diğer yazılar:

Almanya’da seçim sonrası yeni dönem – Gencay Sözüdoğru

392 Takipçiler
Takip Et
Orjinal yazının kaynağıbirgun.net
Die Linke’nin seçim barajını aşması zaten stratejik bir önem taşıyordu. Daha önce sola oy vermemiş ancak AfD’nin yükselişinden kaygı duyan kesimler de Die Linke’ye yöneldi. Parti, parlamenterizmin sınırlarına hapsolmayıp, sokağın nabzını elinde tutmaya devam ederse, önümüzdeki süreçten güçlenerek çıkabilir

23 Şubat’ta Almanya’da gerçekleşen genel seçimlerin ardından ülkedeki siyasal dengelerde önemli değişiklikler meydana geldi. Her ne kadar muhafazakâr Hristiyan Demokrat Parti (CDU) seçimlerden birinci parti olarak çıkmış olsa da, tek başına iktidar olabilecek çoğunluğa ulaşamadı. CDU lideri Friedrich Merz, 20 Nisan’a kadar hükümeti kurmayı hedeflediğini belirtti ve ilk durağının Sosyal Demokratlar olacağını açıkladı. Koalisyon hükümeti açısından en olası senaryo, bu iki partinin bir araya gelmesi gibi görünüyor.

Biri kısmen muhafazakâr, diğeri ise sosyal demokrat olan bu iki parti, Alman siyasal tarihinde rakip olsalar da aslında birbirine çok uzak olmayan iki devlet fraksiyonu olarak değerlendirilebilir. Öyle ki, yönettikleri belediyelerde bile hangi partiden olduklarını anlamak çoğu zaman ilk bakışta mümkün değil. Eski Başbakan Merkel’in uzun süren iktidarında, CDU’nun en büyük destekçisi çoğu zaman Sosyal Demokratlar olmuştu. Ancak CDU’nun yeni lideri Merz, Merkel gibi ılımlı bir figür değil. Aksine, onun liderliğinde parti daha sağda konumlanıyor. Olası bir iktidarda CDU’nun, muhalefetteyken benimsediği sert ve uzlaşmaz tavrı ne kadar sürdürebileceği ise merak konusu. Yeni hükümetin temel dinamikleri, önceki dönemin neden yürümediğinde gizli.

ESKİ HÜKÜMET NEDEN ÇÖKTÜ?

Daha en başında, koalisyon hükümeti Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesiyle başlayan küresel krizler ve ülke içinde gelişen ekonomik meseleler karşısında son derece kırılgan bir zemin üzerine inşa edilmişti. Koalisyonun iç çelişkileri yalnızca iç politikada değil, dış politikada da Almanya’nın liderlik rolünden en uzak olduğu dönemi doğurdu.

6 Kasım’da, Hür Demokrat Parti’nin (FDP) koalisyondaki temsilcisi Maliye Bakanı Christian Lindner’in Şansölye Olaf Scholz tarafından görevden alınması, koalisyon hükümetinin sonunu getirdi. Koalisyon ortakları arasındaki en büyük anlaşmazlık ekonomi politikalarıydı. Sosyal Demokratlar ve Yeşiller, görece daha esnek bir mali politika talep ederken, FDP ise sosyal harcamaların kısıtlanmasını ve özellikle işverenlere yönelik vergi indirimleriyle ekonominin canlandırılmasını savunuyordu. Ancak bu görüş ayrılıkları hükümet içinde aşılmaz bir krize dönüştü.

Zaten çökmesi an meselesi olan hükümetin temelinde yatan asıl sebep, Almanya’nın yaşadığı ekonomik durgunluktu. Başta otomotiv ve kimya olmak üzere birçok sektörü etkileyen ekonomik kriz, sübvansiyon taleplerini artırırken, Ukrayna Savaşı için gerekli finansman da büyük bir sorun haline geldi. FDP, savunma ve askerî harcamalar için borçlanma yerine sosyal harcamalardan ve iklim politikalarına ayrılan kaynaklardan kesinti yapılmasını öneriyordu. SPD ve Yeşiller ise bir önceki hükümet döneminde sosyal devlet uygulamalarının budandığı politikaların sorumluluğunu üzerlerinden atamamışlardı ve bu yüzden devlet borçlarının artırılması yoluyla finansman sağlanmasını savunuyorlardı. Hükümetin çöküşüne yol açan temel mesele, ekonomik krize dair bu iki zıt yaklaşım oldu.

OLASI KOALİSYON VE GELECEK SENARYOLARI

Bir önceki hükümet bir savaş hükümetiydi; yeni kurulacak hükümet de yine bir savaş hükümeti olacak. SPD’nin, Yeşiller’e rağmen Avrupa merkezli ve Rusya ile daha ılımlı bir ilişki kurma arzusu, CDU ile birlikte NATO içinde daha saldırgan bir tutuma bırakacak. ABD ile uyumlu bir şekilde Çin’e yönelik yaptırımlar artırılacak. Zorunlu askerlik de dahil olmak üzere askerî harcamalar artırılacak. Bunun yanında, kamu harcamaları kısıtlanarak sosyal yardımlar ve altyapı yatırımları azalacak.

Tüm bunlar için gerekli finansman yalnızca kemer sıkma politikalarıyla sağlanabilir mi? Sosyal Demokratlar, böyle bir senaryoda bir kez daha kendi toplumsal tabanını karşısına alır mı? Bunu şimdiden kestirmek zor. Borçlanma yoluna gitmek mantıklı görünse de artık çok daha zor, çünkü CDU ve SPD’nin borçlanma veya anayasa değişikliği için gerekli parlamento çoğunluğunun (%66) sağlanması gerekiyor. Bu sayı, Yeşiller’in desteğiyle bile mümkün değil.

İşte tam da bu noktada, parlamentodaki yeni dengeler devreye giriyor. CDU ve SPD, bu türden değişiklikler için aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) veya solcu Die Linke’nin desteğine muhtaç kalabilir. CDU ve SPD’nin, Die Linke’nin desteğini alması zor görünüyor. Ancak yalnızca kritik durumlar için AfD’nin desteğine başvurabilirler. Böyle bir senaryoda, seçim öncesinde de kısmen görüldüğü gibi, yüz binlerce kişinin sokak protestoları düzenlemesi olası. Dolayısıyla, iktidar seçenekleri oldukça sınırlı ve Almanya’nın geleceğini biraz da Ukrayna Savaşı’nın seyri belirleyecek.

AŞIRI SAĞIN SINIRLARI VE SOLUN YÜKSELİŞİ

Seçim sonuçları, aşırı sağcı AfD’nin %20 oy aldığını gösterse de, artan göç dalgası ve ekonomik krizle güçlenen popülist sağın bu seçimde kendi ulaştığı noktanın ilerleyişini ya da sınırlarını Almanya’nın tarihsel mirası ve güçlü antifaşist mücadele birikimi belirleyecektir. AfD’nin popülist söylemlerini hayata geçirmesi ise bu koullarda oldukça zor.

Merkez siyasette yaşanan gerileme ve değişim arzusu, gerici politikaları bir yere kadar taşıyabilir. Ancak sermaye çevreleri ve sosyal hayatın gereklilikleri, göçmen emeğini göz ardı edemeyecek bir düzeydeyken, “geri gönderme” politikalarına dayalı bir söylemin sınırları bellidir. CDU’nun AfD’ye ne kadar yaklaşacağı ve birlikte ne kadar yol alabileceği, ülkenin geleceği açısından belirleyici olacak.

Öte yandan, seçimlerden kısa süre öncesine kadar bölünmüş ve zayıf bir görüntü sergileyen Sol Parti (Die Linke), beklenmedik bir başarıya imza attı. Partinin bu başarısında, tartışmalı eğilimlerle yollarını ayırması, kira sorunu, yüksek fiyatlar ve servet vergisi gibi konuları özellikle TikTok ve sosyal medya aracılığıyla gençlere ulaşarak başarılı bir kampanyaya dönüştürmesi etkili oldu. AfD’ye karşı uzun süredir yürütülen karşı kampanya ve sokak protestoları da toplumun geniş kesimlerinin ilgisini çekerek Die Linke’nin kitlesini genişletmesine yardımcı oldu.

Partinin seçim barajını aşması zaten stratejik bir önem taşıyordu. Daha önce sola oy vermemiş ancak AfD’nin yükselişinden kaygı duyan kesimler de bu süreçte Die Linke’ye yöneldi. Eğer parti, parlamenterizmin sınırlarına hapsolmayıp, sokağın nabzını elinde tutmaya devam ederse, önümüzdeki süreçten daha da güçlenerek çıkabilir.

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
417AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin