olmadığını bilerek sorumlu davranmak ve geleceği buna göre kurgulamak en sağduyulu yaklaşım olacaktır. Velhasıl, politikalarını yalnızca mevcut kaos ortamına göre şekillendirenler, gelecekte açıkta kalmaya mahkûmdur.

No comments

Yorumunuzu ekleyinCevabı iptal et

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Exit mobile version