Home iktibas Pınar Öğünç Samimiyet ve siyaset, savaş ve barış – Pınar Öğünç

Samimiyet ve siyaset, savaş ve barış – Pınar Öğünç

0
Reklamlar

Samimiyetin Türkiye kadar gündelik siyasette bir kriter, talep olduğu başka bir ülke var mı acaba? Siyaset ve samimiyet. Hele böyle bir ülkede nasıl olabiliyorsa, siyasetten uzak kalmayı bir erdeme benzetme çabasındaki “siyasette herkes ikiyüzlü, ben ilgilenmiyorum” sularından ortaya atmıyorum baştaki soruyu. Zaten anlıyorsunuz; farklı farklı samimiyetler var ve biz kullanan tarafın bir alet gibi işlemesiyle oluşmuş tüm versiyonlarını anlıyoruz. İslami, ahlaki ve AKP’li tınısı için bir -ğ eklenerek uzatılan “samiğmiyet”i tanıyoruz, kimlerin “gayrı-samimi” ilan edilebileceğini kestirebiliyoruz. Misal yıllarca aleyhine atılıp tutulmuş AKP ile ortaklığa baş koyan MHP’ye samimi mi, diye sorulmayacağını biliyoruz.

Samimiyetin sözlük karşılıklarından olan yakınlık, içtenlik ve doğruluk, özellikle siyaset sahnesinde bizi farklı yerlere çıkarabiliyor; o yüzden birinin samimiyeti samimiyetle nasıl kullandığını anlamak önemli.

Siyasette bir işlevi olacaksa, şu karşılığa odaklanılabilir: “Bir şeyin en iç kısmı, öz”. Çünkü burası iyilik-kötülük değerlendirmesinden azade bir yeri işaret ediyor. Biri “kötülüğünde” de samimi olabilir. Bu sorgulamada esas olan dışarıya yansıyanın en iç kısmı olup olmadığı.  

*

Samimiyet kavramı üzerine daha önceki “süreçte” (bununla da ne demek istediğimi anlıyorsunuz, anlıyoruz) yazmış olmam tesadüf değil. Hafızam bu genellemede beni yanıltmıyorsa o dönem “Kürtler samimi mi?​” daha fazla uçuşuyordu havada, çünkü PKK duruyordu. Bu defa ağırlıkta olan “AKP samimi mi?​” sorusu Kürtlere; samimiyeti bu derece şaibeli görülen bir aktörle barış masasına oturmak doğru mu, minvalinde sekerek ulaşıyor.

*

AKP bu çözüm sürecinde samimi mi? Bu eğer, AKP içtenlikle ve sadece bu ülkeye barış gelsin mi istiyor gibi bir soruysa, zaten bunu duymak için soranlara cevap verilebilir: Hayır. Fakat şu an sorulması gereken bu değil. “AKP samimi mi?​” diye başlamak dahi yirmi yılı aşan iktidar tarihini, önceki barış süreci deneyimini ve genel olarak çatışma süreçlerinin sonlandırılmasına dair başkaca örnekleri bir kenara itmek, unutmak demek. Bunu sorabilmek, dünyevi olmayan bir naiflikle yahut sertleşerek dünya işinden kopmuş soyut bir radikallikle, gelmeyecek nedameti talep etmek demek. Hakikaten ne bekleniyordu ki? Tabanın bir yerlerinde içtenlikle, koşulsuzca barıştan yana olanlar varsa onları ezip geçmeyelim ama onun dışında partinin stratejik olarak buna karar verdiği, belli koşulların bunu dayattığı ya da bu tercihin çeşitli açılardan kullanışlı/kârlı göründüğü açık. Ama kritik nokta da burası: Barış, ancak savaşanların bir masaya oturmasıyla sağlanabilir. Çatışmış, aynı düşünmeyen, aynı şeyi istemeyen, birbirine güvenmeyen, ‘özünde istediği bu mu’ diye soran taraflar. Başka nasıl olacak? Oturdular, o masa, masanın fiziki sınırlarını da aşarak etrafındakilerle birlikte neye evriltilebilir, evriltilebilir mi?

*

Bundan sonrasını zorlanarak yazıyorum, belki de durup her şeyden önce bunun nedenleri üzerine konuşmalı. Zor, çünkü klavyede noktayla bitirdiğim her cümleye yükselebilecek bir ses var, onu duyuyor, cevap verme gereği duyuyorum. Kimseden AKP’nin sicilini bir daha dinlemek istemiyorum, kafi. Yazmak zor çünkü ona uzanacak yolun taşından, çukurundan konuşunca sürece halel geldiğini sayan, “barış”ı insansız, maddesiz bir maneviyat olarak ele alanların sesini duyuyorum. Zor çünkü, kaderini eline alma cüreti göstermiş bir halkı yekten güvenilmez; herkesi, kendi inandığını dahi her an satabilir görenlere karşı savunmaya çalışmayı zul sayarım. Silah bırakmaya karar veren neredeyse yarım asırlık bir siyasi hareketi, “Kürtlerin ömrü hep savaşla mı geçecek? Bu kadar savaş istiyorlarsa kendileri savaşsınlar” demek zorunda bırakan tazyiki anlaşılmaz buluyorum. Daha evvelki ateşkeslerden farklı olarak bunun Kürt halkı için ne denli büyük bir karar, yeni mücadelelerle dolu ne denli yeni bir evre olduğunun yeterince anlaşıldığını da sanmıyorum. Masanın o cenahında görülen heyecan belki çokça bundandır.

Yazmak zor çünkü bir yandan da bilmiyorum. Kamuoyu yoklamaları zemini kaygan hissettirdikçe iktidar ortaklarının bir anda cayıp neler yapabileceğini kestiremiyorum. Ancak geçmişin eşitsizliğini düzenleyecek yasa tadilatı bile çıkmadı. Neler olacağını öngöremiyorum. Başa dönüp “işte bunlarla mı barış yapılacak?​” diye soranlara, aynı esnada başka bir karede yaşadığımız hukuksuzluklardan, siyasi baskıdan söz edenlere, buralara nasıl geldiğimizi hatırlatacak kadar yerim yok. Sürece inanıyor musun, gibi bir soru yersiz, hayaletlerden konuşmuyorsak.

İlk barış sürecinde ve sonrasında sahada çalışan bir gazeteciydim, şu an değilim. Roboski’de uyandığım sabaha, Barış Anneleri’nin evlerinde dinlediğim hikayelere, hendek sürecinde üzerindeki kıyafetlerle canını kurtarıp başkalarının evlerine sığınanlara, savaşmaktan yorulanlara, şu anda cezaevinde olanlara, Sırrı Süreyya Önder’e verilmiş bir söz gibi değil sadece. AKP’yi masaya oturtan her ne olursa olsun, buradan kendi sözleşmesini yazan bir muhalefet çıkabileceğine, emek verilirse buna imkan olduğuna inanmak istiyorum.

Not: Tanıl Bora’nın etraflı “samiğmiyet” tefsirinin yer aldığı “Zamanın Kelimeleri” İletişim Yayınları’ndan.

Samimiyetin süreç dışı kullanımlarına odaklanan 2013 tarihli yazı: https://bit.ly/4kipiGx

No comments

Yorumunuzu ekleyinCevabı iptal et

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Exit mobile version