Home iktibas Ceren Ergenç Çin’in Ortadoğu’ya getiremediği barış – Ceren Ergenç

Çin’in Ortadoğu’ya getiremediği barış – Ceren Ergenç

0
Reklamlar

İsrail, görünüşe göre içeriden istihbarat desteğiyle, İran’ın nükleer programının askeri ve sivil kilit isimlerini öldürdü. İran bu saldırıya elbette yanıt verdi, ancak rejimin İsrail’in saldırılarıyla kaybettiği kilit isimler ve bu nokta atışı saldırıların işaret ettiği sistem içi muhalefet, İran’da rejimin geleceğini ve dolayısıyla bölgenin istikrarını sorgulamamıza neden oldu. Konu bölgesel ölçeğe taşınınca, gözler de büyük güçlerin vereceği tepkilere çevrildi. Bu aktörlerden biri de elbette Çin. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, İran ve İsrail dışişleri bakanlarını arayarak saldırıyı kınadı ve İran’a açık desteğini belirtti -ki zaten Çin, İsrail’in Gazze’ye saldırılarını baştan beri en açıktan ve sert şekilde eleştiren büyük güçlerden biri. Ancak Wang Yi’nin mevkidaşlarına mesajı artık çok da hükmü kalmamış gibi görünen uluslararası hukuka uyma çağrısından çok da öteye gitmedi. İran’ın zaman içerisinde Çin’den daha somut beklentileri de olacaktır ama Çin bu beklentilere karşılık verecek mi henüz belli değil. Peki, Çin’in bölgedeki siyasi varlığı neden sembolik desteğin ötesine geçemiyor?

Çin, geçtiğimiz yıllarda kendi ‘yurtta sulh cihanda sulh’ politikası olan ‘barışçıl bir aradalık’ doktrininin dışına çıkarak Ortadoğu’ya yönelik aktif bir dış politika geliştirmişti. Bu politikanın (şimdilik) en -ve, tek- başarılı sonucu, İran ve Suudi Arabistan arasında diplomatik ilişkilerin yeniden kurulmasına aracılık etmek oldu. Bu başarının verdiği heyecanla İsrail ve Filistin’e ara buluculuk teklifi götürmüştü ama Mahmud Abbas’ın Pekin ziyaretine günler kala Gazze savaşının çıkmasıyla işin o kadar kolay olmadığı anlaşılmıştı. Benzer şekilde, Suriye’yi uluslararası topluma yeniden dahil etme sürecinin hamiliğini üstlendiğini ilan etmesinden çok da uzun olmayan bir süre sonra Esad rejimi düşünce, Çin’in bu diplomatik başarı hayali de suya düşmüştü. Elbette Çin’in siyasi emellerinin fos çıkması, bölgedeki ekonomik varlığının önemini değiştirmiyor. İran Uzmanı Derya Göçer’e göre, İran’ın önümüzdeki günlerde Çin’den beklentisinin İsrail’i ekonomik gücünü kullanarak tehdit etmesi. Göçer’e göre, İran ilk etapta söylemsel düzeyde ve BM gibi platformlarda diplomatik destek bekliyor. Eğer gerilim tırmanır ve Hürmüz Boğazı’nın kapatılması gündeme gelirse-tıpkı Kızıldeniz’de olduğu gibi- Çin’in bu durumu sorun etmemesini, tıpkı Husilere yönelik tutumunda olduğu gibi sessiz kalmasını umuyor. Ancak süreç uzarsa, üretim süreçlerinde kullanılacak girdi malzemelerinden mühimmat ve benzeri askeri teçhizata kadar daha somut yardımlar gündeme gelebilir.

Peki Çin, ticaret savaşından tedarik zincirleri savaşına dönmüş olan ABD-Çin mücadelesi içinde, İran’a bu desteği verir mi? Nisan ayında, Çin’den İran’a füze yapımında kullanılacak malzeme gönderildiği tespit edilmişti. O zaman, Çin Dışişleri Bakanlığı, bu sevkiyatın devletin bilgisi dışında olduğunu, Çin devletinin uluslararası sözleşmelerin dışına çıkmayacağını ifade etmişti. Şimdi de aynı dış politika prensibinin arkasına sığınıp İran’a beklediği somut desteği vermeyebilir. Peki İran, Çin’le 2021 yılında 25 yıllık kapsamlı stratejik ortaklık anlaşması imzalamışken ve son dönemde Çin’in etki alanındaki Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİO) ve BRICS gibi yapılara katılmışken ve İran’ın başlıca petrol müşterisiyken, Çin’i İran’a sadece diplomatik destek vermeye iten faktörler ne olabilir?

Hamaney, “Doğu’ya bak” stratejisiyle, 1990’lardan bu yana ABD’nin baskısını, Rusya ve Çin gibi büyük güçlerin desteğiyle dengelemeyi amaçlıyor. Ancak, büyük güçler arasında Soğuk Savaşvari bir kutuplaşmaya gitmeden çok kutuplu bir denge arayışında olan diğer Küresel Güney ülkelerinin aksine,İran iki kutuplu bir dünyanın kuralları ve beklentileriyle hareket ediyor. Oysa Rusya ve Çin, geçmişte İran’a verdikleri desteğin sınırlarını defalarca açıkça ortaya koydu. 2006 ile 2010 yılları arasında her iki ülke de İran’ı hedef alan Birleşmiş Milletler yaptırımlarını destekledi. 2018’de ABD’nin kapsamlı ortak eylem planından (JCPOA) çekilmesinin ardından ise Çin, İran’dan yaptığı petrol ithalatını sert biçimde kesti.

Benzer şekilde bugün de küresel ve bölgesel dengeler Çin’in söylemsel düzeyde İran’a destek açıklamaktan, İsrail’i kınamaktan, ABD’yi suçlamaktan ve bölgesel aktörlerin bu sorunu kendi aralarında çözmesini ummaktan fazlasını yapması için fazla hassas. Ve Çin’in bu hassasiyeti yönetebilecek bölgesel deneyimi ve uzman kadroları yok. Çin’in genel olarak Küresel Güney’e, bu durum özelinde Ortadoğu’ya yönelik politikası kendi deneyiminden yola çıkan “kalkınma yoluyla barış” söylemi etrafında şekilleniyor. Kalkınma yoluyla barış, siyasi istikrarın halkın yaşam standartlarının artmasıyla gelebileceği fikrine dayanıyor ve Çin’in 40 yıl gibi kısa bir sürede yoksul ve az gelişmiş bir ülkeden dünyanın ikinci büyük ekonomisine dönüşmesi, bu anlatının temel dayanağı. Gelişmekte olan ülkeler Çin’in kalkınmaya dayalı söylemine elbette kucak açıyorlar çünkü bu, pratikte, daha çok Çin yatırımı ve finansal yardımı anlamına geliyor. Ancak Afrika ve Ortadoğu gibi coğrafyalarda, barış her zaman sosyoekonomik refahın doğal sonucu olarak gelmiyor. Çin’in son yıllardaki Ortadoğu’daki diplomatik girişimleri de yatırım ve kalkınma desteğine dayanıyordu ama siyasi ve askeri krizlerle sekteye uğradı. Bu son durumda da, Çin’in İsrail üzerinde ekonomik bir baskı yaratacak gücü yok; dolayısıyla, İran’ı askeri olarak desteklemeye de gönlü olmayacaktır.

No comments

Yorumunuzu ekleyinCevabı iptal et

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Exit mobile version