tüm yazılar:

‘Anti-küreselcilik’ ve ‘Anti-emperyalizm’ – Erkin Öncan

Orjinal yazının kaynağıideo.org.tr

‘Anti-küreselcilik’ ve ‘Anti-emperyalizm’

Uzun yıllar boyunca, ABD’nin öncülüğündeki emperyalist Batı kampının ‘evrensel değerler’ başlığı altında yürüttüğü küresel hegemonya, artık dünyanın dört bir yanında ciddi bir sorgulamayla karşı karşıya. 

Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin merkezinde olduğu, ekonomik ve askeri ve kültürel araçlarla tahakküm kurmaya çalışan emperyalist-kapitalist düzen, yalnızca Asya, Afrika ve Latin Amerika gibi ‘mağdur’ coğrafyalarda değil; bizzat Transatlantik ittifakının kalbinde bile çatırdamalar yaratıyor. 

Washington-Brüksel hattındaki çatlaklar her geçen gün daha görünür hale gelirken, dünyanın geri kalanında ‘çok kutupluluk’ söylemi üzerinden şekillenen yeni bir eğilim gelişti. 

Yükselen aşırı sağ

Bu eğilim, emperyalist merkezlerin medya ve ideologları tarafından ‘yükselen aşırı sağ’ olarak tanımlanıyor. Gerçekten de, ABD öncülüğündeki emperyalist bloğun politikasına karşı çıkan kesimler, giderek daha fazla ‘ulusal egemenlik’, ‘geleneksel değerler’ ve hatta ‘inanç ve ifade özgürlüğü’ gibi kavramlara tutunuyor. Tek bir farkla: Amerikan politikalarını destekleyenler milliyetçi, karşı çıkanlar aşırı sağcı olarak tanımlanıyor. Örneğin, Polonya’da aşırı sağ el üstünde tutulurken, Macaristan’a burun kıvrılmasının altında da bu güncel politik ihtiyaçlar yatıyor.

Bu durum, en genel ifadeyle ABD merkezli uluslararası düzenin sorgulanmaya başlanması açısından ‘olumlu’ bir gelişme olarak görülüyordu, ta ki ABD’de Donald Trump yeniden iktidar koltuğuna oturana kadar. 

Çok kutuplu dünya özlemine ve buna dair çeşitli adımlara rağmen, hala ABD belirlenimli bir dünyada yaşıyoruz. ABD emperyalizmi, Demokratlar-Cumhuriyetçiler deviniminde yol almaya devam ederken, dünyanın geri kalanında çeşitli düzeylerde sağ ideolojik zeminde şekillenen ‘muhafazakar damar’ da bu devinime göre pozisyon alıyor. 

Bunun en güncel ve dikkat çekici örneği Romanya. Romanya’da Batı karşıtı sağ akımlar, birkaç ay öncesine kadar ABD’nin dünyayı savaşa sürüklediğini, cinsiyetsizleştirdiğini, dini değerlere saldırdığını tekrarlayıp dururken, Trump iktidarıyla birlikte aynı sağ akımlar bu sefer ellerinde Amerikan bayraklarıyla meydanlara çıkmaya başladı. 

ABD’de Trump iktidarı ve ‘muhafazakarlık’ ana başlığıyla öne çıkardığı değerler, Demokrat Parti ABD’sinin kavram setinden rahatsızlık duyan kesimler ve hatta hükümetler tarafından alkışlarla karşılandı. 

Trump yönetiminin özellikle LGBTİ karşıtı, Hristiyan inanç temelli ve gelenekselci söylemleri ise Rusya başta olmak üzere Avrupa’da ABD karşıtlığıyla bilinen ülkelerde geniş sempati topladı. Politik eksendeki ABD belirlenimli iklim, yalnızca sağı değil, ‘sol’ olarak tanımlanan geniş yelpazeyi de etkisi altına almış durumda. 

