Kıbrıs iktibasLayık TopcanKadınlar Günü: Kutlama mı Mücadele mi? Anastasia’ların Sessiz Çığlıkları… - Layık Topcan
diğer yazılar:

Kadınlar Günü: Kutlama mı Mücadele mi? Anastasia’ların Sessiz Çığlıkları… – Layık Topcan

392 Takipçiler
Takip Et
Orjinal yazının kaynağıozgurgazetekibris.com

Bir 8 Mart daha geldi.

“Kadınlar Günü” bir kutlama günü mü yoksa kadınların hak mücadelesinin gözden geçirildiği bir gün mü?

Aslında her ikisi de!

Kadınlar Günü kadınların, toplumsal, ekonomik, kültürel ve politik alanlarda elde ettikleri başarıları kutlamak için bir fırsat.

Aynı zamanda bugün kadınların hak mücadelesini hatırlamak, cinsiyet eşitsizliği ve adaletsizliği üzerine düşünmek ve bu mücadeleye devam etmek için bir fırsat olarak da değerlendiriliyor.

Bir gerçek var ki; Kadınlar Günü, kadınlara çiçek verilecek, yemeklerle kutlanacak ve bu kutlamaların boy boy fotoğraflarının paylaşılacağı bir gün değildir!

Bu günün, “Kadınlar Günü” olarak Birleşmiş Milletler kararıyla uluslararası düzeyde kabul edilmesinin nedenini hatırlayalım.

Dünya Kadınlar Günü’nün kökeni, 8 Mart 1857‘de New York‘ta tekstil işçisi kadınların daha iyi çalışma koşulları ve eşit ücret talepleriyle hak mücadelesi için gerçekleştirdikleri, birçok kadının yaşamını yitirdiği greve dayanır.

Bu olay, kadın hakları mücadelesinin simgelerinden biri haline geldi. 1910 yılında Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı‘nda, kadın hakları mücadelesini simgeleyecek bir gün belirlenmesi kararlaştırıldı.

8 Mart, 1921’de Sovyetler Birliği‘nde resmen tanınarak kutlanmaya başlandı ve zamanla birçok ülkede kabul gördü.

Birleşmiş Milletler, 1977 yılında 8 Mart’ı “Kadın Hakları ve Uluslararası Barış Günü” olarak ilan etti.

Kararın amacı, dünya barışının korunması, sosyal gelişim ve temel insan haklarının kullanılabilmesi adına kadınlara eşitlik ve kendilerini geliştirme olanakları sağlanmasıydı.

Aradan geçen yarım yüzyıllık süreye rağmen, 21. yüzyılda hâlâ hak mücadelesi ihtiyacının olması, erkek egemen dünya düzenini yüzümüze çarpıyor.

Kadınlara yönelik şiddet, hâlâ büyük bir sorun olmaya devam ediyor. Şiddetin her türlüsüne karşı durmak ve kadınların güvenliğini sağlamak en öncelikli konu.

Kadınlar hâlâ erkeklerle aynı işi yaptıklarında eşit ücret alamıyor ve çalışma koşullarında ayrımcılıkla karşı karşıya kalıyorlar. Eşitlik sağlanana kadar bu mücadeleyi sürdürmek önemlidir.

Kız çocuklarının ve kadınların potansiyelini gerçekleştirebilmesi için eğitim ve fırsat eşitliğinin sağlanması hâlâ mücadele edilmesi gereken bir alan.

Kadınların karar verme mekanizmalarında ve süreçlerinde aktif rol alması, toplumsal gelişme için önemli.

Bu yüzden politikada, iş dünyasında ve diğer liderlik pozisyonlarında daha fazla ve daha etkili bir şekilde yer almaları gerekiyor. Kadınların sağlık haklarına erişimi, özellikle üreme sağlığı konusunda, güvence altına alınmalıdır.

Etkili bir mücadele için ise iş birliği, destek ve dayanışma ağları şart.

Kadınların çatışmalardaki yeri ve bu çatışmaların giderilmesi, barışın sağlanmasındaki rolü de önemli. Bu nedenle, kadınlar bu süreçlere aktif, eşit ve etkili olarak katılmalıdır.

Geçtiğimiz gün Avrupa Birliği’nin düzenlediği bir konferans vardı: “High-Level Conference – Women in Leadership: Empowering Women in a Changing World” (Üst Düzey Konferans – Liderlikte Kadınlar: Değişen Dünyada Kadınları Güçlendirmek)

Online izledim konferansı. Ana konuşmacı, Ukrayna’dan önemli bir kadındı. Kadınların savaşta üstlendikleri önemli görevleri anlattı.

Evet, mutlaka öyledir.

Ancak birkaç gün önce Washington’da Beyaz Saray’da bir oda dolusu erkeğin bulunduğu ortamda iki erkeğin çatışmacı bir dille tartıştığına, birinin diğerine aşağılayıcı bir üslupla ayar vermeye çalıştığına şahit oldu dünya.

Dünyadaki birçok örnek gibi, Beyaz Saray’da “Oval Ofis”de kameraların önünde yaşanan bu tartışma erkeklerin egemen olduğu ve çatışmacı yaklaşımların yaygın olduğu bir ortamın simgesi olarak çok çarpıcıydı. O Oval Ofis’te kadın liderler olsaydı, nasıl bir diyalog izleyecektik acaba?

Dünya başka bir yer olabilir; kadınların yönetiminde, barış süreçlerinde, iş yaşamında, ekonomide daha etkin rol almasıyla.

Tabii sadece kadının varlığı yeterli olmayacaktır. Kadın veya erkek, hiç fark etmez, asıl önemli olan toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısının her alana yerleşmesidir.

Toplumsal cinsiyet eşitliği, tüm bireylerin potansiyelini gerçekleştirebildiği ve birlikte daha iyi bir dünya inşa edebildiği bir gelecek için gereklidir.

***

Mart ayı, Birleşmiş Milletler “Kadının Statüsü Komisyonu” (Commission on Status of Women – CSW) toplantılarının yapıldığı bir dönemdir.

Her yıl farklı bir temanın tartışıldığı, kadının dünyadaki konumunun gözden geçirildiği toplantılar yapılır. 2001 yılında birkaç arkadaşımla birlikte, Kıbrıs Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği olarak katılma şansı bulduğum bu toplantıların bu yıl 69’uncusu yapılacak, 9-21 Mart tarihlerinde.

Bu önemli tartışma platformuna katılabilmek için artık uçakla bir gün boyunca seyahat etmeye gerek yok. İletişim teknolojileri gelişti, yaygınlaştı ve Covid-19 pandemisiyle birlikte günlük yaşantımıza girdi.

Bu sayede artık, bu tür toplantılara internet üzerinden online olarak uzaktan katılabilmek mümkün.

Bu yılki tartışma konularından bir tanesi de seks işçiliği.

Seks işçiliği konusu, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın hakları mücadelesinde çok önemli bir mücadele alanı.

Anastasia

Tam da Kadınlar Günü arifesinde 25 yaşındaki konsomatris Anatolia’nın ölü bulunmasının yüzümüze çarptığı kangrenleşmiş gerçekle bir kez daha yüzleştik.

Kumarhaneler, kerhaneler, bet ofisleri, inşaat sektörü, araba galerilerinden beslenen rantçı mafyatik düzene kurban olmuş genç bir kadındı Anastasia.

Anastasia’nın trajik ölümü, seks işçiliği ve insan ticareti konusundaki acı gerçekleri bir kez daha gözler önüne seriyor.

Bu ülkede, sözde “seks işçiliğinin” aslında devletin bilgisi ve gözetiminde, konsomatris adı altında “seks köleliği” olması, herkesin bildiği bir sır.

Anastasia daha doğmadan yıllar önce Lefkoşa Belediye Başkanlığı için adaylardan biri “Organize Gece Kulüpler Bölgesi” ayrılmasını önermiş, bir başka aday ise Lefkoşa Surlariçi’nin Amsterdam’daki “Red Light Streets” gibi bir bölge olmasını önermişti.

Neyse ki Lefkoşa Surlar İçi “Red Light Streets” bölgesi olmadı, ancak organize olmasalar da gece kulüpleri bölgeleri oluştu kentlerin dışlarında.

Anastasia’nın hikâyesi, seks işçiliği ve insan ticareti konusundaki mücadelede daha cesur, kararlı ve etkili kararlar gerektiğini hatırlatıyor.

Anastasia gibi genç kadınların, bu rantçı ve mafiyatik düzenin kurbanı olmaması için, yıllardır yazılan çizilen, atılması gereken birçok adım vardır. Ancak bir türlü cesaret ve kararlılık gösterilemiyor.

Bu tür trajedilerin bir daha yaşanmaması için toplum olarak birlikte hareket etmek ve gerekli adımları atmak büyük önem taşıyor. Yasal düzenlemeler, destek ve koruma mekanizmaları, farkındalık ve eğitim, uluslararası iş birliği gerekir. Hemen şimdi, hem de!

Yapılamıyorsa bunlar, kapatılsın bu batakhaneler!

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
414AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin