İkinci Dünya Savaşı’ndan tüm dünyaya yayılmış devasa bir ordu ile çıkan ABD, 1990’lı yıllara kadar Sovyetler Birliği ile giriştiği Soğuk Savaş boyunca hem dünyayı istediği gibi şekillendirebilecek hem de askeri ve ekonomik üstünlüğünü sürdürecek birçok farklı stratejik yol haritası belirledi. İçlerinde ABD’nin dış politikasına damgasını vuran ise Kissinger’ın izlediği stratejiydi. Henry Kissinger, Richard Nixon’ın (1969–74) ve Gerald Ford’un (1974–77) ulusal güvenlik danışmanı ve ardından dışişleri bakanıydı. İflah olmaz bir “realist” olarak, her zaman “ahlaki idealizm” yerine güç ve çıkarları önemsemişti. Bugün Trump yönetiminin dış politika analizini yapan birçok makalede Kissinger dönemine referans verilmesi bu sebeple boşuna değil.
Kissinger, 1970’lerde Soğuk Savaş’ın göbeğinde, ABD’nin iki büyük düşman olarak benimsediği Sovyetler Birliği ve Çin’e karşı, iki gücü birbiriyle dengeleme yolunu seçmişti. Bu dengeleme Çin ile Sovyetler arasındaki ideolojik ve sınır çatışmalarına dayanıyordu ve ABD için bir fırsat yaratmıştı. Kissinger strateji olarak ABD’nin Çin ile yakınlaşması gerektiğini belirtmişti ve bu amaçla Başkan Nixon 1972’de Pekin’i ziyaret etti. Amaç Çin’i Sovyetler’den tamamen uzaklaştırmak ve Sovyetler’i Asya Pasifik’te yalnızlaştırmaktı. Hemen ardından Sovyetler ile girilen “yumuşama dönemi”nin ana hedefi de Soğuk Savaş’ta kontrollü rekabet ortamı yaratmak ve bu ortamda uzun vadede Sovyetler’i ekonomik olarak yıpratmaktı. Elbette Kissinger’ın bu hamlesi Soğuk Savaş’ın tam ortasında, çıkar temelli bir hamleydi.
TRUMP’IN STRATEJİSİ
Beyaz Saray’a ikinci kez çıkan Trump yönetimi küresel olarak ortay çıkan yeni jeopolitik düzene, Vijay Prashad’ın “Donald Trump’s Reverse Kissinger Strategy” makalesinde belirttiği üzere, ‘Ters Kissinger Politikası’ ile cevap veriyor. Esasında ABD’nin dış politikada Asya’da yükselen Çin’i merkeze almaya başlaması Obama’nın başkanlığı dönemine dayanıyor. Obama’nın başkanlığının ilk döneminde açıklanan ‘Asya Pivotu’ politikası, ABD’nin küresel ağırlığını Asya-Pasifik bölgesine kaydırmasını öngörmekteydi. Bu amaçla askeri olarak yoğunluğun bulunduğu Ortadoğu bölgesinde devam eden çatışmaları müzakere gibi yöntemlerle sonlandırmak ABD’nin stratejik ağırlığını Asya’ya kaydırmasına olanak sağlayacağı için, özellikle İran ile nükleer müzakereler, Irak’tan 2011 itibariyle askeri olarak çekilmek ve Afganistan’da siyasi arayışlar Obama döneminin öne çıkan örnekleri oldu.
Her ne kadar Ortadoğu’da 2010’da başlayan Arap isyanları sonrası ABD bölgedeki askeri varlığını arttırsa da Asya Pivotu stratejisi, ABD dış politikasında Çin merkezli perspektifi vurgulaması bakımından ilkti.
ABD gibi ülkelerde başkanlar değişse de dış politikanın bir süreklilik arz ettiğini söylemek olası. Dört yıllık ilk Trump dönemi es geçilirse, Biden dönemi de dış politikada Asya ve Çin merkezlilik sürdürüldü. Biden da Trump gibi Çin’i en önemli stratejik rakip olarak görmekteydi ve stratejisi Çin karşıtı NATO, AB, Asya müttefikleriyle koordineli bir strateji izlemek ve müttefikleri güçlendirmekti. Fakat Biden’ı, halefi Trump’tan ayıran en temel nokta Çin’i aynı zamanda ideolojik bir rakip olarak görmesiydi. Tıpkı Soğuk Savaş dönemi Sovyetler’e karşı izlenen politika gibi Çin’e karşı da “Çin gibi otoriter rejimler, ABD gibi demokratik rejimlere karşı” söylemi Biden döneminde dikkat çekiyordu. 2025’te başkanlık koltuğuna oturan Trump’ın dış politikasını selefinden ayıran temel nokta da bu ideolojik söylemin olmaması.
KISSINGER’IN PALTOSU
Trump yönetimi tıpkı Kissinger’ın 1970’lerde izlediği politika gibi çıkar odaklı bir Çin politikası izliyor. Bu doğrultuda Rusya ile özellikle Ukrayna konusunda uzlaşmak ve Çin’e karşı nötr kalmasını sağlamak temel hedeflerden birisi olarak belirlendi. ABD’nin stratejisine göre Çin’e karşı gümrük vergilerinden, teknoloji ambargolarından oluşan sert bir ekonomik savaş önceleniyor. Trump’ın ABD’si Rusya’yı ikincil tehdit olarak konumlandırırken, Çin’i artık birincil tehdit olarak görüyor. Bu görünüm de ABD dış politikasında değişen küresel öncelikleri göstermesi bakımından dikkat çekici. Trump tarafından 2 Nisan’da açıklanan yeni gümrük tarifeleri de Ters Kissinger politikasını doğrular nitelikte. Çin, AB, Japonya, Vietnam, Kanada gibi ülkelere getirilen gümrük tarifesinin Rusya’ya karşı uygulanmaması eleştiriliyor. Güç ve ulusal çıkarları merkezine alan Trump’ın dış politikasının temel el kitabı olarak adlandırılan Heritage Foundation’da 2024 Ağustos’unda yazılan “Daha Tehlikeli Bir Dünyada Amerika’nın Çıkarlarını Savunmaya Yönelik Bir Strateji” makalesi, ABD’nin izleyeceği dış politikayı işaret etmesi bakımından önemli. Makaleye göre ABD’nin 3 yeni stratejik önceliği olmalı: Tayvan işgalinin caydırılması, Amerikan topraklarının savunulması ve müttefikleri kendi güvenliklerini almaları noktasında ikna etmek.
Grönland’ın ABD tarafından ilhak edilmek istenmesi tartışmalarını da Hamid Javadi, jeopolitik askeri önceliklere dayandırıyor. Grönland ve Arktik adası, Avrupa’dan Kuzey Amerika’ya olan en kısa rota üzerinde yer alıyor ve bu nedenle ABD’nin balistik füze sistemi açısından kritik öneme sahip. ABD, halihazırda NATO adına füze uyarı ve uzay gözetleme operasyonlarını destekleyen Pituffik Uzay Üssü aracılığıyla Grönland’da askeri varlığa sahip. Üs Soğuk Savaş döneminde Sovyetler’e karşı kullanıldı. Trump’ın adadaki askeri varlığını artırmak istemesi bu bakımdan tesadüf değil çünkü öncelikli olarak bu alana Grönland, İzlanda ve Büyük Britanya arasındaki suları izlemek için radar sistemleri kurmayı planlıyor. Bu bölge ayrıca Rusya tarafından sık kullanılan bir geçit konumunda.
Adanın bir diğer önemi de küresel ısınma sebebiyle ortaya çıkan doğal kaynaklar. Hamid Javadi, bir Beyaz Saray yetkilisinin buzulların erimesi neticesinde ortaya çıkan kritik olan nadir toprak elementlerinin ABD ekonomisini bir nesil boyunca besleyecek kapasiteye sahip olduğunu ifade ettiğini belirtiyor. ABD açısından Grönland’ı kontrol etmek, bu kıymetli kaynaklar için Çin’e olan bağımlılığı azaltmak anlamına gelmesi bakımından çok kritik. Silahlanma yarışının tırmandığı, üçüncü dünya savaşının hazırlıkları mı yapılıyor sorularının sorulduğu bu süreçte, Trump’ın Kissinger’a takla attırarak yeni bir strateji oluşturmaya çalışması bizzat yeni bir savaşın sebebi mi olacak zamanla göreceğiz.