Cuma akşamıansızın hararet beni sardı. Hala sağlığım tamam değildi. Ama dışarıda da sıcak hava bunaltma derecesindedir. Keyifsizlik bedenimi sarıyordu. Sadece serbes kalan dilim idi. Öyle ki ikindini, benimle hem konuşmak hem de dışarı çıkıp biraz gezdirtmek için arkadaşım geldi. Bana teklifi de yaptı. Fakat isteksiz olmamı da “muziplikle” konuşup dalga geçti. Ayağa kalkıp yola çıktı. Aslında ona gerçeği söylesem, beni hemen hastahaneye getirecekti. Daha sonra da bakıcım yemeği hazırladı. Yememi söyledi. Fakat ilk defa bakıcının yaptığı öneriye olumlu karşılık vermedim. İşdahım yoktu. oda şüpelenmesine rağmen, zamanı dolduğu için çekip gitti.
Hala isteksizlik üstümdeydi. Dahası, duygularla yatıp uzanma dürtüleri de artı. Öyle de yaptım. Ama hep önceki işaretlerle başıma gelenleri de aklımda gelip giderek beni uyarıyordu. Sonunda karar verdim: tam da büyük kızkardeşim beni telefonda arayınca, fazla konuşamama noktası doğru geliyordum. Telefonu kısa kesip, hemen soğuk duş aldım. Soğuk su kafama vurdukça, adeta hararetim de dağıldı. Biraz jakaldım. Artık normal hale geliyordum. Dönüp yemeğimi de yedim.
****
Artık gece yavaş yavaş geliyordu. Haziranın en büyük günlerini yaşıyorduk. Birden ekrana doğru kulağım gidiyordu. Sıkıntıdan da arşiv kasedimden hem de eski çalışmaların olduğu yerden birtanesini aldım. Televizyon sesi ile ratyodaki çalınan kaset birlikte kulaklarımı sarmalıyordu. Bir geçmiş ile şimdiki birlikte ortaklaşıyordu.
Kasetden gür sesli birisi söylüyordu. Tek kaset çalışması olan Cem Uysalın çalışmasıydı. Türkünün nameleri adeta televizyon haberiyle buluşuyordu. Beynim hala şok tedavisi görmedi. Hücreler canlıydı. Öyle canlı ki Uysalın tok kadife gür sesi vurunca adeta canlanıyordu…
“dört biryana haber salsam, öldü desem inanırmın..
Dağlar bana geri verin,, Kadirimi Sinanımı”
***
Türkü ratuoda çalmaya devam ediyordu.
Biliyorum çoüunuz ne alaka diyecek. Hat da Cem Uysalın adını dahi duymadı. Cem Uysal tek kaset çalışması yaptı. Oa devrimci türkülerle yetmişlerin sonunda oldu. O dönem devrimci kesimde epey dinleniyordu.
Televizyonda ise iran İsrail savaşı haberleri yorumlarla sürüyordu. İş Türkiyeye gelince de kurgular başlıyor. Korkular veya algı probaganda oyunları sıralanıyordu. Bu sıralamalar içinde bir isim epey öne çıkması gerekiyordu: Kürecik üstü. Konuşmacılar Malatya yakınındaki Kürecik üstünün İsrail adına çalıştırıldığını ve irandaki hareketleri ilgili devlete gönderdiği söyleniyordu.
***
Şimdi kiminizin şaşkınlıkla şu soruya takılmanız gayet normal. Kürecik üstü ve yetmişlerdeki ağıt. Bağlantısı ne? Beynim dedik ya şok tedavisine hala uğramadı. Üstelik, birikimim beni bağlantı kurma tekniğini de epey geliştirdi. Ölmemiş ama ölme aşamasındaki beyin hücreleri Uysalın tok sesi ile Nurhaklardaki katledilen devrimcileri hatırlatıyordu. Televizon ise resmen Kürecik kelimesini iran İsrail savaşının arasına serpiştiriyor. Türkiyenin tutumu sorularına verilen yanıtlardan biriydi Kürecik. Peki, yetmişbirdeki Nurhak ağıtındaki ortaklığı ne?
Sinan Cemgil ve arkadaşları katledilmeden önce, Kürecikteki Amerikan tesislerini vurmak için yola çıktılar. Onları bir çoban ihbar eder. Jandarma pusu kurup onları katleder. Anlayacağınız Sinan Cemgil ve arkadaşları ta ozamandan var olan Kürecik Amerikan Nato üstüne karşı eylem geliştirmek için öldürüldüler. O Kürecik ki şimdi de hızlanan iran İsrail savaşında yine İsrail adına casusluk ve istihbarat için kulanıldığı konuşumlmaktadır.
Konuyu biraz daha genişletelim. Kürecikte Amerikan üstü vardı. Cemgil ve arkadaşları Nato ve emperyalizme karşı eylem için edef Küreciği seçtiler. Orda öldürüldüler. Sonraddan Demirel Kürecik üstünü kapatı. Fakat ikibinonbirde üst yeniden açıldı. Tam da Obamanın Suriye operasyonuna ışık yaktığı ve yeni versyon uygulamalarına geçilen aşamada oluyordu. Yeni donanımlarla Kürecik üstü epey konuşuldu. İdiyalar hep üstün haberleşme ve istihbarrat için İsrail adına kulanıldığı belirtildi. Pek de yalanlanmadı. Böylelikle Kürecik devrimci mücadelenin hedefi ile adını duyurturken, şimdi en vahşi Ortasdoğu iran halkasında yeniden konuşulmaya başlandı. Hem de İsrail adına denilerek.
****
Görüldüğü gibi hem hhatıra hem de güncel bazen çok ders verici düşüncelerle buluşma şansı her zaman vardır. Hele de benim kaset arşivinden çektiğim kasetin türküsü ile televizyon haberi adeta yarım asrın adeta beyindeki canlanan garip ama düşündürücü gerçekleriyle dolu dolu akla vurur. Ordan da tam da bilgisayar başında olma tesadüfüyle de yazıya dökülür. Uysalın tok sesiyle türkü adeta beyinde tüyleri ürpertecek dereceğe gelirken, ekrandaki haber de nereden nereye sorusuna basit yanıt hale sokar sizi. Artık ürperti veya yorgunluk değil, konuyu yazıya dökerek yeniden canlanma süreci de başlar
****
Gece çöküyor. Etrafta sesizlik var. Uysalın türküsü bitti. Ekrandaki haber ise Türkiyenin iç gerçekleri bilgilerine çoktan geldi. Ama aklım hala ortak noktada takılıp kaldı. Kürecik üstü tarihi gerçeklik ile günümüz roluyla da bence yazılmaya önem verilen makale şekline de geldi. Artık yeni umutlar dileği ve sıcaktan korunma tetbiriyle de makale tamamlanıyor.
Yaşam böyle bir şeydir. Bir sıkıntıdan ansızın türkü duyarak hatıra ile günümüz ayni anda düşünceleşmektedir.