“Kime küseceğiz nasıl olacak o iş?” diyenler için hatırlatma: Üç kere koğuş temizlendi, “iyi görüntü alamadık” diye üç kez emniyete giriş yapıldı, ip gibi dizilip kameralara poz verildi. Yooo yine de sana asla küs değiliz. Biz yüzüne tükürebildiğimiz kadar uzaklıkta olanlara küseriz. Bu yazı, eşine, dostuna, arkadaşına küsebilenlere bir memleket iç dökümüdür
“Bayramda küslük olmaz” diyorlar, sanki Oslo’da bir barış sürecindeyiz. 2017 referandum sürecinde kavga ettiği birini Instagram’da engelleyen arkadaşım var benim. Son yerel seçimlerde aile WhatsApp grubundan ayrılanlar, kavga edip mahkemelik olanlar olmuştu, haberlere çıktılar, hepimiz gördük. Seçim sonuçları, market fiyatları, mahkeme kararları, kimin-nerede-ne dediği… Her an her şey “küsüyorum baaaak” gerekçesi. Şahsi “küslük” listesine “oy verdiği parti nedeniyle görüşülmeyecek” diye madde ekleyenleri biliyoruz. Ama sonra ne oluyor? Bayram geliyor. Aman bir neşe, sahte sahte “güzellik, iyilik mesajları”, hadi küsler barışsın şarkıları, bugün bayram annenizi üzmeyin çocuklar.
Eskiden utandığım, şimdi gururla söylediğim bir itirafla başlayayım: Ben küsmüyorum. Küsemiyorum çünkü. Küsebilmem için önce bir hafızam olması lazım. Unutuyorum çünkü. Barıştık mı? Küs müydük ki? Son görüşmemiz ne zamandı? Hatırlamıyorum. O yüzden esasen sadece hatırlamayı başaranlara mahsus olduğu için küsmek de bir meziyet, doğruya doğru. Ama umutları yok. Niye? Bazılarının ağzından hep şunu duymuyor muyuz: “Hiç kimseye küsmem ben”. Hadi oradan, arkeolog gibi çalışıyorsun, kazma kürek giriyorsun geçmişe. Kimin ne yaptığını hatırlatan şahane mezar kazıcılar var etrafımızda. Bir de eğilip “Bunu da yazdım, sen merak etme, ben sana hatırlatırım” diyor. İyi halt edersin. Ayrıca deftere “göstereceğim zamanı gelince sana” yazmayan insanda neşe vardır. Böyle oyunlar kurarsan rahat bir ömür mü geçer? Unutuyorum diye kendimi harcayacak değilim. Kırılmak iyidir ama. O kadar uzun boylu değil çünkü. Affedersiniz de hırsızın hiç mi suçu yok? Ama bi harlarsın geçer. Yavuz Sultan Selim babasına kızdı, koskoca imparatorluğu aldı. Ama öyle aman herkes herkesle iyi geçinsinciler de bence zinhar samimi değil. Zaten hep barışçıl görünenler, aman herkes iyi olsuncular da biraz da pasif agresif değil midir? Korkuyorum ben onlardan. İçlerinde kopan fırtınanın sesini kulağımın dibinde duyuyorum.
Ama toplum olarak zaten öyle bir travma seviyesindeyiz ki, herkes bir şeylere küs. Böyle bir ülke olur mu? Olduk. Küslüğün millileştiği bir dönemden geçiyoruz. Bu yangın yerinde içinde olduğu çemberdeki insanları bulup küsebilenler de; isyan etmeyen, gönülsüz ama yine de itaat eden bir topluluğa dönüşmemize neden oluyor. Olmuyor mu? Hepimiz aynı odadayız ama bazıları bazılarının gözünün içine bakmıyor. Ateş hattı… Üstelik çoğunluktalar, herkes ama herkes en az bir ya da birkaç kişiye küs. Memleketin haliyle ilgili bir cümle yetiyor, bak nasıl bölünüyoruz. “Hayat çok pahalı” desen, biri “Amannn Almanya da öyle” diyor. “İş bulunmuyor” dersen, “Gençler de fazla rahat, hem çok seçici” cevabını alıyorsun. “Yargıya güvenimiz yok” desen, “Sen çok mu dürüstsün?” çıkışı geliyor. E sonra küs kalalım daha iyi olur diyorlar çünkü anlamaya ve anlaşmaya çalışmak zor, emek lazım.
İngilizce’de küsmek kelimesinin karşılığı yok. Zaten “şarki bir alışkanlık” olarak tanımlanıyor sözlükte. Anlamına hiç baktıysanız, şaşırmışsınızdır. Evet birinci anlamı; darılmak. İkinci anlamı; görevini yerine getirmemek. Üçüncü anlamı; gelişememek, büyümemek. Dördüncü anlamı; istenilen niteliği yitirmek. Psikolojik çalışmalar da gösteriyor ki küsme, öyle masum bir darılma falan değil; içe dönük öfke biçimi, cezalandırma eğilimi. Sanıyor ki, küstüğü de görülüyor. Yoo görülmüyor. Edilgen bir tepki türü çünkü. Küsmeyi normal sayanlar bu tıkanmışlık halini bir huy gibi benimsemesin yani.
Sonra bayram geldiğinde bir “iyi niyet zorlaması” başlıyor. Whatsapp gruplarında mesajlar dönüyor. Her şey gönlünüzce olsun! Hangi gönül? Sen o gönlünden çıkardığı oku üç ay önce birinin suratına saplamışsın. Birbirimizi çok sevmemize gerek yok da tahammül sınırlarımız bu kadar çökmesin yani. Herkese bir atarımız var. Bu da bizi, sürekli küsüp sonra hiçbir şey olmamış gibi yapan bir millet haline çevirdi. Ama hiçbir şey olmamış gibi yaparken hiçbir şey olmamış olmuyor yani. Baksanıza, küskünlük artık sadece bireyler arasında yaşanmıyor; devletin yurttaşına, siyasetin muhalefete, sistemin eleştirene karşı kurduğu ilişki de tam olarak bu: Kırgınlık gibi görünen cezalandırma, sessizlik gibi duran intikam. Gözümüzün içine sokulan gözaltı pratiğine bakalım. Cezalandırmanın yalnızca hukuki bir araç olmaktan çıkarılarak, kamusal alanda itibar gaspına dönüştüğünü görüyorsunuz değil mi? Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün ve gözaltına alınan diğer herkesin ip gibi dizilip fotoğraflandığı kareler? Özel Kalem Müdürü Kadriye Doğan’ın tutulduğu nezarethanenin iki gece üst üste – üstelik sabaha kadar temizlik yaptığı bilinmesine rağmen- değiştirilmesi; her seferinde aynı ritüelin yeniden kurdurulması? Buğra Gökçe’nin üç kez Emniyet binasına sokularak “yakalanma” mizanseni oluşturulması? Bunların tamamı, klasik ceza hukukunun ötesine geçerek düşman ceza hukuku anlayışını çağrıştırmıyor mu? Ve işin daha çarpıcı tarafı şu: Bu sistemli aşağılamalar, toplumda bir kırılma yaratmıyor, tersine gündelik hayatın içindeki mikro kırgınlıklarla gazlar alındığından, iyice normalleşiyor. Yani, insanlar, ceza hukukunun bu keyfiyetine değil; hala “hayırdır, ne iş?” diyen arkadaşına küsebiliyor. Niye? Toplumun öfkesi, olması gereken yere değil, en kolay ulaşılabilen hedeflere yöneltiliyor da ondan.
Küskünlük sosyolojisinin temel zaafı işte: Elinin altındakine öfke duymak. Yiyorsa elinin ulaşamadığı yerlere küs.
Sisteme değil, birbirimize öfkeliyiz. Herkes politik bir karikatüre dönüşmüş durumda. Birbirinin görüşüne, ses tonuna bile tahammül edemeyen bir varlık türü oluştu. Politikayı ilkesel değil, kişisel yürütüyoruz. Küs olduğunuz kişiler, aslında içinizdeki bozuk sistemin küçük bir yansıması. O yüzden bugün bu ülke, bozuk saat gibi: Herkes bir şeylere bozulmuş ama kimse doğru zamanı gösteremiyor. Dolayısıyla bugün Türkiye’de yaşanan küskünlük hali, çatışmadan kaçınma değil; yönsüzleştirilmiş bir öfkenin toplumsal forma bürünmüş hali. Bizi felç eden bir girdabın içindeyiz. Üstelik düzgünce küsmeyi de beceremiyoruz. Küslüklerimiz sessiz, pasif, bastırılmış. Çatışmayı yönetemedikleri için, kırgınlık üretiyorlar. Ve kırgınlık, içten içe büyüyen bir gerilim hattı yaratıyor. Açıkça konuşmak yerine kaçıyorlar. Tartışmak yerine kendilerini sessize alıyorlar. Karşısındakini yok sayma çirkinliğine giriyorlar. İktidar-yurttaş ilişkisinden sınıfsal adaletsizliklere, medyadaki kutuplaşmadan sosyal ağlardaki linç kültürüne kadar her alan bu bastırılmış çatışmaların yansımasıyla dolu. Türkiye, aynı anda hem sesini yükselten hem dinlenmediğini düşünen hem haykıran hem içinden konuşan bir toplum haline döndü. Küsmeyin, konuşun demek de çözüm değil. Kesin kavga çıkıyor. Çünkü yüzleşme kültürü zayıf. Tartışmalar kolayca kişiselleşiyor, fikir ayrılıkları hızla düşmanlığa evriliyor. Ve sonunda ne oluyor? Küsen yalnızlaşıyor. Küsen dışarıda kalıyor.
Kızın, söyleyin, konuşun. Ama küsmeyin. Bence. Bireyin değil, toplumun yalnızlaşmasına neden oluyor çünkü, bilim söylüyor. Rezonans kuramı var bununla ilgili; insanlar hayatla rezonans kuramadıklarında, yani temas, etkileşim zayıfladığında, kopuş yaşanıyor. İnsanlar en çok tanıdıklarına karşı bir yabancılaşma içine düşüyor. Herkes başka bir gerçeklikte yaşamaya başlıyor. Gerçekten küs olmamız gereken her şeyle barıştık. Birbirimize küstük. Adres şaştı.
Halbuki insan, insana küsünce hiçbir şey değişmiyor. Çünkü küsülmesi gerekene değil, asla küsülmemesi gereken birilerine küstünüz. Herkesin kendi mahallesinde, kendi siyasi çizgisinde, kendi çevresinde küse küse insan elediği bir iklimde, ayakta kalamayız. Burada bir yanılgıyı düzeltmek şart: Kırıldınız diye kalbiniz küçülmez. Küserseniz küçülür. Asıl tehlike, yanlış kişilere küserek doğru sorunlarla yüzleşememek. Küsmeyi değil, konuşmayı; darılmayı değil, tartışmayı; sessizliği değil, yüzleşmeyi öğreten bir toplumsal iklim inşa etmedikçe, işimiz zor.