Bugün, liberal ve milliyetçi kesimlerin tartışmalarında kullandığı argümanlarda ‘oturmayan, ülkeyi açıklamaya yetmeyen’ bazı şeyler olduğunu hissediyorsunuzdur. ABD’nin hepimize Türklüğümüzü unutturmaya çalıştığı, veya tersinden, Türkiye halkları arasındaki çelişkileri ‘beyaz olmak’ gibi kavramlar üzerinden açıklayan tezleri düşünün. Bu, ABD/Batı merkezli, başka bir bakış açısından ve başka koşullar üzerinden üretilen argümanların doğrudan çeviriyle sunulmasıyla ortaya çıkan bir biçim. 

Bu ‘gariplik’ yalnızca ülkemize has değil, ABD’yle önemli ilişkileri bulunan bütün ülkelerde çeşitli düzeylerde yaşanıyor. Emperyalizm, dünyayı yalnızca askeri ve ekonomik yaptırımlarla değil, kültürel ve ideolojik olarak da hedef alıyor, yeni rotalar oluşturuyor, problemlerin öncelik sıralamasını değiştiriyor. 

Peki, emperyalizmin varlığından rahatsızlık duyan ve sayısı gittikçe artan kesimler neden gelenekselliğe yöneliyor?

Bu sorunun yanıtı, en genel ifadeyle sosyalist seçeneğin bastırılmasından kaynaklanıyor. Türkiye de dahil olmak üzere, Avrupa’da aşırı sağın büyük güç kazandığı bütün ülkelerde komünistlere karşı ciddi yasaklar bulunuyor. Ukrayna, Litvanya, Slovakya, Polonya, Macaristan, Gürcistan gibi ‘sağın yükselişinin’ konuşulduğu ülkelerde komünist parti kurma yasağı, komünist sembollerin kamusal alanda kullanılmasının suç sayılması gibi ciddi önlemler hala yürürlükte. 

Emperyalizmin ideologları, aşırı sağın yükselmesinde her seferinde ‘Rus parmağı’ görse de, sistem dışı sağ alternatif bizzat mevcut emperyalist-kapitalist sistem eliyle yaratılıyor. 

‘Küreselcilik karşıtları’ kimler?

Sağ ideolojik zeminde şekillenen ABD/Batı karşıtlığının en popüler söylemi ise ‘Küreselcilik’…

Küreselcilik karşıtları (İngilizcede anti-Globalists), çoğunlukla milliyetçi/ulusalcı düşünce akımlarıyla paralellik gösteren, komplo teorilerine yatkın, göç, kültür ve kimlikler başlıklarında reaksiyoner duruşa sahip, sınırları çok da belirli olmayan bir topluluğu temsil ediyor. 

Aynı yukarıda söylediğimiz gibi, bu söylem dahilinde politika geliştirenler, genel ifadeyle ‘Batı veya ABD karşıtı’ olsa da bütün ideolojik temellerini bu emperyalist merkezlerden öğrenmiş durumda. 

Bu tutumla anti-emperyalist bir pozisyona sahip olmak arasında ise çok temel farklar bulunuyor. 

‘Küreselcilik karşıtlarının’ en çok vurguladığı yer ise ‘Woke ideoloji’…

Siyah Amerikalıların ırkçılığa, baskıya, adaletsizliklere karşı uzun süredir kullandığı “Stay woke” (Uyanık kal) ifadesi, Demokrat Parti öncülüğündeki neoliberal akıl tarafından ‘ehlileştirilip’, sermaye düzeniyle uyumlu hale getirilip bir ihraç kalemi haline getirildikçe, Amerikan sağı da hızla bu dönüşüme ayak uydurdu ve Demokratlar da dahil olmak üzere doğru ya da yanlış, sosyal adaletten, kimliklerden bahseden herkese bu etiketi yapıştırmaya başladı. (Hatta Amerikan sağı, Biden yönetimine ‘Marksist’ bile diyordu)

En başta söylediğimiz gibi, politik aklını bu ABD içi devinimlere göre şekillendiren ‘küreselcilik karşıtları’ da bu kavrama hızla sarıldı ve politik söyleminin temeline oturttu. 

Peki, anti-emperyalistlerle küreselcilik karşıtları arasında ne gibi farklar var?

– Küreselcilik karşıtları, ABD’nin woke ideolojiyle ‘bütün dünyayı ahlaksızlaştırmaya çalıştığına’ inanırken, anti-emperyalistler cinsel kimlik, kişisel hak ve özgürlükler gibi kavramların emperyalizm tarafından, sınıf çelişkilerini gölgelemek üzere araçlaştırıldığının farkındadır ve çözüme emek eksenli, birleştirici bir perspektifle yaklaşır. 

– Küreselcilik karşıtları, küreselcilerin göç yoluyla ulusal kimliklere saldırdığı/bozduğu iddiasıyla göçmenlere yönelik nefret geliştirerek nihayetinde emperyalizmin amaçladığı politik iklime hizmet ederken, anti-emperyalistler, göç olgusunun emperyalist saldırganlığın öncelikle ‘göç veren ülkeye’ karşı bir silah olarak kullanıldığını tespit eder, göç alan ülkede ortaya çıkan göç kaynaklı çelişkilerin gerçek sorumlularını teşhir eder. 

– Küreselcilik karşıtları, iklim krizinin ülkeleri kontrol altına almak için ‘uydurulmuş’ bir gündem olduğunu savunurken, anti-emperyalistler, iklim krizine akılcı çözümler geliştirerek, emperyalizmin iklim krizini hem yaratan, hem de çözüm sunar gibi görünen ikiyüzlü politikalarını açığa çıkarır.

– Küreselcilik karşıtları, insanlığın en önemli bilimsel ilerleme alanlarından olan aşıların etkili olmadığı, insanları kontrol altında tutmak için uygulanan bir planın parçası olduğunu savunurken, anti-emperyalistler, uluslararası ilaç tekellerinin, insanlığın ortak mirası olan tıbbi gelişmelerin kar amacıyla satışına karşı mücadele eder. 

– Küreselcilik karşıtları, karanlık odakların renkli devrimler eliyle rejimleri değiştirmeye çalıştığını savunarak, mevcut hükümetlerin etrafında birleşilmesini savunurken, anti-emperyalistler, renkli devrimlerin gerçek sorunlar üzerinden şekillendiğini görür ve emperyalist müdahaleye karşı çıkarken bu müdahaleye altın tepsi sunan iç sorunlara karşı da mücadele eder. 

Bu örnekleri çeşitli senaryolarda çoğaltabiliriz. Ancak özetlemek gerekirse, dünyada yaşanan gelişmeleri sosyal mühendislik amacı taşıyan gizli planlar varmış gibi okumak, apaçık gerçekliği gölgelemenin en etkili yolu: Emperyalizm.

Bu ayrım neden önemli?

Küreselcilik karşıtlığıyla anti-emperyalizm arasındaki ayrımı görmek ve anlamak, ABD karşıtı politikaların her gün daha fazla hissedildiği dünyada hayati bir öneme sahip. Dünya siyaseti elbette siyahla beyazdan oluşmuyor. Dünyada, birbiriyle rekabet halinde olan, değişen durumlara göre pozisyon alan çok sayıda ‘katman’ var günümüzde. Artık çok sayıda hükümet ve dünya genelinde milyonlarca insan, ‘çok kutuplu dünyayı’ tartışıyor.

Dolayısıyla, ayrımı anlamak, çok kutuplu dünya tartışılırken, BRICS, Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) gibi ‘alternatif’ yapıları doğru analiz etmek için de önemli. 

ABD, NATO ve Avrupa Birliği (AB) dışında kalan bütün bu birliktelikler, paydaşlarının kendi arasında ciddi çatışma halinde olduğu yapılar. Sınır çatışmaları, ekonomik rekabet ve gelişmişlik düzeyi açısından ‘yeni dünya’ hala çok geride ve emperyalizmin aksine üzerinde uzlaşılmış, başı sonu belli bir ideolojisi yok. Bu bileşenlerin politik ve kültürel düzlemde ortaklaşır göründüğü tek konunun ‘geleneksel değerler’ olması ise ciddi bir uyarı olarak okunmalı. 

Zira emperyalizm de artık ‘geleneksel değerler’ diyor. Ancak hala ‘tek kutup’ istiyor…

Yeniçağ'da yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar Yeniçağ Gazetesinin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.

Son Yazılar

spot_img

Son eklenenler

spot_img