İran-İsrail savaşı 12 gün süren karşılıklı hava saldırılarının ardından Amerika’nın girişimiyle ateşkesle sona erdi. Aslında ateşkesle biten tehlikeli tırmanışı yatıştıran Amerika olmadı. Nitekim Amerika 12 gün boyunca sık sık savaşın bölgeye yayılması gibi risklere dikkat çeken açıklamalar yapsa da İsrail lehine siyasi ve askeri adımlar atmaktan da çekinmedi.
İran-İsrail savaşını bitiren birinci ve öncelikli sebep elbette enerji sevkiyatında yaşanabilecek aksamalar riski oldu. Sonuçta Rusya-Ukrayna savaşının patlamasının ardından Avrupa ülkeleri, karşı karşıya kaldıkları enerji krizini Körfez ülkelerine yüklenerek atlattı. Hatta bu dönemde Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Salman aleyhine epeyce sert sözler sarfetmiş olan Eski Başkan Biden bile Riyad’a gitmek zorunda kalmıştı.
İran-İsrail savaşı yeni bir enerji krizini tetikleyebilecek kadar tehlikeli noktalara ulaştı. Savaş Avrupa’nın yanı sıra Çin başta olmak üzere Asya devlerinin petrol ve doğal gaz ihtiyacını karşılayan Irak, Kuveyt, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan gibi ülkelerin muhtaç olduğu Hürmüz Boğazı’nın selameti açısından oldukça riskliydi. Boğazı İran kapatmasa bile, boğazın olduğu hava sahasında uçuşan füzeler nedeniyle petrol sevkiyatı yapan gemi sayısı azalacaktı ve elbette yine yükselen riskler nedeniyle sigortadan nakliyata maliyetler yükseldikçe yükselecekti. Üstelik ne Avrupa ne de Asya için Körfez ülkelerinin muadili enerji tedarikçileri de yok. Herhangi bir ülkenin ya da bölgenin büyük petrol ya da doğal gaz rezervlerine sahip olmaları hemen ihtiyacı gidermek üzere devreye girebileceği anlamına gelmiyor. Petrolün ve doğal gazın sondajı, işlenmesi, depolanması, nakliyatı, sevkiyatı, dağıtımı dahil devasa yatırımlar ve inşaat süreleri gerektiren altyapı olmadan toprak altında yatan rezervin kimseye faydası yok.
Savaşı bir an önce sonlandırması için Amerika’ya baskı yapan ülkeler listesi hayli uzun elbette. Enerji krizi riski kadar bölgesel bir savaştan korkan Suudi Arabistan gibi bölge ülkeleri de bu listenin ilk sıralarında. İran, Irak’a da benzemez Suriye’ye de derler ya; gerçekten öyle. Bölge ülkeleri İran’ın bölgedeki nüfuzundan hep rahatsız olsa da İran’ın askeri yöntemlerle parçalanmasının neleri tetikleyebileceğini kimse kestiremiyor. Kaldı ki İran’a göre daha küçük ölçekli sayılan Irak ve Suriye örnekleri ortada, bu iki ülkede de hesaplar tutmadı ve milyonlarca insan devasa bir ekonomik ve toplumsal yıkımla baş başa kaldı.
Bölge ülkeleri açısından İran’ın savaş zoruyla parçalanması bölgede bir mezhep savaşının tetiklenmesinden, yeni terör örgütlerinin hızlı bir şekilde yükselmesine kadar birçok öngörülmesi ve kontrolü zor ihtimale de açıktı. Elbette burada Türkiye dahil bölge ülkelerinin en büyük tedirginliği İran’ı parçalanmaya zorlayan İsrail’in bir sonraki hedefinin ya da bölgesel talebinin ne olacağıydı ki bu risk hâlâ devam ediyor.
Açıkçası İran-İsrail arasındaki savaş ateşkesle noktalanmış gibi lanse edilse de bu süreç de savaş da kolay kolay bitecek gibi görünmüyor.
Öncelikle Amerika tarafı hâlâ İran’ın nükleer çalışmalarına devam etse bile uranyum zenginleştirmeye tamamen son vermesini istiyor. İran tarafı şimdilik bunu kabul etmiyor gibi görünüyor ancak devreye Rusya’nın girmesi ve İran’ın zenginleştirilmiş uranyumu bir başka ülkeden temin etmesi gibi bir yöntemde uzlaşılması da oldukça muhtemel.
Ancak İran-İsrail çekişmesinin on yıllara dayanan arka planına, 2011 Arap Ayaklanması ve 7 Ekim HAMAS’ın saldırısı gibi süreçlerle somutlaşan yeni eşiklere bakıldığında bölgede artık tamamen yeni ve riskli bir dönemin başladığı söylenebilir. Her dönüm noktası yeni fay hatlarının kırılmasına yol açarken mücadeleler, çekişmeler, güç savaşları yeni yöntemlerle sürdürülüyor. Yani İsrail’in İran’a yönelik saldırılarının görünürdeki gerekçesi uranyum zenginleştirme çalışmaları olsa da 12 gün boyunca yapılan saldırılarda İran’ın askeri kapasitesinin hedef alındığı oldukça açık. İsrail’in Lübnan’da, Irak’ta, Suriye’de olduğu gibi İran’da da ordunun askeri kapasitesinin kendisine meydan okuyamayacak, karşı koyamayacak seviyeye indirilmesi hedefi ile hareket ettiğini söylemek yanlış olmaz.
İsrail saldırıları başladıktan sonra herkes elbette İran’da bir rejim değişikliği olup olmayacağını sormaya başladı. Ancak İsrail, zayıflamış bir İran yönetimini elbette milliyetçi saiklerle hareket eden yeni bir İran yönetimine milyon kere tercih eder. Burada İsrail açısından İran’da rejim değişikliği hedefiyle hareket etmeyi sağlayabilecek tek olasılık kaotik bir İran olabilir, ki bunu da ne Körfez ülkeleri istiyor ne de enerji açısından Körfez’e ve Hürmüz Boğazı’na bağımlı ülkeler… Zaten Trump bile “Mevcut şartlarda bir kaosu kimse istemiyor” mealinde açıklamalar yaptı ateşkesten sonra.
Ancak bütün bunlar İsrail’i durdurmaya yeter mi? Elbette hayır. Türkiye dahil bölge ülkeleri İran-İsrail ateşkesinden sonra yatıştı mı? Elbette hayır.
12 günlük savaşla birlikte sadece Amerika tarafından, o da zar zor durdurulabilen bir İsrail imajı ortaya çıktı. Bölgede zaten kırılgan olan siyasi, iktisadi ve güvenlik şartlarını her an altüst etme politikası ile hareket etmeye hazır bir İsrail’in bundan sonra bölge ülkeleri ile yürüteceği siyasi süreçler ve müzakereler daha sert ve daha keskin olacak gibi görünüyor. Keza İsrail’i Lübnan’dan ve Suriye’den çekilmeye, Gazze’de bir ateşkese, Mısır ve Ürdün gibi ülkelerle barış anlaşmalarına sadık kalmaya kim, nasıl ikna edecek?
Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz; ateşkes İran-İsrail savaşını bitirdi mi? Hayır. İsrail, İran’a saldırmaktan vazgeçer mi? Hayır. İsrail bölgesel istikrar açısından rol üstlenecek bir noktaya geldi mi? Hayır, aksine ‘İstikrarı yıkabilirim’ tehdidi İsrail’in saldırganlığı açısından daha işlevsel bir politika olacak muhtemelen.
Bu arada Trump, İsrail’in İran’ın nükleer tesislerini yerle bir ettiğini söylerken bizzat Amerikan güvenlik bürokrasisi bunu yalanlıyor ve İran’ın nükleer tesislerdeki tahribatının yüzeysel olduğunu, birkaç ay içinde çalışmalara yeniden başlayabileceğini söylüyor. Zaten İranlılar da nükleer tesisler vurulmadan önce hassas materyali başka yerlere taşıdıklarını belirtiyor ve yine bu tesislere yönelik saldırılardan önce tırlarla bu tesislerden bir şeyler taşındığı da biliniyor.
Bu savaş kolay kolay bitmeyecek. Sırada hangi ülke var diye kendi aramızda gidişatı anlamaya çalışırken oldukça kritik bir NATO zirvesi yapıldı. Bu yılki zirvenin gündeminin ilk sıralarında iki önemli konu var; İran-İsrail savaşı ve üye ülkelerin savunma harcamalarının gayrisafi yurt içi hasılalarının yüzde 5’ine çıkarmaları. Yani silahlandıkça silahlanıyoruz. Silah satan ülkeler güçlendikçe güçleniyor ve silah satmak için bile uzun talep listeleri dayatıyor. Diplomasinin sesi giderek kısılırken sokakların sesi daha da cılızlaşıyor. Her şeye rağmen barışın ve uzlaşmanın yanında durmak için yeni yollar, söylemler, politikalar bulunması gerekiyor!